‘Posidonia’
"Bu büyük balık göçü ekolojik bir olaydır. Ve başlangıcı bilinmeyen bir zamandan beri devam eder. Ancak günümüzde balık avlama teknolojisi denizlerdeki bütün balıkların sonunu getirecek kertede gelişmiş bulunmaktadır..."
Gelişmelerden anında haberdar olmak için Google News'te Paradurumu'na abone olun
Paradurumu'na Google News'te abone olun
Abone Ol( Bu yazının yazılmasına esin veren Sayın Orhan Başar ve Sayın Fethi Denizmen’e saygılarımı sunarım.)
“Bir musibet bin nasihat-tan evladır. Meğerki musibet senden önce senin işini bitirmemiş olsun. Bu kertede; ‘Son pişmanlık’ fayda etmez!”
Geçtiğimiz günlerde bir dosttan aşağıdaki yazıyı aldım. Yazı insanımız ve ülkemiz adına ibretlik olup sosyal medyada dolanıp durmaktaydı. Belki sizler de okumuşsunuzdur. Mesajı okuyunca duygulandım; geçmiş günler geçti gözümün önünden. Çünkü herkes gibi ben de balığı çok severim, şu aralar tam da mevsimi ama ortalıkta balık yok. Olsa da paranız yetmez, yüzüne bakmayacağınız ‘Kıraç’a 150 Lira.
Diyalog şeklinde kaleme alınmış ‘yazı’ şöyle:
- Yunanistan'da balık bol mu?
- Evet, hem de bol bol.
- Nasıl oluyor da orada bol oluyor?
- Çünkü Yunanistan'da 40 metre derinlik sınırı var. 39 metrede balık avlayamazsın, kanunen yasak.
- Neden 40 metre?
- 40 metre derinliğe kadar güneş ışığı ulaşıyor, ‘posidonia’ tabir edilen deniz çayırları fotosentez yapıyor, balıklar bu deniz çayırlarında hem besleniyor, hem ürüyor. 40 metre yasağıyla, işte bu üreme alanları koruma altına alınıyor. Deniz çayırında balık avlarsan, sadece o balığı değil, o balığın gelecek nesillerini de yok etmiş oluyorsun.
- Peki, bizde sınır ne?
- 24 metre!
- 25 metrede balık avlayabilir misin?
- Şakır şakır avlarsın.
- E, aferin.
- Aynı denizi paylaştığımız Bulgaristan'da Romanya'da balık var mı?
- Bol bol var.
- Nasıl oluyor da oralarda bol oluyor?
- Avrupa Birliği üyesi oldukları için, kafalarına göre avlanma yapamıyorlar, kaç metre derinlikte balık avlayacaklarını, yılda kaç ton balık avlayacaklarını, balık stoklarını, balıkçı filolarının yönetimini ve denetimini, Avrupa Birliği yönetmeliği belirliyor.
- Kurallara uyuyorlar!
- Evet öyle, bu yüzden bol bol balıkları oluyor. Türkiye'nin Avrupa Birliği müzakerelerinde “balıkçılık faslı” ne zaman açıldı? 2006 yılında. Müzakerelerde bir milim ilerleme var mı?
-Yok.
- Avrupa Birliği'ne giremesek bile, Avrupa Birliği'nin kuralları faydalı, biz o kurallara kendi kendimize uysak yeter. Uyalım diyen var mı?
- Ama o da yok.
- Avrupa'da en fazla balıkçı teknesi kimde?
- Bizde.
- Avrupa Birliği ülkeleri yılda kişi başına ne kadar balık yiyor?
- 26 kilogram.
- Biz?
- Sadece 7 kilogram!
- Norveç'te 6 bin 400 balıkçı teknesi var. 150 ülkeye balık ihracatı yapıyor. Türkiye'de 18 binden fazla balıkçı teknesi var. 100 ülkeden balık ithal ediyor!
