Derli Toplu
İlginç bir devirden geçiyoruz. Bütçeniz çuvallardan taşıyor bile olsa, gelecek hepimiz için belirsiz. Her kafadan çıkan seslerin içinde huzurun olmadığı, korkunun ve endişenin olduğu bir tünelden geçiyoruz.
Gelişmelerden anında haberdar olmak için Google News'te Paradurumu'na abone olun
Paradurumu'na Google News'te abone olun
Abone Olİlginç bir devirden geçiyoruz. Bütçeniz çuvallardan taşıyor bile olsa, gelecek hepimiz için belirsiz. Her kafadan çıkan seslerin içinde huzurun olmadığı, korkunun ve endişenin olduğu bir tünelden geçiyoruz.
Devlet memuru anne ve babanın çocuğu olduğumdan, masrafları düzenlemek, aylık bütçeler oluşturmak ve bu bütçelerin dahilinde yaşamak öteden beri iyi bildiğim bir hayat.
Benim annemin ve babamın temel hedefi, kimseye minnet etmeden, borç- kredi vesaire de katiyen kullanmadan, bizleri sağlıklı, genel kültüre hâkim, adab-ı muaşeret dahilinde sosyal hayata adapte, iyi ve doğru bireyler olarak yetiştirmekti. Elbette az değilse bile kısıtlı bir bütçenin dahilinde yapılabilmeliydi. O günlerin mutfak ve ev bütçesi de hep bizim önümüzde, ya da bir kulak mesafemizde düzenlendi. Ben oradan çok şey öğrendim. İpek Hanım Çiftliği'nin temelinde de bunun büyük izleri vardır.
Birkaç prensip vardı. Bir kere tertemiz giyinirdik. Ama giyinme tarzımız, annemin dilinden hiç düşmeyen 'çocuğun yediği helal giydiği haram' mantığında... En çok para ayakkabı için harcanırdı ki o özel bir problemden kaynaklı esasen... Genetik bir içe basma problemimiz vardır bizim. Kapalıçarşı içindeki Kifidis'te özel botlar yaptırılır, giyim bütçesinin yarısı öylece harcanırdı.
Geri kalanı ile sentetik olmayan sağlıklı markalardan azdan az kullanıyorduk. Hala var mıdır, varsa aynı mıdır bilmiyorum… İç çamaşırları mesela hep Çift Kaplan'dı. Sümerbank'tan da pijamalar ve çarşaflar alınırdı. Geri kalan bütün kıyafetler ise markasızdı. Zaten çoğu da bizden büyük kuzenlerin küçülenleriydi bunların. Yengelerimizden, teyzelerimizden hep çok büyük nezaket ile, ütülü ve pırıl pırıl gelirdiler. Zaten öylesine bir hızla büyüyorduk ki üç hafta sonra bu kez annem onları yıkayıp ütüler, bizden küçük kuzene gönderirdi. Aile içindeki döngünün 'aynı kazak- sekiz kuzen' fotoğrafları albümlerde duruyor olmalı.
Kazak, hırka, palto, kaban, bunlar bazen delinir bazen de güveler yerdi. Örücülere götürürdük. Onlar iz kalmadan, olağanüstü tamir ederlerdi. Bu sanatkarlığa ise maalesef yaşam hakkı verilmedi. (Belki hala kıyıda- kenarda vardır birkaç tane...) Bir de Bursa Pazarı'ndan parça kumaş, fermuar, tela, kopça, çıtçıt filan bunların hepsini alır gelirdik, tamirini evde yapabildiğimiz her şeyi kendimiz hallederdik.
Kitaplarımızın içinde iyi hatırladığım Anne Frank'ın Hatıra Defteri... Anlardık biz, ne demek istediğini. Şımarmak bizler için tuhaf bir hayaldi. Zaten şımarıklığı ve şımarmış çocukları da kimse sevmezdi. Büyükler kendi aralarında bitmez sohbetler ederlerdi. Evlat nasıl yetiştirilir üzerine. "Sosyal yaşamda makbul, efendi, dürüst, saygılı, çalışkan..." Bunları on bin kez işitmeyen yoktur sanırım. İşin komiği bunun aksi nedir, onu da kimse bilmezdi. 'Dolandırıcı' o zamanlarda var mıydı hatırlamıyorum. Birkaç hayali ihracatçılar vardı adlarını hatırlarım. Birkaç da gazetelere düşmüş beynelmilel karakterler... Bunların dışında bırakın dolandırıcıyı, yalancı gördük mü, onu bile sanmıyorum. Oysa şimdi en basitinden bir ödül töreninde, ya da bir sempozyumda bile on beş tanesi ile on beş dakikada tanışıyorum. Malum, artık ‘’Dolandırıcı = Girişimci’’ diye bir formül var da şimdi o konu eksik kalsın...
