Çalkantılı Bohem yaşam tarzı ile tek sanatçımız Fikret Mualla
"Fikret Mualla’nın resimlerinde konu ne olursa olsun, belirgin olarak öne çıkan özellik ise renk duyarlılığıdır. Resimlerinde kullandığı renkler, her bakanı kendine meftun edecek kadar etkileyici ve coşkuludur..."
Gelişmelerden anında haberdar olmak için Google News'te Paradurumu'na abone olun
Paradurumu'na Google News'te abone olun
Abone OlÇocukluk ve ilk gençlik çağlarımızdaki yaşadıklarımızı taşırız bir bakıma hayatımızın tamamına... En önemli dönüm noktalarıdır içinde bulunduğumuz sevgi ortamı ya da travmaları, aile, çevre, eğitim ve bulunduğumuz coğrafya...
Çocukluk travmaları erişkin yaşamda depresyon, anksiyete, alkol-madde kullanım ve kişilik bozuklukları gibi psikiyatrik hastalıklara neden olma oranlarının daha yüksek olmasını tetiklemektedir.
Türk resminin uluslararası üne sahip tek bohem sanatçısı Fikret Mualla’da (1903-1967), özellikle Paris yıllarındaki çok çalkantılı yaşamı, çocukluk ve gençlik yıllarının bir yansıması mı yoksa özgür ruhunun kendisini getirdiği kişiliği mi idi, belki de her ikisi, ya da daha fazlası.
Aslında çocukluğu Kadıköy’de bolluk ve mutluluk içinde geçmiş, Saint-Joseph ve Galatasaray lisesinde eğitim görmüş, ancak diğer taraftan daha 12 yaşında iken tutkusu olan futbol oynarken ayağını kırmış, topal kalarak ilk hayal kırıklığını yaşamış ve ruh sağlığı üzerinde derin izler bırakmıştır. 1918-20 yılları arasında Avrupa’yı kasıp kavuran İspanyol Nezlesini kaptığı okuldan bulaştırdığı annesinin ölümü ikinci büyük travması ve bir ömür boyu suçluluk duygusu taşımasıdır.
1921 yılında, 18 yaşında iken resim öğrenimi için Almanya yılları başlamıştır, belki de yaşadıklarını geride bırakmak için ayrılışıdır yaşadığı kentten. Almanya yılları, Fikret Mualla’nın sanat ve alkolle geçecek olan bir hayata yönelmesinde büyük bir etkendir. Almanya ve daha sonra kısa süreliğine gittiği Paris’ten 1927’de parasızlık nedeniyle İstanbul’a geri döner. Bu dönemde babası ile yaşadığı anlaşmazlıklar nedeni ile Beyoğlu’nun ara sokaklarında, eski bir evin tavan arasında, bohem bir hayat yaşamaya başlar. Resim öğretmenliği maceraları devam ederken, 1930’da Nazım Hikmet, 1932’de platonik aşkı Semiha Berksoy ile tanışır. Ancak Berksoy Nazım Hikmet’e aşıktır. Gerçek olan şu ki annesinin kız evlat beklentisi ile kız gibi yetiştirilmesi onun kadınlarla olan ilişkisini de etkilemişti bir bakıma.
Hayatı bin bir para kazanma uğraşıları, maceralar ile devam ederken, 1938 yılında bir gece Beyoğlu’ndaki Degüstasyon adlı lokantada içerken gözü duvardaki Atatürk portesine takılan Fikret Mualla, portreyi resim kalitesi açısından beğenmeyerek “bu ne biçim Atatürk resmi” der. Hakaret şikayetleri, karakolda geçen zaman ve sonrası dokuz ay Bakırköy’de, dönemin meşhur doktoru Mazhar Osman’ın hastası olan sanatçının o günlerde hastanedeki en yakın arkadaşı alkol tedavisi gören Neyzen Tevfik olur. Bu dönemde babasını da yitirince, paranoyaları iyice artar. O ruh haliyle, Bedri Rahmi’ ye şunları yazmıştır: “Allah rızası için beni buradan kurtar. Beni buraya Beyoğlu’nda çıngar çıkardığım için değil mirasıma konmak için kapatmışlar. Dün birkaç kişi geldi. Bana bir vasi tayin etmişler. Yani ben deli olduğum için babamdan kalan mirası alamayacakmışım. Allah aşkına beni buradan, vasiden kurtar. Bir avukat bul.”
Paris Yılları:
Fikret Mualla, 1938 yılında babasını kaybedince yüklü bir mirasın sahibi olmuştu. Mal varlıklarını satarak Paris'e yerleşmeye karar verdi. Gitmeden önce, Abidin Dino’nun ricası üzerine 1939 Uluslararası New York Türk Pavyonu için İstanbul konulu 30 kadar tablo yaptı ve 26 yıl boyunca yaşayacağı Fransa’ya gitti.