Bu yazının sonrasında yine bir dost çıka geldi karşıma. O da aynı konuda çok yıllar öncesinden şöyle söylüyordu:
“1960 yılında Çubuklu Dalgıç Okulu Komutanlığında ‘yedek subay’ olarak görev yapıyordum. Anadolu ve Rumeli yakaları arasına gerili dip telinin bağlı olduğu şamandıraya bir gemi çarpmış, şamandıra dibi boylamıştı. Okula ait bir motorla olay yerine gittim ve 44 metre derinliğe dalarak şamandırayı çıkardım. Ancak bu arada şamandıranın dibine koca bir ıstakoz yuva yapmıştı. Şamandırayı yukarı çekme işaretini verdikten sonra koca ıstakoz yuvasız kalmıştı. Pek doğaldır ki bu ıstakoz bu dalışın ganimeti oldu. Dip kayalık ve akıntılı olduğu için bu hayvanların doğal yuvasıydı ve burada pek mebzuldüler.
Bu arada, gözleri 40 santime varan çelik ağalara tutunarak yukarı çıkarken 20. metrede Marmara tarafına doğru müthiş bir palamut akınıyla karşılaştım. Her biri bir bilek büyüklüğünde olan palamutlar 40 santimlik çelik ağın gözlerinden bir nehir gibi akarak Marmara’ya doğru yola çıkmışlardı.
Esasen Ege ve Akdeniz’den gelen uskumru, kolyoz, palamut, lüfer gibi balıklar beslenmek ve üremek için Mart-Haziran arasında Marmara’dan Karadeniz’e geçerler buna balıkçılık dilinde ANAVAŞYA denir. Karadeniz’e geçen balık sürüleri Ağustos –Eylül arası tekrar Marmara denizine döner buna da KATAVAŞYA denir.
Bu büyük balık göçü ekolojik bir olaydır. Ve başlangıcı bilinmeyen bir zamandan beri devam eder. Ancak günümüzde balık avlama teknolojisi denizlerdeki bütün balıkların sonunu getirecek kertede gelişmiş bulunmaktadır. Uzunluğu tasavvur edilemeyecek ağalar, bunları yükleyen devasa balıkçı motorları, gırgır tekneleri, sonarlar bu göçler sırasında Çin Seddi görevini görürler; hatta bazı tekneler balıklara geceleyin ışık şoku uygular ve bu durum balığa büyük zarar verir. Esasen;
- İstanbul ve Çanakkale boğazlarında trolle avlanmak bütün bir yıl yasaktır. Trol kıyılardan ancak üç mil sonra çekilir
- Ağın gözleri 4 cm’den daha ufak olmamalıdır
- Mayıs-Eylül arası avlanma yasağına uyulmalı; yumurtalı veya yumurtadan yeni çıkmış balıklar heder edilmemelidir.
Ancak günümüzde bu şartların hiçbirisine maalesef uyulmamaktadır. Gelecek düşünülmemekte aşırı hırs, çabuk zengin olma nedenleriyle tonlarca balık daha serpilmeden ve kendine gelmeden heder edilmekte ve sonrasında küreklerle denize atılmaktadır.
Çok değerli bir balık olan lüfer, Karadeniz ve Ege arasında dolaşır, Sonbahar ve kış aylarında en lezzetli ve olgun haldedir. Boyuna göre çeşitli isimler alır:
- 10 cm e kadar olanlara Defneyaprağı
- 15-18 cm olanına Çine-kop
- 18-25 cm olanına Sarıkanat
- 28-35 cm olanına lüfer
- 35 cm’den büyük olanına Kofana denir.
Geceleri boğazda lüks ışığında avlanmaları olta balıkçıları için büyük bir keyiftir ancak açgözlülük, sahipsizlik ve cehalet bu balığın tükenmesinin nedenidir.
