Kadının çilesi nasıl bitecek?
"...Her şeyin yeni baştan yazılmasını, kadın ve erkek cinslerin eşit olduğunu kim, nasıl ve kaç zamanda becerebilecektir? Tarih içinde kas gücüyle başlayan erkekleşme, giderek teknolojiyle daha güçlü hale gelmiştir.."
Gelişmelerden anında haberdar olmak için Google News'te Paradurumu'na abone olun
Paradurumu'na Google News'te abone olun
Abone OlKadına yönelik şiddet, kadınlar ve erkekler arasındaki tarihsel nitelikteki eşitlikçi olmayan ‘güç anlayışının’ tezahürüdür. Kadınların ve erkeklerin toplumsal olarak kalıplaşmış rollerine dayalı önyargıların, törelerin, geleneklerin ve diğer uygulamaların kökü kazınmalıdır.
Cemal Çalımer
“Salhane kelimesi, Arapça bir isim olup; kasaplık hayvan kesimi yapılan yer, mezbaha anlamındadır. Kasaplık hayvanların sakatat olarak yenen kısımları salhanelerde işlenirdi. Çocukluğumda eti kasaplardan sakatatı salhaneden (ciğerciler) alırdık. Semtimizde kasap çoktu ama Salhane bir taneydi. Burası gün, ışık görmeyen, karanlık ve rutubetli bir yerdi zemin her daim ıslaktı.(Kanlı zeminin her an temizlenmesi gerekiyordu.) Kasap elinde kan damlayan bıçağı ve tahtadan oyulmuş pabuçlarıyla bu mekânın adeta baş keseniydi.”
Geçtiğimiz günlerde, “Türkiye’de 27 Şubat Salı günü 24 saatte yedi kadın hayatlarındaki erkekler tarafından öldürüldü.” Geçen hafta da çok güzel bir kadının yüzü haritaya çevrilmişti; fail bir koca değil, kadına göz koymuş hasta ruhlu bir meczuptu. Şimdilerde işlenen cinayetlere bir gaddarlık daha eklendi. Katil koca ya da erkek fail, kadın can verene kadar kimselere müdahale ettirmiyor. Kadının sokak ortasında debelenerek can vermesinden emin olmadıkça orayı terk etmiyor. Bunu insan (homo-sapiens) dediğimiz bir canlı türü yapıyor. Gerek gazetelerde gerek sosyal medyadaki bu kanlı ve dehşet verici sahnelerle çok sık (adeta gün aşırı) karşılaşınca nedense kan dökmenin mubah olduğu yukarıdaki bu kanlı mekânlar geliyor insanın aklına. (Benzetmenin, çok ağır olsa da, aramızda insanım diye gezinen canileri tanımlamakta yetersiz kaldığı bile söylenir.)
Ancak boğazlanan ve kanları akıtılan hayvan değil, birlikte yaşadığımız, birlikte yatıp kalktığımız, bize yar – sevgili olmuş, çocuklarımızın anası, evimizin kadını dediğimiz canlar bunlar. Yani İnsan! Bir insan öldürmenin, meşru müdafaa dahi olsa, hiçbir geçerli sebebi olamaz. (savaşlar da dâhil.)
İnsanın bu hali, bizi ister istemez hayvanlar arasında hemcinsini ya da dişisini öldürme olgusunu sorgular hale getiriyor. Yani hemcinsimizi ve dişimizi öldürme konusunda hayvanlar ve diğer canlılar arasında hangi durumdayız ve yerimiz nerededir? Diye sormadan edemiyor insan.
“Böcek ve eklembacaklıların birçok türünde cinsel yamyamlık, yani dişinin erkeği çiftleşmeden önce, sonra veya çiftleşme esnasında yemesi durumu bilinir. Bunun dışında hayvanlar âleminde eş bulma kavgaları görülür, bu kavgalar kimi zaman ölümle sonuçlanır. Ancak bazı durumlar cinayet değil, cinsel rekabetten kaynaklanır. Elbette konu cinayet olunca sosyal memelilerden ötesini aramanıza gerek yok gibidir. İnsan, (homo-sapiens) türünün kendinden olanı en çok öldüren tür olduğu söylenebilir. İnsanlar ile diğer memeli türleri arasındaki cinayetlerde çok büyük farklar vardır. Memelilerde görülen cinayetlerin çoğunda bebeklerin öldürülmesi söz konusu iken, İnsanlar, kendi türlerinin yetişkinlerini öldürürler. İçlerinde kurtların, aslanların ve benekli sırtlanların da dâhil olduğu küçük bir hayvan grubu içinde biz insanlar ön plana çıkıyoruz.”(Derleyen: Sevda Deniz Karali)
Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun öldürülen kadınların anısına kurduğu “Anıt Sayaç”ta yer alan verilere göre ülkemizde, son 10 yılda 3 bin 850 kadın öldürülmüştür. Sadece 2023 yılında öldürülen kadın sayısı; 438’dir. Kadınların medeni durumlarına baktığımızda tablo şöyledir:
- Evli 180
- Bekâr 102
- Boşanmış 27
- Dini nikâhlı 12
- Belirsiz 117
- TOPLAM 438
Bu rakam on yıllık ‘medyan- ortalamanın’ üzerinde olduğu cihetle öldürülen kadın sayısı her yıl bir öncekine göre artıyor demektir. Bu durum, konunun önemi, ağırlığı ve yarattığı sosyal sarsıntılar (travmalar) itibariyle, toplumca, yeteri ve gereği kadar algılanmış olmadığının göstergesidir.
