Hollanda günlerimden…

"Hollandalılarla, onların hayatlarına paylaşmış olmam, bana yepyeni ufuklar açmıştı. Hayata bakışları, felsefeleri, yaşam tarzları, insani özellikle de kadın erkek ve gençler arasındaki ilişkiler, samimiyet, istemediği şeylerde kibarca direkt reddedişler ve daha niceleri."

Güncelleme:

İstanbul’dan Rotterdam Limanına gitmekte olan yük gemisi yolda önce Malta Adasının Valetta limanına uğramıştı. Karadeniz limanlarından yüklemiş olduğu fındık yüküne ilaveten şimdi de patates yükleniyordu gemiye. Dediler tamamı Hollandalılar için, onlar çok patates yerler.

Nereden bilebilirdim çoğu öğlenleri nehir kıyısındaki patatçıdan bir paket patat alıp üstüne de mayonez ektirerek keyifle yiyeceğimi. Çalışanlar zaten ya patatçı önünde kuyruk olur ya da evden getirdikleri sandviçlerini yerdi kısa süreli öğlen tatillerinde. ben de onlara uyum göstermiştim.

Şirketin kafesinde öğlenleri bir grubun briç oynadıklarını görünce yanlarına oturup izlemeye başlamıştım. Bir gün kare eksik olur da bana oynar mısın diyecekleri günü beklerken. O gün kısa süre sonra gelmiş aranan briç oyuncusu olmuştum. Briç sayesinde güzel bir Hollandalı grubum olmuştu, Ed ve Gerda unutamadığım isimlerden, beni mesai saatleri dışında bile briç oynama davet edenlerden.

Rotterdam’da limana yanaştığımız gün gemiye gelen Shipchandler (gemilere kumanya malzeme temin eden) beni bir Pub’a götürmüş, bira içerken ilk öğütlerimi almıştım bile; “- Hollandalının hayatını onlarla birlikte yaşamaya bak,  lisanlarını öğrenmene gerek yok konuşulan bir dil değil, herkes İngilizce konuşur zaten”.

Hollandalılarla, onların hayatlarına paylaşmış olmam, bana yepyeni ufuklar açmıştı. Hayata bakışları, felsefeleri, yaşam tarzları, insani özellikle de kadın erkek ve gençler arasındaki ilişkiler, samimiyet, istemediği şeylerde kibarca direkt reddedişler ve daha niceleri. Sarıyer gençlik günlerimde hayalimde aradığım, ararken neyi aradığımı ne olduğunu bilemediğim şeyleri orada bulmuştum.      

Hemen her gün gitmiştim ofise mesai saatleri içerisinde, hatta tembih etmiştim hangi gün saat olursa, 7/24,  limana gelen acenteliğinize bağlı gemi gelirse beni de alın götürün diye. Bir çok ülke kültürünü görmüş yaşamıştım bu şekilde. İngiliz, Fransız, Rus, Çin, Arjantin, Pakistan elbette ki Türk gemileri...

Nisan ayında vardığımız için Rotterdam’a önce lalelerle festivalleri ile tanıştık, sonra peynir festival geçitleri, şenlikler güzel başlangıç olmuştu bize. Daha ilk günlerden bisikletle ofise gitmeye başlamış ve sonrasında neredeyse tüm Hollanda’yı turlamıştık. İki yaşlarındaki kızım Özlem ya annesinin ya benim bisikletimde geziyordu Hollanda’yı. Ülke dümdüz, bisiklet yolları vardı şehirlerarasında bile. Hollanda’ya düşerse yolunuz, uyarına gelirse, temin edin bisiklet, turlayın, iyi anılarla dönebilirsiniz…

Havalar şansımıza güzel gidiyordu, ailece parklara giderdik, hele haziran temmuz aylarında, Petersburg’un Beyaz Gecelerini anımsatırcasına  hava ilerleyen geç saatlerde  yavaş yavaş kararmaya başlıyordu.

Nieuwe Binnenweg en renkli caddesi idi, kaldığımız evin alt katında disco-pub vardı. Binanın içinden giriş kapısı olduğundan iki yaşımdaki kızımla kaçamaklar yapardık.  Hemen her sokakta insanların gidip bir iki saat bir şeyler içip sohbet ettiği Publar vardı. Yeni dostluklar, iş çıkışı rahatlamalar, psikolog gibi barmaidlerle laflamalar.  

Hollanda’da her kesime göre hitap edebilecek, vakit geçirebilecek, eğlenecek mekanlar bol miktarda bulunur, özellikle Amsterdam bu konuda çok farklılıklar sunar. 

Staj yaptığım şirkette, her altı ayda bir gece partisi düzenlenirmiş, ama sadece personele, hiç kimse ne eşini, ne çocuğunu, ne yakınını getiremezmiş. Bana da yalnız gelebilirsin ancak denildi. Partinin yapıldığı gecenin ertesi gün tüm Rotterdam’da bisikletimi nerede bıraktığımı aramıştım.! Aslında iyi fikir, personel rahat birbirine karşı, eşler gelince araya mesafe giriyor, tam rahat içme eğlenme olamıyordu.