Bir dip balığı olan kalkan balığının yurdu esasen Karadeniz’dir. Hayatını dipte yatarak geçirir. Kendini kuma gömerek korur. Çok lezzetli, bu yüzden de çok değerli bir balıktır.
Üremesi 10-15 derecelik sularda Nisandan Haziran sonuna kadar sürer. Bir dişi kalkanın karnında en az iki milyon yumurta bulunur, ancak yumurtaların on binde biri yaşar. Ülkemizde Kalkan yumurtalarını tezgâhta satmanın hiçbir cezası yoktur. Bu özellikler fener, pisi, dil balıklarında da bulunur bunlar da beyaz etli olup dip balığıdırlar.
Kılıç balığının hazin hikâyesi, bu konuda insanlığımızı sorgular niteliktedir. Bu çok özel ve mitolojik balık yalnız ya da çift olarak yaşar. Ekonomik değeri çok yüksektir. Boyu 1-2 metre arasında olup 50-60 kilo ağırlığındadır. Nisan-Temmuz arasında ürerler. Bu aylarda yumurtası oluşan balık su üstüne çıkıp güneşlenerek uyumaya başlar. Balıkçılar balığı uzaktan dürbünle izleyerek üzerine yönelirler. Motoru stop edip balığa sessiz bir şekilde yaklaşıp ellerindeki 2-3 metre uzunluğundaki zıpkını balığa saplarlar. Balık hızla dibe kaçar ama zıpkını yemiştir. Zıpkına bağlı yüz yüzeli metrelik ip şamandıraya bağlıdır ve balık bu halde bırakılır. Balık dibe inemez yorgunluktan şişer kalır ve su üstüne çıkar.
Kurallara aykırı ve acımasızca yapılan bu avlarda tekne başı 10-15 balık avlanır ve balığın soyu tüketilir.
(Bu saygı duyulası balığın hüzünlü hikâyesini nazım şeklinde dile getiren Şair Halim Şefik Güzelson olmuştur. Ezgisini ise Ruhi Su ya da Ahmet Kaya’nın sesinden Youtube com.’ da dinleyebilirsiniz.)
Palamut her zaman fakir fukara sofralarının kuzusu olmuştur. Geçen yüzyılın ortalarında İstanbul palamut akınına uğramış balıklar sokaklardan toplanmıştır Ancak günümüzde onun da dibine darı ekilmiştir. Doyurucu ve bereketli bir balıktır. İlk çıktığında (çingene palamudu) ufak ve değersizdir. giderek boy atan balığın kırmızı soğanla birlikte kızartmasına doyum olmaz. Ekim sonuna doğru büyüyen ve yağlanan balığın bu kez ızgarası daha güzel olur. Balık bu haldeyken lakerdası da kurulur. Aslında çocukluğumda büyük babam lakerdayı balığın büyük ve yağlı hali olan torikten kurardı. Sonraları toriğin sonunu getirdik ve lakerda palamuttan kurulur oldu. Ama hiçbir zaman toriğin yerini tutmadı.
Boğazın yapısı dik ve kayalıklıdır ve akıntılıdır bu yüzden midye boğazın her yerinde vardır midyeler planktonlarla beslenir. Bu arada dibe çöken ağır maddeler kurşun cıva vb. midye tarafından emilir Bu durum sağlık açısından zararlı sonuçlar doğurur. Sanayi atıkları, kirlenme, algarna ve trata avcılığı karideslere zarar verir. Gece yapılan gizli ve kaçak avlarla nesli tüketildi.
