Bastığımız toprak!

"Üzerine bastığımız toprak, soluklandığımız hava, özgürlüğümüzü haykırdığımız gökyüzü, yemişini meyvesini yediğimiz ağaçlar, nimetlerinden yararlandığımız ormanlar, bereketin fışkırdığı denizler ve üstünde güvenle gezindiğimiz yeryüzü meğer çok kıymetliymiş..."

"Yeryüzünü doldurun ve denetiminize alın; denizdeki balıklara, gökteki kuşlara, yeryüzünde yaşayan bütün canlılara egemen olun."

                                                                                                             Kutsal Kitap: Tekvin (Yaratılış) 1:28

Çocukluğum çok güzel bir sahil kasabasında geçti. Köyümüz hemen denizin yamacındaydı. Etrafta çok güzel bir doğa vardı. Küçük bahçemizde kuş cıvıltıları eksik olmazdı.  Ağaçlar, çiçekler, kuşlar, böcekler sabah farklı akşam farklı söyleşirlerdi. Sabah serinliği ile akşam serinliği arasında da fark vardı. Bu farklar ayrı bir güzellik ayrı bir zenginlikti. Rüzgâr sabahları bizimle birlikte denize açılır, akşamları denizin iyotlu kokusunu bir meltem olarak karaya taşırdı. Günün yorgunluğunu ‘Seyir Tepesi’ adını verdiğimiz bir yükseltide batan güne teslim ederdik. Bu tepeyi çok severdim; akşam saatlerinde bu tepeye çıkarak gün batımını, güneşle denizin vuslatını, renkten renge giren bulutları ve bunların ötesindeki sonsuz boşluğu bilinmezlik duyguları içinde seyrederdim. Ayaklarımın yerden kesildiğini hisseder, akşam yuvalarına dönen kuşlarla birlikte kanat çırpmak isterdim. Aslında gündoğumu da günbatımı da aynı şeydi. Bunu daha sonraları okulda öğrendim; güneş bir yerde doğarken diğer tarafta batıyordu. Ancak algılarımız bu güzellikleri bize farklı yaşatıyordu ve doğanın zenginliği buradan geliyordu.

Sırçadan yapılmış bir köşk içinde geçmiş meğerse çocukluğum. Hiçbir şeyin farkında olamadan bu sırça köşkün içinde çok hassas dengeler içinde yaşadığımızı, eğer bazı önlemler almazsak bu güzelliklerin insanla birlikte yok olacağını, çok daha sonraları, yürek yangıları içinde öğrendim. O zamanlar dahi anlam veremediğim ama benliğimi ürperten bir korku içinde olurdum. Örneğin denizin kabararak her şeyi içine aldığını, meltemlerin fırtınalara kasırgalara dönüşerek her şeyi önüne kattığını, gökyüzünde güneşin kaybolduğunu; insanların, kuşların, böceklerin, karanlıklar içinde yitip gittiklerini ürpererek düşünürdüm. Böylesi anlarda bastığım toprağa daha güçlü basar, etrafımdaki ağaçlara sıkıca sarılırdım.

Son zamanlarda bu korkularımın dünya üzerinde yer yer gerçekleştiği, iklimlerin değiştiği, buzulların eridiği, yangınların, sellerin, fırtınaların insanların canlarına ve mallarına tebelleş olduğu gerçekleriyle, bile bile ve göz göre göre, bir arada yaşamak hayli üzüyor ve düşündürüyor beni.  

Bastığımız toprak! resim: 0

Üzerine bastığımız toprak, soluklandığımız hava, özgürlüğümüzü haykırdığımız gökyüzü, yemişini meyvesini yediğimiz ağaçlar, nimetlerinden yararlandığımız ormanlar, bereketin fışkırdığı denizler ve üstünde güvenle gezindiğimiz yeryüzü meğer çok kıymetliymiş; uzay boşluğunda biricikmiş ve sadece bizler içinmiş! Öyle ki, başını sonunu bilemediğimiz ve adına Evren dediğimiz sonsuz bir boşluk içinde kayalardan, metallerden, gazlardan oluşan milyarlarca cisim birbiri ardınca yuvarlanıp dönüyor. Yıldızlar, güneşler, gökadalar birbiri içine geçmiş.  Kimi donmuş bir buz dağı, kimi fokur fokur kaynayan kazan, kimi gazdan bir küre; üstüne basacak bir yer yok! Üzerlerinde yaşamak mümkün değil. Bir tek bizim dünyamızda var biyosfer dediğimiz yaşam kuşağı.  Dünya'da canlıların yaşadığı 16-20 km kalınlığındaki bir tabaka. Buna “canlı yüzey” de deniyor.

