Mutluluğun felsefesi, cehaletin mutluluğu
"...Mutlu olduğuna inanmazsan, mutluluğu tüm benliğinde hissetmezsen nasıl diyebilirsin ki ben mutluyum diye. Olmaz, olamaz ve diyemezsin..."
Gelişmelerden anında haberdar olmak için Google News'te Paradurumu'na abone olun
Paradurumu'na Google News'te abone olun
Abone Olİnsanlığı varoluşundan itibaren bugünün konforlu yaşamına ulaştıran şeyin merak ve sorgulama duygusu olduğunu düşünüyorum. Antik çağlardan itibaren; merak etmek, sorular sormak, dünyanın ve hayatın anlamı ve nedeni üzerine düşünme, bilginin bilimsel olarak araştırılması değil midir, zamanın akışındaki icatlar ve teknolojinin gelişmesini sağlayan...
M.Ö. 6.ncı yüzyıldan itibaren felsefenin doğduğu yer olan Ege Bölgesi Milet-İyonya okulu düşünürleri, evreni sorgulayıcı düşünce ve fiziksel ilişkilerle açıklama çabaları yanında, hayatın anlamını ve mutluluğun da felsefesini yapmaya başlamışlar.
Yaşamın asıl amacı mutluluktur diyebilir miyiz? Söz konusu olan hem bireysel hem de toplumsal anlamda mutluluk... En yüksek iyilik (eudaimonia) olarak ele alındığında mutluluk, yalnızca kendisi için değer verilen bir şeydir. Hayatın amaç ve değerinin insan ruhunda bulunduğunu dile getiren bir kavramdır.
Antik Yunan geleneğinde etik ve siyaset felsefesini içeren pratik felsefenin amacı bu durumun ne olduğunu ve nasıl erişilebileceğini bulmaktır. Aristoteles, etiğinde en yüksek iyiye ve mutluluğa nasıl ulaşılabileceği sorgulanır. Bu bedensel beslenme, büyüme ve üreme, arzular, duygular şeklindeki anlayışa dayanmaktadır, beş duyunun zevkleri ve acılarıyla nefsin melekeleri, aklî (yani pratik ve teorik) melekelerle uyumlu hale getirilir.
Sokrates’e göre yaşamın amacı ve herkesin yaşam boyunca peşinden koştuğu ”en yüksek iyi” mutluluktur. Mutluluğa erişmenin yolu ise bilgidir; insana ve yaşama ilişkin bilgi! Çünkü doğru bilgi insanı doğru eylemlerde bulunmaya götürür. Sokrates'e göre, etik olmayan ve teorik olanları keşfedip bunlardan faydalanmak için iyi bir konuma gelmeden önce, öncelikle etik gerçeklerden oluşan sağlam bir temel oluşturmalıyız.
Epikuros mutluluğu zihinsel rahatsızlıklardan uzak, zevkli bir yaşam olarak tasavvur eder. Böyle bir yaşama ulaşmak için evrene, bedene ve ruh/zihne ilişkin doğru inançlara ihtiyacımız olduğunu savunur.
Her ne kadar Platon, Aristoteles ve Epikuros mutluluk hakkındaki görüşlerinin içeriği açısından farklı olsalar bile, biçimsel olarak hepsi mutluluğun etiğin son noktası olduğu konusunda hemfikirdir.
Antik Çağ Mutluluk Anlayışı Günümüze Ne Kadar Uygulanabilir?
Her şeyden önce mutluluk hepimizin doğal olarak arzuladığı bir şeydir. Kim hayatında mutlu olmak ya da gelişmek istemez ki?
Tartışılmaya çok açık bir konu. Başka herhangi bir şey nasıl ve neden mutluluktan daha değerli olacağı açık mıdır? Mutluluğa ulaşma aracı para mıdır, ya da mutluluğun kendisini oluşturan haz ve zevk midir? Mutluluğun bu gibi şeylere bir araç olması makul mudur?
Kimse sana diyebilir mi senin hayatında ne anlamlı ya da neyin anlamlı olması gerektiğini, mutlu yaşamanın senin için ne anlama geldiğini söyleyebilir mi? Herkes kendisini neyin mutlu edeceğini seçmede özgürdür, ne istediğini, neye ihtiyacın olduğunu senden daha iyi kim bilebilir ki? Tabii gerçekten ne istediğini, sağlıklı ve mutlu olmak için nelere ihtiyacın olduğunun farkında isen...
Varlıklı olman, istediğin seyahati yapma, pahalı şarap içme özgürlüğüne ve hani derler ya, kat, yat, araba sahibi olman mı, hoşlandığın, aşık olduğun bir kişinin sevgisine ve şefkatine sahip olmak mıdır seni mutluluğa götüren? Örnekler onlarca çoğaltılabilir.
Mutluluk herhangi bir anda olmasını istediğiniz şeydir. Böyle bir bakış açısı kesinlikle zaman içinde esnekliğe izin verir, çünkü farklı şeyler sizi hayatınızın farklı zamanlarında mutlu edebilir ve görünüşe göre mutluluğu yalnızca sizin ellerinize bırakır.
Mutlu olduğuna inanmazsan, mutluluğu tüm benliğinde hissetmezsen nasıl diyebilirsin ki ben mutluyum diye. Olmaz, olamaz ve diyemezsin...