Dünyada kadınla erkeğin her aşamada eşit olduğu bir ülke yoktur. Bazı ülkelerin durumu çok kötü ama bazı ülkelerin durumu umut vericidir. Ancak ülkemiz için bunu söyleyebilmek mümkün değildir. Türkiye eşitlik açısından 146 ülke arasında 129'uncu sıradadır. Dünya standartlarına ve uluslararası raporlara göre Türkiye'de kadınların içinde bulunduğu durum oldukça kötüdür. Cinayetlerin yüzde 41’ini aşan kısmı evli çiftler arasında gerçekleşirken, bekârlar arasındaki yüzde 23,2’lik oran da azımsanacak türden değildir.
Peki, bu neden böyledir? Bunun cevabını bir çırpıda vermek hiç de kolay bir şey değildir. Olayın, tarihi, sosyal, ekonomik hatta dini boyutları yanında ara disiplinleri de kapsayan açıklamaları vardır. Biz sadece konuyu gündemde tutmak, ilgili kurum ve kuruluşların özellikle de devletin, hükümetin ve yönetici kadroların daha özenli ve sorumlu davranmalarını, bu konuda olayın uluslararası boyutta şümulle-dirilmesine katkıda bulunmalarını belirtmek ve istemek konumundayız.
Esasen tarih içinde olaya baktığımızda konu, doğadaki “Güç anlayışının” tezahürü olarak görülür. (konuyla ilgili olarak diğer makalelerimize bakılabilir.)Toplumsal Cinsiyet denilen olgu esasen toplum tarafından belirlenir. Kadının, çocuğun ve tüm insanlığın kaderi toplum tarafından biçimlenir. Her insan kaderini toplumla birlikte yazar. Tarih içinde toplumda egemen güç erkek olduğu için hemen her şeyin ve din dâhil bütün kurumların erkek cins tarafından yapılandırıldığı ve biçimlendirildiği görülür. Kadınlığın, çocukluğun, gençliğin ve erkekliğin layihaları egemen güç olan erkek cins tarafından yazılmıştır. Yaşamı erkek cins belirleyecek kadın burada erkeğe yardımcı olacak şekilde üzerine düşen görevleri başkaldırmadan yapacaktır. Örneğin; kadın yemek yapacak, evi süpürüp temizleyecek, çamaşırları yıkayacak, çocuklara bakacak, bebeleri emzirecek, yaşamda ikinci sınıf ne kadar iş varsa yapacak. Gece olunca da erkeğine hizmet edecektir. Düzen böyle kurulmuştur; Allah kadını kadın erkeği erkek yaratmıştır. Tarih içinde bütün toplumlarda ve bütün dinlerde bu böyledir. Kadın adeta lanetlenmiştir.
Şimdi toplumun hafızasına kazınmış bu dogmaların kadın hakları ve özgürlüğü lehine değiştirilmesi ha deyince mümkün olabilir mi? Her şeyin yeni baştan yazılmasını, kadın ve erkek cinslerin eşit olduğunu kim, nasıl ve kaç zamanda becerebilecektir? Tarih içinde kas gücüyle başlayan erkekleşme, giderek teknolojiyle daha güçlü hale gelmiştir. Modern zamanda buna bir de paranın gücü eklenmiştir ki, bugün bütün dünyayı bu acımasız güç yönetmektedir. XVIII. yüzyılda Fransa’da filozoflar ve kadın yazarlarca ortaya atılan ve savunulan, daha sonraki yüzyıllarda her toplumda yandaş bulan, kadının siyasal ve toplumsal haklar bakımından erkekle eşit olması gerektiğini öne süren ve bunu gerçekleştirmeye çalışan Feminizm ve kadın hareketleri kadının bu şuursuz güce karşı isyanıdır. Bu olgunun rengi ve şiddeti toplumlara göre değişmektedir. Toplumumuz bu konuda, gerek eğitim düzeyi, gerekli kurumsallaşmanın yetersizliği, feodal geleneklerin aşılamaması vb. nedenlerle hayli gerilerde bulunmaktadır. Yine de kadınımızın bu konularda bir mesafe kat etmeye çalıştığı günümüzde, feodal erkek güç anlayışı derinden sarsılmaktadır. Bu da şiddete, cinayetlere ve acıklı sonlara sebep olmaktadır. Ülkemizde kadının durumu oldukça ağırdır ve bu ağırlık gün geçtikçe katlanılmaz boyutlara ulaşmaktadır. İnsan, gerek ülkemizde gerekse dünyadaki bu kötü gidişata rağmen karamsarlığını aşmak ve umudun kapısını aralamak istercesine sormadan edemiyor; “Kadının çilesi nasıl bitecek?
Esasen bunca gelmiş geçmişe, bilişim ve teknolojinin bunca gelişmesine rağmen insanların moral dünyalarındaki ilerlemesi pek cüce kalmıştır. İnsan maddi alandaki inkişafını ‘moral’ dünyalarında pek gösterememiştir. Doğada hayvanlar arasında geçerli olan ‘güç’ olgusunun ve buna dayalı anlayışın (güç paradigması) insan idrakinde ergitilerek yok edilmesi esas olandır. İnsan, kafasındaki fosilleşmiş ‘güç anlayışını’ bütün uğursuzluğu ile terk etmeli ve kendini yeniden yaratmalıdır.
Nisan 2024, Balıkesir / Ören