Yeni Seneye Girerken…

Yeni seneye girerken, benim yaş hop diye 54'e geçiverdi! Durdum, düşündüm… Galiba artık daha sakin, daha huzurlu, daha dikkatli, daha organize, daha akıllı olmanın zamanı geldi. Sabahtan beri kendimi biraz ağırbaşlı hissetmeye başladım bile…

Güncelleme:

Yeni seneye girerken, benim yaş hop diye 54'e geçiverdi!  Durdum, düşündüm… Galiba artık daha sakin, daha huzurlu, daha dikkatli, daha organize, daha akıllı olmanın zamanı geldi. Sabahtan beri kendimi biraz ağırbaşlı hissetmeye başladım bile…

Çocuklarım bana hep "Anne ne zaman ergenlikten çıkacaksın?" diye sorardı. Onlara istedikleri yanıtı, geç ama güç olmadan bundan gayrı verebiliyorum. 

Güzel bir yeni yıl akşamıydı. Ama şaşkın bir sabaha uyandım. Geçmiş senenin muhakemesini yapmaya başladım.

Bana gelen maillerde geçen birkaç konuyu yazmam gerektiğini düşündüm de öyle yazmaya başladım... 

Mail konuları; en çok yaşanan bebek alerjileri, intoleransları, egzama dahi bin türlü cilt hastalığıydı... Son dönemde hepsi patlama yapmıştı. Alerji konusu son beş senedir gelen üç sorudan biriydi.  Ya da kulak misafiri olduğum beş konuşmadan ikisi bu sıkıntılar üzerine. Ve bir buçuk yıldır da iyice çığırından çıktı. 

Nedeni belli! İnsanlar bazı sebeplerle hijyen kahramanı haline geldi. Zaten korkan ve çekinen taze annelerin üzerine bir de pandemi eklenince olan oldu. Yeni neslin bu kaygılarını elbette anlayabiliyorum.

Bizler bir üst kuşaktık ve kaygılarımız daha azdı. Artık anneanneler ve babaanneleriz :) Bizim zamanımızda alerji falan çok yoktu.

Toprakları, duvarları, kedileri, köpekleri, ağaçları, dalları ve yaprakları yalayarak büyüdük. Ağaçtan düşmüş toz toprak içindeki dutları yedik. Su istediğimizde komşunun verdiği tek sürahi ve tek bardaktan, otuz çocuk sıraya girip içtik. Aynı ekmekten koparıp yedik. Su çiçeği çıkardık mı bütün mahalle aynı anda çıkardık. Kabakulak, kızamık hep aynı şekilde oldu. Hepsini kolektif yaşadık. Aynı anda, maaile... Tavuk suyuna çorba yapıp içine limon, karabiber ekler, içerdik. Akut birkaç günden sonra geçerdi, biliyorum. Gayet de iyi hatırlıyorum. 

"Aman elleme", "Ellediysen elini dezenfekte et sakın başka yeri elleme", "Yere değdi sakın yeme", "Eldiven tak arkadaşını öyle elle” gibi söylemler yeni çağ ile başladı. Yetmedi çocukları; okuldan, arkadaşlarından, yaşıtlarından uzağa çektik. Bütün bağışıklık sistemleri çöktü gitti. 

Tüm bu hengamede, hatta on yıl öncesinden başlayan süreçte gıda sektöründe de çok şey değişti.

Süt ve süt ürünleri değişti.

Süt eskiden canlı bir şeydi. Yoğurt da öyle, Peynir de...  Süt, eskiden kesilirdi. Yoğurdu dolaba koymayı unutursak akşamına ekşirdi, peynirler de birkaç güne kalmaz küflenirdi. Çünkü canlı bakteri içerirlerdi. Önce yediklerimiz- içtiklerimiz üzerinde denemeler yapıldı. Sonra baktılar yetmedi, bu kez sütü veren ineğin yediğine- içtiğine kadar değiştirdiler.