Cehalet Mutluluk mudur?
Cehalet, ezcümle “bilgi ve tecrübe eksikliği” olarak tanımlanabilir, bilgiye ve çevreye meraksız, hiçbir şeyin nedenini sorgulamayan, dünyadan bihaber, kitap okumayan kişiler için kullanılır cahil kelimesi.
Platon’un ünlü mağara alegorisi cehaleti, cahilliği çok güzel anlatır; bir mağaranın içinde, dışarıdan gelen ışığa arkalarına dönük olarak ömürlerini geçirmiş olan insanların tek gördükleri önlerine vuran hayvan, insan ve nesne gölgeleridir.
Mağara alegorisi, Yunan filozof Platon'un Devlet adlı eserinin yedinci kitabında Sokrates'in ağzından ortaya atılan Antik Çağ felsefesinin en önemli alegorilerinden biridir. Alegoriye göre bazı insanlar karanlık bir mağaraya zincirlenmişlerdir ve bu insanlar başlarını sağa ve sola çeviremezler sadece karşılarındakini görebilmektelerdir. Doğuştan beri bu mağarada bulunan insanlar mağaranın girişinden yansıyan nesnelerin gölgelerini görür ve bunları gerçeklikleri olarak algılarlar.
Mağarada hapis olan kişilerden biri bir gün aniden serbest kalır. Mağaranın dışındaki dünya ile karşılaşır. Işık ve gerçek ile tanışırken nerede ise körlük yaşar. Zaman içerisinde gerçek sandığı gölgelerin aslında gerçeklerin birer karanlık yansıması olduğunu anlamaya başlar.
Hayatın gerçeğini anladığında heyecanla mağaraya döner ve mağaradakilere “gölgeler sahte, aslı gerçek dışarıda” diye anlatmaya çalışır.
Peki mağaranın dışındaki dünyayı hiç görmemiş olan bu insanların anlatılanı idrak etmesi beklenebilir mi? Tabii ki hayır, hatta kızgınlıkla karşı çıkarlar.
Platon bu alegorisinde dünyayı, gerçekleri anlamaya başlamış olan filozofların, düşünürlerin bunları halka anlatamayışını örneklemek istemiştir.
Bu Metafor günümüz dünyası ve düzeni içinde hala geçerliliğini korumaktadır. Zira anlayabildikleri kadarını, -ne kadarsa artık(!)- kabullenip kendi anlayışlarının ötesinde anlatılanları kabul etmeyen insanlar mağaradan çıkıp gerçeği görmek istemezler, çünkü gerçek nedir bilmiyorlardır, merak edip de sorgulamayı düşünmüyorlardır. Bu nedenle zihin karanlığını ve esareti seçmişlerdir farkında olmadan. Kendi dünyalarında cahilliğin, cehaletin mutluluğunu yaşamaktadırlar.
İnsan için zihnindeki dünya neyse ve ne kadarsa onun kendi zihin dünyası da o kadar olur, kısaca kendi küçük dünyasında mutludur. Gerçek ile yüzleşmek ve özgür olmak cesaret ister, bu yüzdendir ki gerçekleri anlatanlar bir şekilde toplum içinde baskı altına alınır.
İngiliz yazar George Orwell tarafından kaleme alınmış olan 1984 adlı alegorik, distopik ve politik romanının hikâyesi distopik (umutsuz, kaotik, karanlık) bir dünyada geçer. Orwell yazmış olduğu bu eserin bir yerinde şöyle der; “Savaş barıştır. Özgürlük köleliktir. Cehalet güçtür”
"Özgürlük köleliktir" Parti'nin bireysel özgürlükleri kısıtlayarak insanları köle gibi kontrol etmeye çalıştığını ifade eder. Özgürlüğün olmaması, insanların düşünce ve davranışlarını kontrol edilebilir kılar.
Orwel’e göre “ cehalet….
"Cehalet güçtür" bu ifade, Parti'nin toplumun bilgiye ve gerçeğe ulaşmasını engelleyerek gücünü sürdürmeye çalıştığını yansıtır. İnsanların cehalet içinde tutulduğu bir toplumda, Parti daha fazla güç sahibi olur çünkü insanlar gerçekleri görmek yerine Parti'nin propaganda ve yalanlarına inanırlar.
Ütopik toplumlarda bir toplum ne kadar uyumlu ve mutlu ise distopik toplumlar da bir o kadar umutsuz ve kaotik bir yapıya sahiptir. Distopyalarda gelecek olabildiğince umutsuz ve karanlık bir şekilde resmedilir.
Sokrates: Cehalet en büyük mutluktur
Fyodor Dostoevski; Ama biliyor musun, babam dünyayı hiç tanımıyor. Elli yıl bu dünyada yaşadı, otuz yıl önce insanlar için ne düşündüyse hala aynı şeyi düşünüyor. Cahillik ne büyük mutluluktur.
Baruch Spinoza " cahiller arasında yaşayan özgür bir insan mümkün mertebe onların yapacağı iyiliklerden uzak durmaya bakar."
Merak etmek, sorgulamak, okumak, algılamak gerçek mutluluğa açar kapılarını.
27 Şubat 2024
Suadiye