İşte bu kadar; olup olacağı bu! Sonsuz boşlukta kaynaşan yıldızlardan, güneşlerden, gökadalardan payımıza düşen bu kadarcık! Evrendeki yaşam yurdumuz; mayalandığımız hamur; yaşamımız, umutlarımız, mutluluklarımız, hayallerimiz ve sevgilerimiz… Denizi-kumu, dalı-yaprağı, çiçeği-böceği, kurdu-kuşu ile bizim olan, bizden olan, evimiz, yuvamız!

Bu nadide yaşam kuşağının evrimi yaklaşık 3.5 milyar yıl önce başlamış. Bu aynı zamanda kaderimizin de başlangıcı sayılır. Fiziksel kozmosun bilinen kısmının boyutlarına kıyasla, biyosferimizin boyutları sonsuz derecede küçüktür ve gezegenimize göre çok sonraları oluşmuştur.

Koca evrende bu güne kadar başka bir hayatın izine rastlanmadı. Bu yüzden, şimdilik de olsa, dünyamız da üzerinde yaşayan bizler de evrende biriciğiz.  Bildiğimiz gibi insan, dünyada farkındalığa-bilince-şuura sahip tek canlı türü. O soran sorgulayan, sebep-sonuç ilişkisini bilen, buna göre akıl yürüten ve buna göre yaşayan (!) bir varlıktır. Aynı zamanda kendinin ve kendi dışındakilerin farkında olan, her şeyi kendine göre tanımlayıp onlara ismini veren; öğrenen, tasnif eden, bilgiyi biriktirebilen ve aktarabilendir de. Onu evrimi buraya taşımış ve biricik kılmıştır. Evren ve evrim tarihine bakıldığında dünya sanki insanın var olması ve onun varlığını devam ettirmesi için hazır edilmiş gibidir. Bu durumumuz gayeli midir, değil midir? Felsefi boyutta tartışıladursun ama biz onun için neler yaptığımıza ve neleri niçin yapmadığımıza bakalım.

Bu noktadan bakıldığında biz insanlar oldukça bencil, aymaz ve cahil varlıklarız. Hırslarımız tutkularımız uğruna bindiği dalı kesen aklı-evveller gibiyiz.  İnsanına hayvanına milyonlarca yıldır yeten bu muhteşem dörtlü (litosfer-hidrosfer-biyosfer ve atmosfer) artık ona dar gelmektedir. Esasen Dünya hepimize yeter. Ancak insanın son devredeki (son iki yüz elli yıl) bencilliği, açgözlülüğü, hırsları ve tutkuları devreye girince bırakın dünyayı evrene dahi sığamayacak bir konuma erişmiştir insanoğlu.

Bastığımız toprak! resim: 1

İnsan önceleri diğer canlılar gibi doğanın içindeydi ve onun koşullarına tabiydi. Farkındalığı, onu bilgi ve teknoloji sahibi kıldı.  İnsan giderek doğanın sırlarına vakıf oldu ve onu yönetimine aldı. Artık insan, doğa ve içindekilerin (canlı cansız her şeyin ) hepsine hükmeder hale gelmişti. Okyanusların derinliklerine indi. Atmosferin katmanlarında gezindi ve uzayın sonsuzluğuna açıldı. Ancak insan buralara tutku ve hırslarını da taşıdı. Bu aymazlığı ne yazık ki, hız kesmeden de devam ediyor.

Son yıllarda gerek ülkemizde gerekse dünyada gün geçmiyor ki doğanın isyanı diyebileceğimiz bir felaket yaşanmasın. Bundan böyle artık o rengârenk yaşam dolu mercan 

resifleri olmayacak. Yüce balinalar, paytak penguenler de. Istakozlarla istiridyeler de... Denizanaları olacak, çok çok denizanası...

Ve her şey bir devrimle başladı. Adına “Endüstri Devrimi” dediler bunun. 18. Yüzyılın ikinci yarısında oluşan dünya düzeni (Kapitalizm ) bu devrimi yedeğine alarak bu saatten sonra dünyadaki her şeyi değiştirdi. Zenginliği keşfetti insan;  hırs ve tutkuları aklın önüne geçti. Hak hukuk bilmeden zorbalığa soyunan bu yeni insan tipi (Modern insan) Dünya üzerindeki hemcinslerini, diğer canlıları ve doğayı sömürmeye ve hızla tüketmeye başladı. İnsan türünün hırsı ve tutkusu artık sınır tanımıyor, açgözlülüğü dikiş tutmuyordu. Dünya ve içindeki her şey KÂR potasında ergiyor ve dünya küreselleşip tekelleşiyordu ve koca evren bir avuç insanın oluyordu.