Marmara bir iç denizdir ve insanımıza nasip olmuştur. Dünyada bir iç denize sahip olan ülke pek azdır. Marmara Denizi habitatı, faunası, florası ve de balık çeşidi bakımından dünyada ender bulunan bir coğrafya parçasıdır. (daha doğrusu parçasıydı) Aç gözlülüğümüz, hırslarımız ve cehaletimizle tükettik onu; çocuklarımıza, torunlarımıza pek bir şey bırakmadık. Denizin derinliklerinde dinamitle, gırgırla, trolle cinayet işledik; onların yuvalarını darmadağın ettik. Evlerimizdeki kiri, pası, lağımımızı, fabrikalarımızın zehirli atıklarını o güzelim denize boca ettik. Haliç lağımını “gözlerimizin rengine benzetmek” pahasına Marmara’nın derinliklerine akıttık ve esasen bir ‘balık denizi’ olan bu iç denizi açgözlülüğümüz ve cehaletimizle bitirdik. Dünyanın pek az yerinde bulunan balık zenginliğini ve çeşitliliğini hep birlikte yok ettik.
Fakirdik yoksulduk ama çocukluğumuzda, zamanına göre, her türlü balığı bulup yiyebiliyorduk. Kalkanı, lüferi, çinakopu, palamudu, uskumruyu, ateş söndüren sardalyeyi sadece gözlerimiz değil, midelerimiz de tanıyordu. İstavritin, mezgidin, hamsinin yüzüne pek bakılmazdı. Şimdilerde bu balıkların çoğunu bulamıyor ve alamıyoruz. Tekirin, barbunun, fener ve dil balıklarının adlarını unuttuk. Çocuklarımız hele ki torunlarımız bu balıkları hiç bilmiyorlar. Bizler, üç tarafımız (Marmara’yla birlikte beş altı tarafımız) denizlerle çevriliyken, sadece kendimize ait bir iç denizimiz, deniz büyüklüğünde göllerimiz varken, çiftliklerde veya karadaki havuzlarda balık yetiştirmeye çalışıyoruz!
Ne yazık ki, varı yok eden bir gafletin içindeyiz; bir “Deniz”, bir “Balık” Bakanlığımız bile yok!
*Deniz-eriştesi – Deniz çayırı (Posidonia-oceanica),
Posidonia cinsi Yunan deniz tanrısı Poseidon'dan gelir. Tür adı olan oceanica tüm okyanusa yayılan anlamındadır. Karadan denize dönüş yapmış olan çiçekli bir bitkidir. Tek çenekliler grubundan bir deniz otudur. Deniz tabanında 30 metre derinliğe kadar inen ve kıyı ekosisteminde çok önemli yer tutan çayırlar oluşturur. Evrimsel geçmişinde tıpkı balinalar gibi karadan denize dönüş yaptığı için kara bitkisi özelliklerini korumaktadır. Lifli yapıdaki egagropili adı verilen meyveleri sahile vurur. Vikipedi, özgür ansiklopedi
Not: Bu yazının yazılmasına esin veren Orhan Başar ve Fethi Denizmen’e saygılar sunarım.
Bir Şiir:
Kılıç Balığının Öyküsü
Şair - Halim Şefik Güzelson
Yazılmasa da olurdu
Ama bizi yeni sulara götürecek akıntı durdu
Uskumrunun arkasından gidiyorduk
Sürünün içinde ben de vardım
Sırtımda bir zıpkın yarası
Mutlu olmasına mutluydum
Nedense gitmiyordu
Kulağımdan bir türlü o ağ var sesleri
Denizkızı girmiş düşünceme ben iflah olmam
Dalyanları birbirine katmak orkinosların harcı
Dolanınca çok geçmeden küserim
Bir çocuk bile çeker sandala beni
Bu kadar ağır olmasam
Beni böyle koşturan yaşama sevinci
Kanal boyunca, bir o yana bir bu yana
Siz yok musunuz siz, derya kuzuları
Kestim kılıcımla karanlığın dibini
Yakamoz içinde bıraktığım suları
Ah aysız gecelerde olur ne olursa
Sırtımda bir zıpkın yarası
Atın beni mor kuşaklı bir takaya götürün
İri gözlerimde keder kılıcımda hüzün
Satın beni
Satın beni
Rakı için
Ekim 2023, Acıbadem