Bugün beş -on hayvancı dışında, Türkiye'nin bu yanında, hayvanını kafese kapatmayan kalmadı. Hayvanlara mısır silajı, çuval çuval özel yem ve tek bir adım atmadığı için de elbette antibiyotik veriliyor. Ortaya sütten başka her şeye benzeyen bir beyaz sıvı çıkıyor. Oysa o hayvanın gezmesi lazım, dolaşması lazım, ot yemesi lazım. Yediği güzel otları süzmesi, süte çevirmesi lazım... -ki reklamlarda da bunu vurguluyorlar sağ olsunlar. Ya da "butik sütçünün" PR çalışması hep bu yönde. Ama o hayvanlar yok aslında, hepsi kafeste. 

Bakliyat değişti. 

Hepsi ithal. Tamam hepsi değil, çoğu ithal. Buyursun, başımız üstüne elbette... Ama ithal bakliyat demek fizanda hasat edilmiş, depolanmış, limanlara aktarılmış, konteynerlere basılmış, okyanuslar aşmış, burada gümrük- ardiye- ambalajlama- depolama- dağıtım süreçlerinde bir asır tamamlamış bakliyat demek. Bunca yolculukta bakliyatın sağ kalmasının ilaçtan başka çaresi maalesef yok.

İlaç = Böcek ilacı, zehir yani. Üzerine bir de işlem ki 6 ayını konteynerde, 2 senesini de rafta, depoda, markette sağlam geçirsin diye. 

Annemlerin karanlık köşede tuzlayıp, astığı bakliyatlardan bugüne her şey çok şey değişti. O günlerin nohutu, kuru fasulyesi, mercimeği, pirinci bugün var mı sizce? 

Yıkar, ayıklar, pişirirdi annem. Taşını da böceğini de. Şaşırdınız mı?

Bence şaşırmayın! Annenize, onun annesine konuyu bir açın. Size o anlatsın. 

Tuz değişti. 

Tuz çok kıymetli bir mineral kaynağıydı. Maalesef alüminyum eklentili NaCl ile değiştirildi. Aksın derken gerçeği unutuldu gitti. Öncesinde ucuz, ufak çuvallarda, böyle grimsi- biraz da kirli gibi duran, tasta yapış yapış olan gerçek kaya tuzu vardı. Evde tuz kabından ıslak bir şekilde alırdık, yemekte ve kahvaltıda kullanırdık. Sonra havalı ve asla nemlenmeyen (neden acaba?) modern tuzlara geçiş yaptık. Bünyelere hediyesi alüminyum kalıntısı oldu. 

Ekmek değişti. 

Detayını anlatmaya gerek yok bence... Ekmek değişti. Un değişti, unun içine on çeşit katkı maddesi girdi. Artı, maya da tırt olunca bütün besin değerleri bozulup gitti. Vitamin kalmadı. Protein kalmadı. Gluten farklı bir glutene döndü. Öyle farklı dönüştü ki yeni gluteni kimse sindiremedi.  

Su değişti.

Ambalajlanıp satılır oldu. Plastikte, damacanada, cam damacanada, hangisi olursa... Suyun canlı kalmasını ise tüketici asla kabul edemedi. Acayip bir hijyen takıntısı ile üreticiye çok yanlış sorular geldi. 

Su konusu bana hep sorulur…

1) Suyun bölgesi önemlidir.

2) Suyun mineral değerleri önemlidir. 

3) Ozonlama yapılmaması çok önemlidir. 

Durum böyleyken yeni nesil tüketicinin kriteri cam damacana mı değil mi? Cam damacana daha iyi değil mi? 

Açayım bu konuyu...

Ozonlama canlı suyu öldürür. Ölü (nötr) su ise içtiğinizde sizden mineral alır. Aldığı minerali vücuttan ince bağırsak yoluyla atar.

Cam damacana ise bu kartelada, gerçekten önemi en düşük olan şey. Damacanalardan suya kimyasal geçiş olmaz. (Yüz milyonda iki gram BPA vesaire… O bahsedilen miktarın üç katını cep telefonunuza her dokunuşta aldığınızı da kimse anlatmaz.) Asıl konu yosunlaşmadır. Damacanayı güneşli bir yerde tutarsanız, damacana yosun yapar. Yani yapmalı ve yapıyor ise o su iyi bir su demektir. Canlı bir sudur. Bununla karşılaştığınızda firmayı arayıp şikâyet etmek ve buna bir önlem alınmasını talep etmek bir tercihtir. Önlem olarak su ozonlanır. Damacanayı güneşin altına koymamak bir başka tercihtir. 