İki yaşındaki kızımla yolu kaybettiğimiz gün

 

Özlem kızımla birebir çok vakit geçirmiştik, parklarda, havuzlarda, sokaklarda. Çok canlı, enerjik, ki bugün de hala aynı enerjisi  hatta fazlası ile devam etmekte. Bir gece gemide yemeğe davetliydik, yaklaşık yirmi kişilik davette yorulup uyuyana kadar tüm masanın lideri, eğlencesi olmuştu.

Kendine bir de isim takmıştı, Oden diye, sanırım belki de Hollandalılarla konuşmaya başladığında adın ne diye soruldu mu Oden derdi. (hemen herkesin İngilizceyi  rahat konuştuğu bir ülke, İngilizce biliyor musun diye sorardım önceleri, biraz diyen şakır şakır konuşurdu) Kızım bayağı iyi kavramıştı da Hollandacayı, konuşmaz fakat anlardı denilenleri genelde.. 

Bir Pazar günü ikimiz baş başa dalmışız bir yerlerde yürüyoruz, O nereye ben oraya, peşinden giderken baktım yolu kaybetmişim, etrafta da kimsecikler yok. Birden bir yaşlıca kadına rastlayınca sevindim ve fakat bu kadın Hollanda’da rastladığım İngilizce bilmeyen ilk ve belki de sonuncusuydu. Ben soruyorum, kadında yön sorduğumu anlıyor ama Hollandaca cevap veriyordu.

Aaa dedim Oden şimdi bana söyler kadının neler dediğini... Bekle ki söylesin, herhalde espri ve oyunu çok sevdiğinden benimle yeni bir oyununun değişik versiyonunu oynamaya başladı.

-Ne dedi Oden ?

-...

-Nereye gidelim?

-...

Uzayıp gitti bu oyunumuz da…

Bi tek anladığım kadının “ismin ne sorusuna” verdiğin cevap;

-Oden...

Bir ara insafa geldi de bir ipucu verdi, yolumuza revan olduk kaybolmadan daha fazla…

O günkü görüntüsü, yüz ifadesindeki muziplik hiç aklımdan çıkmaz. İki yaşının o halini, o güzelliğin, o masumiyetin, oyun zannedip çok hoşlandığı için bitsin istememesini...

Hollanda günlerimden… resim: 0

   M/V Gediz     13.116 dwton

Baba! Kızlara bakma sakın, Yoksa gözlerin misket olur!!!

Hayat akıp giderken sonbahar günleri kendini göstermeye başlamıştı.  Günler iyice kısalmıştı, sabah 9 ortalık karanlık, akşam 4 kapkaranlık, güneş nadiren kendini gösteriyor, yağmurlar, soğuklar, birlikte parka gitme, alışverişe çıkma, etrafta dolaşma olanakları çok azalmıştı. Bense gemilerin peşinde olduğum gibi o zamanlar, staj süresi bitimi yaklaşırken denizcilik alanında çok şeyler öğrenme merakım, edindiğim Hollandalı ve Türk denizci arkadaşlarla geçirdiğim vakitler ailece zaman paylaşımı mı azaltmaya da başlamıştı.

İşte sonbahar şartlarının zorlaması benim staj sonuna kadar kış günlerini yalnız geçirmeme neden olacaktı. Şansımıza D.B. Deniz Nakliyatı filosunun, en üst katta çift bölmeli, yeni ve özel müstakil yolcu kamaralı,  Gediz gemisi gelmekteydi limana. Üstelik bir hafta kadar da Londra’da gezme imkanı da veriyordu İstanbul yolunda.

Malum, gemiler rıhtımdan yavaş yavaş ayrılır, hem rıhtımda el sallayanlar hem gemi güvertesindekiler için uzun ve hüzün vericidir böylesine ayrılıklar. Kızım Özlem annesinin yanında bana el sallarlarken bir şeyler söylemeye çalışıyordu. Sesleniyordu baba, baba diye. Belli ki annesinden kapmış olduğu sözcükleri tekrarlıyordu bana, “Baba, kızlara bakma sakın yoksa gözlerin misket olur!!!”

Gemi uzaklaştıkça içimdeki hüzünde artmaktaydı. Ufukta kaybolana kadar Rıhtımda durdum öylesine. Staj kararım çıktığında annesi kıyamamıştı kızımızı İstanbul’da yalnız bırakmaya, iyi ki de öyle olmuş, yoksa benliğimi hala saran kızım ile  geçirdiğim onlarca anılarla bezenmiş güzel günleri, unutamadığım zamanları yaşayamayacaktım.

Rıhtımdan doğru eve döndüm, yatağa uzandım, “Tanrım ben ne yaptım, niye müsaade ettim gitmelerine” diye hıçkırdığımı dün gibi anımsıyorum. Yattığım yerden sanırım 24 saat geçtikten sonra kalkabilmiştim.

Yalnız ve ıssız kalmıştım Rotterdam’da.

Suadiye

25 Ocak 2023

 

Yorumlar
Kalan Karakter 800
Feza demiriz
Fethi bey bravo ne hafiza...ne guzel anilar biriktirmissiniz...ufkumuz genisliyor... Sevgiyle...