Parayla rezil olmak, yiyerek aç kalmak, dolandırılmak!
"...Parayla rezil olmak, yiyerek aç kalmak, dolandırılmak bu kadar yakın size. Bu kadar kolay boşalıyor cüzdanlar. Bu kadar da kolay doluyor başka cüzdanlar. Bünyeler aç, hücreler aç, bağışıklık sistemleri sınıra tutunmaya çalışıyor..."
Gelişmelerden anında haberdar olmak için Google News'te Paradurumu'na abone olun
Paradurumu'na Google News'te abone olun
Abone OlSevgili Ali, nam-ı diğer Alishiro bu sabah bana iletti.
İletilen ise esasen senelerdir, gerçekten senelerdir yazdığım bir bilgi...
Dr. Hakan Ertan Twitter'da (ya da alışamadığım yeni ismiyle X'te) kısa bir notunu paylaşmış: "Dahiliye polikliniğine başvuran hemen hemen herkesin B1, folik asit, D vitamini düzeyleri düşük. Vitamin reçetelemekten perişan oldum. İnsanlar beslenemiyor mu, yoksa gıdalar yeterince mineral, vitamin ihtiva etmiyor mu?".
İyi bir soru.
Çok kısa, fakat arkası dağ gibi bir kompleks konu bu. Büyük ve ciddi araştırmalara konu olması gerekirken nedense herkesin sessiz kaldığı bir soru. Etiket tebliğinde köklü bir değişim için belki de zaman geldi ve geçiyor.
Sessizliği bozan kaç kişiyiz bilmiyorum. Ben gıda hakkında gerçekleri yazarken, daha doğrusu buna başlarken, üzerine çok düşündüm. Öyle bir hal ki mevcuttaki, ortada ne bir saklı bilgi var, ne de gerçeğe ulaşmak için özel bir çabaya ihtiyaç. Ancak gerçeği en iyi bilenler, yani gıda piyasasının içindekiler tam bir sessizliğin içindeler. Değirmen döndüğü sürece belli ki sorun görünmüyor. Zaman zaman elbette sektör içi itiraflar ortaya çıkıyor, isimsiz, çeşitli mecralarda yazılıyor veya anonim bilgi olarak manşetlere çıkabiliyor. Tabii en net hal, Tarım ve Orman Bakanlığı'nın yayınladığı tağşiş listelerinde görülüyor. Fakat hala çok şey eksik.
Bir elde vitamin ve mineral değerleri düşmüş toplum, öte elde cayır cayır açıklanan gıda hileleri, gözlerimize sokulan ise - hele hele sosyal medya üzerinde - bütün sütlerin mera sütü, bütün etlerin mera eti olması gibi bir tuhaflık. Herkesin bir çiftliği var artık. Çiftlik kurmak bir tane düdürük sosyal medya hesabı açmaya bakıyor. Hasır şapkanız, keten önlüğünüz, bir de herhangi bir tarlada kafanıza bağlamak için yazmanız hazırsa çiftliğinizingörselleri için eksik kalmıyor.
Arkasından da Biz kimiz?zivzivleri...
Biz kimiz? = Biz Egeliyiz!
Herkesin dedesi tarım sevdalıymış ki başka işte dikiş tutturamayan bütün torunlar atalık tohumlarla sırıtmaya başlıyor.
Öğğk geldi artık. Herkese geliyor.
Herkesin ekmeği ekşi mayalı, herkesin unu atalık buğdaydan taş değirmenlerde öğütülüyor. Tarlalar elceğizlerle ve özenle dikiliyor. Herkesin sirkesi dağlardan, içindeki her meyve yaban. Meşe fıçılarda aylarca, yıllarca fermente etmeyen belli ki dayak yiyor. Bir de turşular kuruluyor hepsi probiyotik, süpersonik, çatalı takıp ısırınca seni bel fıtığına kadar iyileştiriyor.
Yine de kesmiyor, bu sirke kurma hikayeleri canlı yayında, 'ufak bir ücret karşılığında' meraklılarına aktarılıyor.
Var mı yazlığınız? Vardır. Nerede, Datça'da, Foça'da Gümüldür'de... Yazlığınız varsa otomatik olarak çiftliğiniz de oluyor.
Datça Mahmut Bey, Foça Ebemkadın, Gümüldür Dalından Sofraya...
Bir internet sitesi. Bir etiket. Biraz da sosyal medya. Başka hiçbir şey gerekmiyor.
Akla hayale gelmeyecek şekillerde bir vicdansızlık şu anda hüküm süren. İnsan fıtratının bu kadar bozulduğunu ben hiç görmedim şahsen. Hiç de okumadım. Toplum/lar cidden bir dönüm noktasından geçiyor.