Esasen, günümüzde yedi milyar insanın rızkı bir-buçuk insanın elinde toplanmışsa ve dünyadaki bu tekelci servet (KÂR) her yıl en az yüzde 30-40 oranında katlanarak artıyorsa bu konularda (biyosferimiz ve içindekiler) söylenecek pek fazla bir şeyimiz kalmamış olsa gerektir.

Şimdi o güzel köyüm anılarda ve masallarda kaldı. Sazlıklar yok oldu akan dereler kurudu. Seyir Tepesinde demirle beton sarmaş dolaş lüks otellere rezidanslara dönüştü. Köyüm önce belde sonrasında kasaba, şehir oldu. Her yer beton denizine dönüştü; ağaçlar ormanlar yakıldı göller, göletler kurutuldu ve denizler kirletildi. İşlenecek toprak, meyve verecek ağaç bırakılmadı. Günümüzdeki çevre felaketleri; dünyanın ısınması, buzulların göçmesi, iklimlerin değişmesi ve gezegenimizin korkunç bir seraya dönüşmesi; doğanın, bu insan türünün aymazlığı ve sorumsuzluğu karşısındaki isyanından başka bir şey değildir.

Bilim bize net olarak şunu söylüyor: Asya’da, Avrupa’da, Avustralya’da... Sıcak dalgalarının sayısı da, şiddeti de, sıklığı da artacak... Uzman kişiler, önümüzdeki birkaç on yılda toprak gaspının (!) iklim değişikliğinden bile daha vahim olacağını öngörüyor. İnsanlık, aymazlığına ve açgözlülüğüne dur demezse biyosferin maruz kalacağı kirlenme ve talan, öngörülebilir bir zaman diliminde, bu son derece tehlikeli sonucu doğuracaktır. Biyosfer kendi kendini düzenleyen ve kendi kendine sürekliliğini sağlayan hassas bir kuvvetler dengesi sayesinde ömür sürüp ayakta kalır. İnsan şimdiye kadar ortaya çıkan en güçlü tür olmakla beraber türlerin en kötüsüdür de. Çünkü hem yaptığının hem de bile bile yaptığı seçimlerin bilincindedir. Ancak İnsan bilincinin kötülüğe isyanı İnsan türünün iyi olabileceğinin de kanıtıdır. Kötülükle iyiliği sadece bir bilince sahip bir canlı ayırt edebilir. Bu yüzden umutlu da olmalıyız!

Kutsal Kitap, Tekvin' in ilk bölümünün 28. ayetinde:

“Verimli olun, çoğalın" dedi, "Yeryüzünü doldurun ve denetiminize alın; denizdeki balıklara, gökteki kuşlara, yeryüzünde yaşayan bütün canlılara egemen olun." (Yaratılış 1 :28)

Modern insan bu durumu ziyadesiyle gerçekleştirdi. Ancak bundan sonrası için Kutsal Kitapta herhangi bir iş’ar yok. (İsa hangi dünyaya gelecek?)

Zamanımızda İnsan türünün, biyosferin yaşana-bilirliğini, insan hayatının kendisi dâhil, bütün canlı türleri açısından tehlikeye düşürdüğünü gecikmeyle de olsa anladık. İnsan türü, basiretsiz insanların açgözlülüğünün biyosferi maruz bıraktığı kirlenme ve talanı durdurmak için, derhal ve etkili bir şekilde, şimdi, topluca harekete geçmezse, öngörülebilir bir zaman diliminde bu son derece tehlikeli kaderi yaşayacaktır.

Biyosferin bileşenleri birbirine muhtaçtır ve İnsan türü de diğer canlılarla birlikte biyosferin varlığına muhtaçtır. Biyosfer hayatı barındırması mümkün bir yurt olma özelliğini yitirirse, insan soyu da yok olma (collapse) hüsranını yaşamış olacaktır.

Ağustos 2023, Acıbadem

Kaynak ;

Arthur C. Clark; Geleceğin Çehresi,

Arnould Toynbee - İnsan Soyu ve Toprak.

Wikipedia Özgür Ansiklopedi.

Etiketler Cemal Çalımer
Yorumlar
Kalan Karakter 800
Fethi Denizmen
Çocukluk günlerinde yaşadiklarinla, hikayelerinle yazına başlaman, doğanın ve yaşamin o muhteşem guzelliklerini çok sıcak ve samimi pekilde yansıtman tek kelime ile harika. Bugun geldigimiz noktadan sonra, yani iklim değişiklikleri, anormal hava şartları, aşırı sıcaklık ve kuraklık, diger taraftan sel felaketleri ki Boyle devam ederse, atmosfere yayilan sera gazlari azaltilmszsa, yasamak cok zorladacak gelecek nesiller Bunu dusunmuyor maalesef Yaz Cemo yaz, hep yaz, kalemine emegine saglik