Fransa'ya gittiği dönemde ülkede Edvard Munch ve Wassily Kandinsky gibi ressamların temsilcisi olduğu dışavurumculuk akımı gündemdeydi. Fikret Mualla gibi bir bohemin Paris’e adapte olması, Paris’in de onu benimsemesi kolay olmuştu. Kısa zamanda Montparnasse kahvelerinin, Dôme'un, ve Seine Nehriyle, Saint Germain Bulvarı, Saints Péres ve St. Michel sokaklarının sınırlandırdığı ressamlar çevresinin belli başlı kişileri arasına girer.
Semiha Berksoy’a bu yıllarda yazdığı mektuplarda anlattıkları, hem Paris’in bohem sanat hayatının bir panoraması, hem de kendi geleceğinin bir yansıması gibidir:
“Size bu yaşayan ölülerden Anudes Modigliani’den bahsedeceğim. Modi bir İtalyan Musevisidir. Bir vakitler bir lokma ekmek parası çıkarmak için Montparnasse’te kapı kapı dolaşmış, resim satmak istemiş, kimse beğenmemiş, yani anlayamamışlar. Bazıları alay için beğenir gibi görünmüşler, saf ruhlu Modi de onlara inanır, resimlerini hediye edermiş. Kendisini takdir edenler de Picasso gibi yüksek artistlerdi ama o zaman Picasso da beş parasızdı…Modi vefat edeli on sene oldu, bugün en ufak tablosu 100.000 Frank ve günden güne artıyor….Modi eserlerinin bugünkü yüksek fiyatından mahsuben hayatı zamanında alelhesap bir gün bile iyi yemek yiyemedi... Kendisinin eline hediye olarak bazen birkaç para geçti ise onu da şaraba tahvil etti. İçtiği vakit ne Dôme’da ne de Rotonde’da kafasını kırmadığı, dövmediği kalmaz, polisle de onu depoya götürürlermiş….Bugün Rue de Boetu’daki büyük galerilerde asılı duran Modigliani’leri görmek kabil. Modigliani klasik olmuştur. Kütüphaneler hakkında neşr olunan kitaplarla dolu.
Ne ilginç ve acıdır ki, Mualla’nın ‘Modi’ üzerinden anlattığı bu hikaye bir yerde kendi akıbeti gibidir. Sanatından anlayanlar tarafından sömürülmekte ve resimleri ederinden çok daha ucuza gitmektedir. Ancak yine de bir kadeh içki, bir paket sigara karşılığında resim satmayı sürdürür.
Paris'te kısa bir süre eğlenceli, lüks bir yaşam süren Fikret Mualla, II. Dünya Savaşının başlaması ile zor bir döneme girdi. Tablolarını yok pahasına satıyordu. Alkol sorunu, polis fobisi, yurt özlemi nedeniyle yaşadığı sıkıntılar birkaç kez akıl hastanesinde tedavi görmesini gerektirdi.
Tek seçeneği resim yaparak aç ve içkisiz kalmamaktı, resim satacak karnı doyacak ve içecek. Paris’in, özellikle Saint Garmain bölgesindeki kafeler sanatçı ve edebiyatçıların uğrak yeriydi. Ancak Fikret Mualla kafelere ya ısınmak ya da resim satmak için giderdi
Paris’te sanat Saint Germain kafelerinde doğmuştu. Abidin Dino, Nazım Hikmet, Picasso, Sartre, Dali buraların müdavimi idi. Café de Flore gibi ünlü kafelere biraz daha parası olanlar giderdi. Fikret Mualla Isınmak ve resim satmak için gittiği kafelerde resim satamazsa garsonlara bir iki şişe şarap karşılığı verirdi resimlerini. Le Dome Kafesinde bir gün yer içer parasını ödeyemez yaka paça dışarı atılır.
Paris sokakları gezdiği resimlerini yaptığı ve sattığı yerdi, ne isterlerse onu yapıyordu, resimlerinde yer verdiği en çok unsurlar insanlardı, hayatı renksiz geçerken resimleri özgür ve rengarenkti. Yaşadıklarını mı çizdi, çizdiklerini mi yaşadı, yoksa her an düşecek gibi çizgide mi yaşadı? Yalnızlığının ve kimsesizliğinin örtüsü sımsıkı sarıldığı
İçkisi ve fırçası idi. Hayal ettiği dünya yaşadığı değil boyadığı tuvaller oldu bohem bir hayat yaşarken.
1939 da adım attığı Paris’te 1959’a geldiğinde bile bir resim sergisi açamamıştı
Sanat çevresinde iyi bir intibaa bıraktığı da söylenemezdi. Nihayet şans biraz da olsa yüzüne gülmüş bir hayranı, Prof. Frans Bertin adında bir koleksiyoner, 1959’da ona sergi açmıştı, ne yazık ki bir şartı vardı, açılışta O olmayacaktı. Sergi Paris'teki sanat çevrelerine görkemli bir şekilde tanıttı Fikret Mualla’yı, Paris ressamı olarak tanınmasını sağladı. Birçok büyük sanatçıyla tanışmıştı.
