Çanakkale, Ayaş, Bursa vesaire... İsimler artık birer hikaye

"Son birkaç yıldır, daha doğrusu 2005’lerden bu yanadır, memlekette tuhaf bir domates cinsi türedi. Evvelinde de vardı ama pazara - markete inmezdi..."

Güncelleme:

 Üzerine söylenecek her şeyin bana - sana - kimseye yakışmayacağı, sıcağın etkisi ile telleri erimiş beynimi ise her görüşte elektrik çarpmışa çevirip bu yakışmayacak şeylerin konuşma merkezine aktığı bir cümle:

"Çiftçilerimizle, sözleşmeli, domateslerimizi, ellerimiz, katkısız, bilmem ne..."

Öğğk geldi. Her yerde. Türk tarımının en büyük neferlerinden zincir marketlerin sahiplerine, ordinaryus profesör bilmem kimden sosyal medyanın en cıvık influencerlerine her yeri kaplamış halde. Hepsi birleştiler, salça yapıyorlar. :) Tabii içler acısı bir halde.

Bilenler izlerken bu kostümlü tiyatroya gülüyor da herkes salçayı - domatesi bilemez elbette, onun için ben anlatayım çok kısa. Sorun ortada dönen samimiyet özürlü reklam kampanyalarında filan değil çünkü. Sorun domatesin ta kendisinde.

Son birkaç yıldır, daha doğrusu 2005’lerden bu yanadır, memlekette tuhaf bir domates cinsi türedi. Evvelinde de vardı ama pazara - markete inmezdi. Salça fabrikaları için fazla göze batmadan dikilir, bütün hasat bunlara gider, mamule dönerdi. Sonuçta kavanozun üzerine resmini bastığınız domates ile kavanozun içinde yer alan domates arasında herhangi bir alaka olması gerekmiyor. O ayrıntılar reklamcılığın alanına giriyor... 

Resmi hiçbir yere basılmayan domatesin cins adını hatırlamak mümkün değil. Bunların ismi genelde F3N1 gibi şeyler olur. Uzak Doğu’dan gelme, GDO'nun artık zirvesinde bir cinsti. O zamanlarda normal domateslerin kilo satış fiyatları 3 - 5 TL iken (ne günler...) bunun kilosu 2 - 2,5 kuruş arasında fiyatlardan gidiyordu ve buna rağmen üreticisine deli gibi kar bırakıyordu. O derece anormal bir verimi vardı. Sonra tabii yayıldı. Hem de öyle böyle değil, büyükşehirlerden köy pazarlarına, hiç sektirmeden her metrekarede bu domates ortaya çıktı. Bir ara Bursa domatesi diye isim taktılar, sonra şeklinden armut domates diye satılır oldu, salçalık domates oldu, başka bir ismi oldu, her yer bununla doldu.

Marketlerdeki salçalar, catering, restoran mutfaklarına dağıtılan beyaz bidonlar, pazarlar, manavlar, kapıya teslimatlar, sahil kasabaları, yol kenarları, köy bakkalları... Her yerde ve her yerde çok uzun yıllardır bu var. Fakat daha önemlisi şu var...

Bununla köyde salça yapıyorlar mesela, hop, onun adı "Köy Salçası" oluveriyor. Sonuçta hazırlandığı ortam köy ortamı? Üstelik hazırlayanlar da köylü kadınlar? Dolayısıyla salçanın da köy salçası olması gerekiyor ama köy salçası filan olmuyor. Bildiğiniz endüstriyel salça, ilaveten çok daha berbat koşullarda hazırlanıp dandik kavanozlara doluyor. Etiketi tükenmez kalemle yazılınca da "daha masum" ve dolayısıyla "daha pahalı" oluveriyor.

Köysel üretimin, köy tipi üretimin temel sıkıntısı tam olarak burada.

Köy salçası çıktı karşınıza, çok güzel, çünkü köy işte, adı üstünde... Ama değil.

Şunu sormanız lazım satıcısına: "Bunun içindeki domatesin cinsi ne?". Hatta, "Başkaca içine giren şeyler ne..?".

Çünkü köy salçası demek, bana göre, gerçek bir yerel cins domates, ince bir kabuk, eski bir tohum ve çekirdek demek. Bir de temiz bir tuz. Ötesi zehirdir. "Salça tozu" diye yaygın satılan kimyasal şey öyledir. Aspirin vesaire ile kolay yollu koruma yöntemleri öyledir. Kaçın. Köy salçası denilen şey, eğer isminin hakkını verecek ise, sadece iyi bir domates ve iyi bir tuz içerir. Böyle bir salça var mı? Var. Binde bir. Çünkü malum, memleket, her şeyin içinde bir şey, onun da içinde başka bir şey... Genlerimizdedir.

Çanakkale, Ayaş, Bursa vesaire... Bütün bu coğrafi isimlerin artık birer hikaye olduğunu lütfen bilin. İçinde kala kala beş tane çocuk parkı kalan Çengelköy'de hâlâ salatalık yetiştiği ve bu salatalığın memleketin bütün pazarlarına gittiği hikayesi gibi... Hepsi F3C1, Joker5 bilmem ne tohumlarına takılan sevimli isimler. Maalesef. Uzun zamandır böyleler. Çünkü öbürüne talep çıkmıyor.

Gerçek domatesin, yani o ince kabuklu, çekirdekli, orijinal cinsin tarımı çok zordur. Emek ister, binbir zahmet ister, nakliyede özen ister, çocuk yetiştirir gibi sabır ister. Nihayetinde bir tsunaminin altında kalıp kaybolunca da beş kuruş getirmez. Onun için de artık kimse kolay kolay dikmez. Kaldıysa üç - beş üretici... Motivasyonlar deli inadı ve / veya cesareti. Onları bulmanız lazım.

Lütfen sorun. "Bunun cinsi ne?". Böyle ayırabilir ve iyi bir yere çıkabiliriz belki de. Sonuçta siz neyi isterseniz o dikilir, eğer talep bu yönde çoğalırsa cevabı da mutlaka gelir. Bunu dalga dalga genişleterek çok yere çıkabiliriz.

Güneydoğunun şahı Lice, Trakya'nın iri Bulgar domatesleri, Ankara'nın orijinal Ayaş'ı, Ege'nin ve Çanakkale'nin yerel cinsleri... Keşke bunlar olsa köy tipi üretim söz konusu olduğunda ama olmuyor. Konya, Torbalı, Adana ve Balıkesir başta, bütün memleketi bozuk genli domatesler sarıyor. Nasıl kaçarsınız. Kendiniz yaparsanız kaçarsınız. Başka da bir yol sanki gözükmüyor.

Yorumlar
Kalan Karakter 800