- Tüm peynirlerin meralarda otlayan ineklerin sütünden elbette şirden mayası ve geleneksel yöntemler ile yapıldığı,
- hiçbir tarlanın ilaçlanmadığı, hepsine atalık tohumların saçıldığı,
- ekşi mayadan ve tam tahıldan başka ekmeğin bulunmadığı, zeytinyağlarının tamamının istisnasız türlü çeşitli ödüller aldığı, antik çağ yöntemleri ile soğuk sıkıldığı,
... tamamının da yüksek polifenollü olduğu bu ütopik rüyadan silkinip uyandığınızda bir de bakmışsınız ki herkesin kan tahlilleri tırt, bağışıklık sistemleri çökük, herkes hasta oluyor.
Oysa böyle olmaması gerekiyor..? Probiyotik et sularının, laktobasil turşuların, sarımsak - limon kürlerinin biri hüküm sürdüğü bir dünyada böyle şeyler nasıl oluyor da oluyor? Kimse açıklamıyor. ...değil mi?
Aslında herkes biliyor.... ...ve herkes susuyor.
Geliri maksimuma çıkarmaktan başka hiçbir kriter kalmadı artık. No vicdan / yes para'dan başka hiçbir denklem yok.
Normal şartlar altında, size bir liste yazayım burada:
İki çorba kaşığı lor.
Bir domates, bir biber.
Bunun üzerine dökeceğiniz bir kaşık zeytinyağı.
7 - 8 tane zeytin.
1 dilim ekmek.
1 bardak çay.
Günaşırı bir adet yumurta. Bu kadar, hepsi bu kadar.
Bu liste nedir biliyor musunuz? Dört başı mamur kahvaltının öte atıdır.
Bu listede gıda adına her şey vardır. Mineral, enzim, protein, vitamin, aminoasit şu - bu, her şey...
Amma / ve / lakin;
bu basit kahvaltı öğünü, tek tek, her bir kalemde, hilelisi ve gerçek olmayanı ile karşılandığında sonuç ortadadır.
Ürün grupları ile açıklama yapayım.
Süt grubunda durum.
Olay sütün kendisinden kaynaklanıyor. İneklerin cinsi neyse ne... Bir sütü 'iyi süt' ya da 'kötü süt' yapan şey, ineklerin ne yediğidir özünde. İnek mısır silajı ya da çuval yem (ya da ikisini de birlikte) yiyorsa o süt istediğiniz süt değildir. Süt diye bildiğiniz şey de değildir.
Çuval yemin sağlıklısı yoktur. Mısır silajının yerlisi yoktur. İki, iki, dört, yoktur.
Geçeyim işlenmesine.
Yoğurt, peynir, tereyağı vesaire. Bu beşinci sınıf süt üretime girdiğinde, yağı da güzelce alınıyor. Kalitesi düşük bu tereyağı, çakma yağ ile karıştırılıyor, boya ve aroma katılıyor, hop, Trabzon yaylalarından yayık tereyağı oluyor. Aroması ne müthiş. Daha çok aroma istersen daha çok aroma ekleniyor.
Elde kalan süte, yani üzerindeki azıcık yağ da gitmiş olan duru beyazımsı sıvıya bitkisel yağ ekleniyor. Bu da piyasada mera sütü - hem de en doğalından - oluyor. Segment segment, fiyat fiyat, kapı kapı dağıtılıyor.
Peynir yapma olayına geçince ise yağı alınmış bu silaj sütü artık yardımcı oyuncu statüsüne düşüyor.
Kazana alınıyor, Konya kreması + kalsiyum + kültür + yapay aroma vesaire. Allah ne verdiyse karışımından ustalar serisi olgun ezine peyniri çıkartılıyor. Müthiş havalı, fiyakalı ambalajlanıyor. Fiyat da tabii ambalaja göre belirleniyor.
Aynı sıvı kaplara konuluyor, içine yoğurt kültürü basılıyor. Üzerine de spreyleme ile boyanmış Konya kreması ile bir de bakmışsın ki sapsarı kaymaklı köy yoğurdu oluveriyor.
Keçi sütü, adeta anne sütü diye bir hikaye dönüyor. Doğrudur bu. Ama bahsedilen keçi hangi keçidir..? Kayaların tepesinde yabani otlar yiyen keçi mi yoksa 500 metrekare alana 500 tanesi tıkıştırılmış Saanen keçisi mi; bunu kimse anlatmıyor. Tıkılı hayvanları mısır silajı ile beslediğinizde o süt, referans gösterilen keçi sütüne ancak ancak benim Madonna'ya benzediğim kadar benziyor.