Annem soframızdaki her şeyi memleketten getirtirdi. O zamanlar Kars'ın (baba memleketim) ve Artvin'in (anne memleketim) girişimcileri de henüz tertemizdi. Pekmezden bulgura, kavurmadan tereyağına, göğ çökeleğinden tuluk peynirine, unumuzdan elma ve armut kurumuza, cevizden fındığa her şeyimiz ama her şeyimiz memleketten aktı. Otobüs altında kovaladığımız çuvallar, bidonlar ve çıkılar dün gibi aklımda kaldı.
Zeytinyağımız Yeni Cami'nin arkasından, Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün satışındandı. Sabunumuz yine oradan, suyumuz da zamanın Taşdelen'i... Pazar kahvaltılarımızın geldiği yer ise Eminönü peynircileri... Önümüzde 100 gram pastırma, bir rulo kaymak, bir kangal sucuk, inmişken Hacı Bekir'den de birer bardak demirhindi şerbeti... Bazen balık-ekmek olmadı Vefa Bozacısı, çingene vapuru ile boğaz turu, bir de salep. Lükslerimizin tümü sanırım bu iki cümleye sığar.
Bizim gerçek lüksümüz evdeydi. Kıstığı her şeyi annem sofrada sağlığa çevirirdi. Dolup taşmazdı fakat haftanın bir günü 4'er kalem pirzola, diğer gün sakatat (evet baya beyin filan), bir başka gün de mevsimin en ucuz balığı (hangisi bol tutulmuşsa o) önümüzdeydi. Bunun ötesi değil.
Boğaz'a elbette çıkardık. Önce evde yemeğimizi yerdik, sonra Ortaklar’dan kısa bir yürüyüşle Mecidiyeköy meydana, oradan da troleybüs ile Çırağan'a... Ortaköy meydanında annemler çay içerken biz de yine zamanın masum dondurmacılarından ufak bir külah, sade dondurma yerdik. Çok neşeli, mutlu, sağlıklı, dengeli anlar ve günlerdi. Bize verilen mesajlar yerinde, doğru ve iyiydi. İşin özü ruhen ve bedenen sağlıklı ve huzurlu yaşamaktı. Ne düşüncelerin ne de gıdaların ruhumuzu ve bedenimizi kirletmesine annem izin vermedi.
Balık mezatları, balık pazarı, Sarıyer'de iplerden çiroz, ustaların elinden lakerda, hepsi hesaplı, hepsi ilk elden ve hepsi daima çok iyi... Bunlara gidip gelen annem bizi de hiç yanından ayırmaz idi. O yolculuklardan da hep çok şey öğrendik. Otobüsün camından gördüğümüz her şeyin tarihini annemden dinledik. Bize belletilen bazen bütün Şişli'nin tarihi oluyordu, bazen de annem bize mezar taşlarındaki eski dil yazıları okuyordu. Bazen de Telli Baba'dan Aşiyana kadar ağzımızı açık bırakan bütün efsaneleri anlatıyordu. Sanıyorum akla gelebilecek her konuda doyurulduk. 20 tane spor ayakkabı ile doyurulmadık. İlgi, şefkat ve bize ayırdıkları zaman ile tok idik. Bugünün taleplerinde bu anlattıklarım absürt geliyor, onu da biliyorum elbette...
Evdeki meyveler 'o an hangisi bollaşmış ise' prensibi ile alınırdı. Elma çoksa ve ucuzsa elma, portakal çoksa ve ucuzlamışsa portakal... Kış ayında erik, yaz ayında kestane yemezdik. Turfanda işlerine annem hem besin değeri hem de etiket değeri açısından hiç girmedi. Çikolata vs. bütün abur cubur o zamanlar da vardı ama kuruyemişten fazlasını da görmedik. Zaten istemedik.
Maaş günlerinde Konyalı’ya, Borsa'ya, Kanaat'e, Hacı Abdullah'a gittik. Bazen arabaya benzin koyabilirsek, İskender için Bursa'ya bile giderdik. Beklemeye değer anlarımız vardı. Dikkatli ebeveynlerimiz... Ben ikisinin de hakkını ödeyemem. İşten gelip de Malta'ya giden; Anadolu'dan gelenlerin ilk adımlarının, kahvelerinin ve sosyal ortamlarının oluştuğu o bölgede bir tanecik köy tavuğu için saatler boyu kişi ve otobüs bekleyen babamın hakkını...
Babamın bütçesini yoran ve zorladığım tek şey galiba, ben çok seviyorum diye her akşam bana özel getirdiği taze çiçeklerdi. Bir demet fulya ya da nergis. Unutmam, unutamam. Hele o zamanlar bana gayet normal gelen bu jestin Ardahan'ın Hanak ilçesinde, Hanak'ın Saskara köyünde doğmuş, yaşamla alt alta- üst üste mücadelede bulunmuş, Doğu kültüründe doğup büyümüş bir erkek için ekstrem bir hal olduğunu anladığımdan beri... Nasıl bir değer vermekti...
Öze gelirsek, sağlıklı ve iyi yaşamak için paraları saçmak gerekmiyor. Özenli ve dikkatli bir harcama yetiyor. Çılgınlaşmamak ise şart.