Kıymetli gıdaları yanlış değerler üzerinden karalamak ve üzerlerini çizmek ne yazık ki gıda cahili bırakılan bizlerin en büyük hatası. 

Et değişti. 

Pembe et, bordo et. Bunu çok detaylı yazmıştım, mail'leri arşivliyor iseniz "CAFOS" diye lütfen bakın, 2013'ten çıkacaktır. Hatta tam olarak 13 Temmuz 2013 Cumartesi yazmış yollamışım. 

Evlerin düzeni değişti. 

Sıcak yemek pişirmek artık pek olmayan bir şey. Turşu kurmak, sirke kurmak gibi şeyler de özel bir hobi ya da babaanne modası haline geldi. Meyve ile şekeri karıştırıp reçel yapamayanlar ülkesiyiz. Kilerini kendisi hazırlayan, et suyu- kemik suyu çıkarıp hane halkına şifa çorbası yapan annelerimizi unuttuk gitti. Medeniyet sandığımız mekanlarda beslenemedik, hasta olduk. Güçsüz kaldık. Yiyip içen ama beslenmeyen bünyelere sahip olduk. 

Mutluluğu garip şeylerde aradık. Gelenekten koptuk. Abuk sabuk, hep başkalarının yolları- yöntemleri ile, el yordamı ile bir acayip şeyler bulduk. Bir aile sofrasında duygusal ve fiziksel olarak beslenmek yerine telefonda enerji transferinin peşine düştük. Bilmedik, saçtık, saçmaladık. Ortak hatalarımızdır hepsi, benim de çok var. Kabullenip yazanı, yazılmayanı yola koymanın senesidir belki... 

Değişen onca şey içinde bir süredir çocukluğumu özlüyorum. Çocukluğuma ait şeyleri arıyorum. Önceleri yaşıma veriyordum bunu ama sonra anladım ki bütünü, totali, art niyetsiz, yardımsever, paylaşımcı insanları, ilgili ve şefkatli aileleri çok özlüyorum. Yaşadığım mahalledeki herkesin benim ebeveynim olmasını özlüyorum. Onlarca ablayı, abiyi, teyzeyi ve amcayı özlüyorum. Hiç kötülük görmediğim ve hiç kırılmadığım Saskara'daki yazlarımı; Hacı Salih Efendi Sokak'ın Birlik Apartmanı'nı özlüyorum. 

İkisinden birine giderseniz, kıyıda köşede denk geliriz.  Gece vakti hırsız gibi; İskender Paşa’ya gidiyor sokağa bakıyorum. Kocaman bir yerdi, meğer ne kadar darmış... 

Stres oranı değişti.

Sopanın ucuna bir havuç taktılar. Tüketim havucu. Yetersizlik, 'daha daha' havucu... Toplumun bu havucuna rızkına razı olan esnaf da uydu. Düzen bozuldu. Sonuç epey beter oldu. 

Biz değiştik...

İçimiz, özümüz, dokumuz, değerlerimiz, yapımız, öğretilerimiz değişti. Bize belletilenler ile yol almaya çalıştık. Bilmek, araştırmak, öğrenmek demode oldu. Kalıpların ve manşetlerin ülkesi olduk. Bilmeden bilenlerin, görmeden görenlerin, hak etmeden galip gelenlerin ülkesi… Döndü dolaştı oklar topluma döndü. O oklar sağlığımızı bozdu. 

Dönüşüm...Haftalar haftaları kovalıyor. Sorunlar birbirini kovalıyor. Sonra hepsi birleşip beni kovalıyor, bitmiyor. Sistemsizlik ve kontrolsüzlük yeni sorunları doğuruyor. Eskilerini büyütüyor. Hepsi kar topu gibi büyüyor.

 

 

Etiketler 2022
Yorumlar
Kalan Karakter 800