- ki bu halde bile Türkiye'de satılan keçi sütü yıllık 500 ton ise üretim 50 ton gibi bir orandadır. Bunun ne anlama geldiğini yazmaya gerek olduğunu düşünmüyorum.
Salça, çok kısa. Reklam hafızamda. Bilmemne domates salçası. Spot cümle: Şimdi içinde daha çok domates var!
...daha önce ne vardı içinde yahu? Bir kişi de çıkıp bunu sormuyor.
Varmak istediğim noktayı anladığınıza eminim fakat yarım kalmasın, ekmeği de buna ekleyeyim.
Size çıtır çıtır ekmekler yapabiliriz. Buna inanın.
Esasen Alishiro da, biz de, bu sektördeki ilk ekmekçileriz.
Kocaman gözenekli, iki parmağınız arasında basınca böyle lüpür lüpür, süslü, üstü bıçaklı, yemesi kolay filan... İki dakikada pişiririz.
İnanın o kadar basit bir şey ki bu... Endüstriyel un + Endüstriyel maya. Hiçbir şüpheniz olmasın, bunun formülü sadece bu.
Gözenek yapısından hangi ekmeğin ne olduğunu siz anlarsınız. Unu bizden alan herkes, kendi pişirdiği ekmeği gayet iyi biliyor.
Ekmeğin gerçeği nasıl oluyor. İşte öyle oluyor.
Biz gerçek odun fırınlarında, görünümü / albenisi yüksek olmayan, fakat glisemik endeksinizi de lunaparktaki skorlar ile yarıştırmayan ekmekler yapmayı tercih ediyoruz, hep de edeceğiz. Hayat gibi üretim de tercihlere bakıyor.
Bir not yazayım burada, ekmeği 'ölçmek' gayet kolay. Minik şeker cihazınızı alın, ekmekten bir dilim yiyin ve ölçüm yapın, işte bu kadardır. Anlatılan hikayenin sonu oradadır.
Bir dalda iki elma... Son olarak da bunu yazayım.
Seneler önce yazmıştım, bir karşılaştırmalı analiz yaptırmıştık. Bir daha denk gelmedi ama siz yaptırın lütfen, benimle de paylaşırsınız.
Bir adet Granny Smith cinsi marketten alınan elma, bir adet de Kars'tan, daldan elma yolladık. Bu elmalarda demir miktarına göre karşılaştırmalı analiz yaptırdık. Sonucunda Kars'ın elmasının, Granny Smith'ten tam 26 kat daha fazla demir içerdiği ortaya çıktı. İlhan Abi'yi seminerlerde görmeyeniniz yoktur, denk geldiğinizde bunu lütfen ona da sorun, hayatınızda yeni bir pencere açılacaktır.
Daha da bilmiyorum nasıl anlatılır.
Bal, reçel, tahin, pekmez, kuruyemiş, un, makarna (hele hele çocuk makarnacıları, yatacak yerleri yok) aklınıza ne gelirse... Yüzünüzü nereye çevirirseniz, bu sonuca varacaksınız.
Çok kolay. Bir tane ürün, diyelim yumurta, köyünüzden, akrabanızdan bizzat isteyin. Bir adet de en ama en pahalı marketteki en ama en havalı organik yumurtadan alın. Bu ikisini karşılaştırmalı besin değeri analizine gönderin. Birinciden çıkacak değer, ikincisinden çıkacak değerin mislinin de misli değilse ben de adımı değiştireceğim. O kadar mı net, evet o kadar net.
Parayla rezil olmak, yiyerek aç kalmak, dolandırılmak bu kadar yakın size. Bu kadar kolay boşalıyor cüzdanlar. Bu kadar da kolay doluyor başka cüzdanlar. Bünyeler aç, hücreler aç, bağışıklık sistemleri sınıra tutunmaya çalışıyor. Kötü hücreler oluştuğunda sistemdeki savaşçıların gücü eksikli kalıyor. Kan tahlillerinin açıklaması buradadır.
Herkes biliyor bunu. Herkes susuyor.
Bir adet yumurta, kibrit kutusu kadar beyaz peynir, bir tatlı kaşığı tereyağı gibi normalde yeterli olan fakat gıdanın yalan dünyasında asla örtüşmeyen değerler yüzünden yetersiz beslenme sarmalına boğulduk toplumcana. Sözün özü budur.
Kapıma gelsin, bilmem ne sepetim filan... Lütfen ama lütfen, buralardan bari beslenmeyin. Beslenme değil, tam tersi zehirlenme oluyor. Sigara, alkol, meşrubat, yanık kahve ile de bünyeyi zehirlemeyin. Kendinizi hırpalamayın. En değerli ve en paha biçilmez şey sağlıktır. Sağlığın huzurudur. Huzur mutluluğu getiriyor. Şu dünyada başka ne isteriz...