Prensipler şunlar:
İyi beslenmek başta geliyor. Bunun için de proseslerden uzak durup bizzat pişirmek, soymak, kesmek, yıkamak, evde yapmak gerekiyor. Kesinlikle.
Meyve suyu içecekseniz, bunu mutlaka ama mutlaka evde sıkın. Hazır meyve suyu almayın.
Meyvede- sebzede turfanda ısrarını bırakın.
Derin dondurucu bence iyi bir fikir. Balık dahil, hesaplı yaşamak için kullanın.
Az yemek pişirin. Asla gıda atmayın. Baktınız bozulmak üzere vs., onu hemen turşu yapın. Olmadı kesip dondurun. Tabaklardaki artıkları bile ne olursunuz çöpe dökmeyin, sokaktaki bir hayvanı, olmadı kuşları beslersiniz. Kurdun kuşun hakkını unutmayın.
İyi be dengeli besleniyorsanız ek destek, vitamin gibi şeylere ihtiyacınız yok. Zorlamayın.
Ancak diyelim ki asla balık yemiyorsunuz. O zaman balığa dair eksikli kalıyorsunuz. Alın.
Vegansınız. Ona dair eksik beslenmeden kaynaklı ihtiyacınız var. Alın.
Yerel ürünleri ağırlıklı olarak kullanın. Elma, armut, nar, portakal, mandalina vesaire... Atıyorum, pinçuş meyvesine çok da gerek olmayabilir.
Kuruyemişte kuru meyveler (elma, armut, kayısı, üzüm, erik vs.) artı iki üç tane cevizin içi kafidir. Çok alırsınız- az alırsınız bilemem ama lütfen bundan da bir parça bile atmayın. En çok bu konularda üzgün ve rahatsızım. "Kurumuş peynirleri attım" filan gibi durumlar benim içinden bir başka Pınar çıkarıyor, onu da burada yazmış olayım.
Ekmeği kesin, dilimleyin, dondurun. Ekmek tahtası üzerine dökülen kırıntıları bile topladığımı, tavada göz yumurta yaparken tereyağında ilk onları çevirdiğimi, yumurtayı da sonra kırdığımı söylesem...
İyi gıda, iyi su, temiz hava. Bu üçü kafidir.
Ev kokusu, oda kokusu, enerji kokusu, odaklanma tütsüsü vs. bunları yazmıyorum bile. Ne olur para tuzaklarına bir kuruş kaptırmayın.
Cilt bakımının özü ve bütünü iyi beslenmedir, düzenli nemlendirmektir, bol su içmedir. Bunların kâfi gelmediği yaşta ise tek çare neşterdir. Şişesine 1.000 TL verilen ürünün satıcısı darılmasın, yakından tanıyorum. Her sene ayrı bir estetik ameliyat yaptırıyor. İroni de gerçek de maalesef böyle...
Üzerine gül yaprakları, ya da ne bileyim çakma portakal kuruları yapıştırılmış çikolatalar; acayip fiyatlar karşılığı yapılan boyalı pastalar, dev fiyat etiketlerine sahip oyuncaklar sizi, ailenizi ve çocuklarınızı zerre kadar bile mutlu etmezler. Bunu da lütfen aklınızda tutun.
Mutluluk sadece huzur, denge ve şefkatle dolu güzel anlardan gelir. Bunlar ile dolmuş anılardan gelir. Hiç ummadığımız bir anda, hiç ummadığınız yerde kalp ve beyin öyle bir anı oluşturur ki ruhunuzu besleyen odur. Kapatın gözlerinizi, bir düşünün lütfen. Neyin tadı ağzınızda kaldı, neyi hiç unutamadınız? Çocuklarınızın da ihtiyacı onlar.
Annelikte ne kadar başarılı oldum, bilmiyorum. Kendi annemin başarısından ise emin olabiliyorum. Elbette babamı hep hatırlar ve çok anlatırım fakat asıl ve güçlü izler annemden geldiler. Şimdilerde ise oğlumun kendi çocuklarını, tıpkı anneannesi gibi sonsuz bir denge ve tevazu içinde eğittiğini görüyorum ve onlar ile ilgilenme tarzına şahit oluyorum. Annem ile bir kez daha gurur duyuyorum.
Ne zaman geçmişe gitsem dozu ayarlamayı beceremedim, hep fazla kaptırdım kendimi. Bu sefer de öyle olduysa bin özür... Bazen buruk, çokça mutlu, en azından milyonlarca anımız var. Çok şükür annem de hala hayatta ve başımızda. Ötesini kim bilir...
Pınar Kaftancıoğlu
Facebook, WhatsApp ve Instagram’ın Çöküşü Mark Zuckerberg'in Kişisel Servetini Nasıl Etkiledi? Mark Zuckerberg, sosyal medya platformlarının erişim sorunu nedeniyle tek gecede dünyanın en zenginleri listesinde altıncı sıraya düştü. Kişisel serveti ise eridi.