Fikret Mualla ve Madam Angles
Yüzüne gülen son şansı 1959-62 arası mutlu yaşamasına olanak sağlayan resimlerinin sürekli alıcısı olan Madam Fernande Angles ile tanışması olmuştu. İçkiden vazgeçemediği mutat günlerden birinde, eylül 1962, Montmartre’de dolaşırken sokağın ortasına yığılıp kaldı. Bu olay Paris’e vedası olmuştu. Hayatı artık Alplerin güneyinde Reilanne köyünde devam edecekti. Fikret Mualla, yaşamının beş yılını geçirdiği bu köyde sürekli resim yapıp Angles’e göndererek geçimini sağlıyordu. Köylülere göre o; “Van Gogh”un oğlu idi.
1967 yılı mayıs ayında sinir krizleri nedeniyle bir dinlenme evine yatırıldı. 20 Temmuz günü ölü bulundu. Reillane'daki Mane Mezarlığı'na gömüldü. Cenazesinin isteğine uygun olarak yurduna getirilmesi 1974 yılında gerçekleşti. Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’ün eşi Emel Hanım'a çocukluk yıllarında resim dersi vermiş olması ve bu sebeple Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk'ün ilgilenmesi üzerine kemikleri İstanbul’a getirilerek Karacaahmet Mezarlığına gömüldü.
S a n a t ı:
Mavi Bar
Fikret Mualla’nın resimlerinde konu ne olursa olsun, belirgin olarak öne çıkan özellik ise renk duyarlılığıdır. Resimlerinde kullandığı renkler, her bakanı kendine meftun edecek kadar etkileyici ve coşkuludur. Sanatçı, kompozisyonlarında karşıt renkleri sıklıkla bir arada kullanır ve bunların yarattığı kontrastı ustalıkla dengeleyerek izleyici üzerindeki etkisini arttırır.
Her ne kadar kalabalıkları, sokakları, barları, müzisyenleri resmetse de, kendisi kalabalığın içinde hep bir yalnızlık yaşamıştır. Bu duygu resmindeki figürlere de yansır. Kalabalık figürlü eserlerinde bile, her figür bedeninde derin bir yalnızlığı da taşır. Farklı sosyal gruptan insanları yan yana getirdiği resimlerinde, figürler kent insanının yalnızlığının bir dışavurumu gibidir.
Sanatçının İstanbul dönemi ile Fransa dönemi eserleri biçim ve renk açısından benzerlik gösterir. Sadece konular farklıdır. İstanbul döneminde Haliç, mezarlıklar, Ayasofya, cami avluları, Eyüp, çeşitli portre, nü ve peyzaj çalışmaları vardır. Fransa döneminde bunların yerini Paris sokakları, kafeler, bistrolar, lokantalar, cazcılar gibi, yine bizzat içinde bulunduğu ortamlardan seçtiği konular alır. Örneğin, bar ve bistrolar, Fikret Mualla'nın en önemli temalarından birisidir.
Cazcılar
Resimlerini genellikle renkli fon kâğıtları üzerine guaj boya ile yaptı. Suluboya ve pastel malzemelerini resimlerinde sıkça kullandı. Paris sanat ortamında tanınması biraz zaman alan Fikret Mualla'nın eserlerini Picasso’nun övdüğü, hatta bir resmini satın aldığı, kendi çalışmalarından birini de ona hediye ettiği ve Fikret Muala'nın da Picasso'nun verdiği tabloyu bir rakı parasına sattığı bilinir.
Fikret Mualla'nın başlıca eserleri arasında Oturan Adamlar, Kafe, Marsilya'da Fransız İşçileri Bir Kahvede, Haliç ve Süleymaniye, Paris'te Bir Sokak, Baloncu ve Balıkçı sayılabilir.
Ölümünden sonra Paris'te açık artırmaya çıkarılan resimleri de Türk devleti tarafından satın alınmış ve Ankara Resim ve Heykel Müzesi'nde bir Fikret Mualla Salonu oluşturulmuştur. 1976'da dostlarından, yakınlarından ve çeşitli koleksiyonlardan derlenen 118 resmi ile Ankara'da adına bir sergi düzenlendi. Yapıtlarının çoğu bugün özel koleksiyonlarda bulunmaktadır.
Kafe
Günümüzde Paris'te Fikret Mualla Dostları Derneği adında bir dernek vardır, bu dernek, Fikret Mualla'nın tablolarının orijinalliğini araştırmak ve ressamı tanıtmak sorumluluğunu yüklenmişti. Dernek Paris’te ölümünün 40. Yılında, yani 2007 yılında, sanatçının yaşamından esinlenerek hazırladıkları çalışmaların yer aldığı bir sergi açmışlardı. Serginin küratörü Jacqueline Quillere “Fikret Mualla çok büyük bir ressam. Fransa’da ve Türkiye’de çok tanınan, bilinen bir isim. İki ülkenin sanatçılarının da Fikret Mualla’ya saygılarını sunabilmesi için böyle bir yol düşündüm. Bu şekilde herkes onun hayatından etkilendiği kesiti resimleyerek, ona ve eserlerine saygı sundular”.
8 Şubat 2024
Suadiye