Turkish Marketing ve Tağşiş-ing

"Ben demiştim" demekten yoruldum, ama ben demiştim.

Bir önceki tağşiş listesinden başlayacağım. Demiştim ki,

"Oxford'dan beni çok istediler, ama ben elimin tersiyle itip bıraktım. Memlekete döndüm ve tarıma atıldım" hikayelerinden, sonu gelmez kadın girişimci öykülerinden, bitmek bilmez köy kooperatiflerinden, ne yiyip içtiği, çocuklarının okul taksitlerini neyle ödediği bilinmez meleklerin kar amacı gütmeyen tarım derneklerinden, bilmem ne vakfı süt ürünlerinden... Bunlardan kaçın! Bunlar karşınıza çıktığında bir adım geri atın, izleyin ve sakince anlamaya çalışın.

Bunların her biri artık dibine kadar sömürülen hikayelerdir. Hepsinde basmakalıp cümleler, hepsinde paçalarından kültür akan bir figür, aynı kostüm, aynı ağız ve hepsinde hiç şaşmayan bomboş işler vardır.

Geçen seferki listelerde olay keçi sütüydü, keçi sütünden ürünler. "Keçi sütü anne sütüne en yakın şey"... Sonrası malum. Patladı.

Sistem şöyle,

Tarım Bakanlığı habersizce gidiyor, firmaların ürünlerinden rastgele numuneler alıyor ve bunları analize gönderiyor. Çıkan sonuç firmayı ikna etmezse diye bir de şahit numune alıyor, "istersen onu da mühürlü biçimde sen analiz ettirebilirsin" diyor. Yani "Sertifikalarımız şunlardır, analizlerimiz bunlardır, kalp, kalp, kalp..." danışıklı dövüşlerinden uzak bu sistemde, haliyle, içerik neyse analizde de o çıkıyor.

"Hayaller keçi sütü, gerçekler inek" sonucuna tam olarak böyle varıldı. Sonrasında firmadan basın açıklamaları, sosyal medya hesaplarına aniden (!) yüzlercesi girilen "Ayy biz size çok güveniyoruz, bizce bu analiz yalan, tek sizin söyledikleriniz gerçek" yorumları. Bir süre sonra analiz filan beride kaldı tabii. Firma cezasını ödedi, aynen devam etti. "Güvenilir keçi sütü firması."

Oradaki olay, yani basın açıklamasındaki asıl dikkate değer şey "bulaşım" anlatımıydı. Kimse sormadı, yahu ne bulaşımı? Tiyatro olsun diye 50 - 60 tane keçi var önde, bunlar verse verse günde 100 litre süt verir. Öte yandan bakıyorsun, firmanın keçi sütü memleketin bütün süpermarketlerine dağılmış, yetmemiş zibilyon tane doğal ürün dükkanı bunlardan almış, stok yapmış. Dağ taş reklam. Çocuğuna -sözde- bundan içirmeyen influencer kalmamış. Memleketteki bütün keçileri toplasan yine çıkmaz bu kadar keçi sütü, mümkünü yok. Bildiğin inek sütü almışsın işte. Hangi tankta her ne yapıyorsan, o tanka dökmüşsün, pişirmişsin. Sonra da bunu keçi sütünden mamül diye fahiş fiyata satmışsın. Kitlemişsin. Özeti eksiksizce buydu.

Sonuç ne? Tabii, hiçbir şey. Muhtemelen daha da fazla satıyordur şimdi.

Şimdi gelelim günümüze.

Haftalarca yazdım. Siz siz olun, dışarıda kıymalı bir şey yemeyin, hazır kıyma satın almayın, "kasaba gittiğinizde dikkat edin, kasap size sırtınızı dönmesin" demiştim, hatırlarsınız. Yayınlanan listenin yarıdan fazlası kıyma.

At, eşek, domuz... Bunlar bir yana. Sonuçta bunların yendiği kültürler de var. Eğer hayvan sağlıklıysa, veterinerin onayı varsa, devletin de bu işe oluru varsa ben bilmem ve karışmam da. İsteyen talep eder, isteyen alır, isteyen yer. Ama şayet ben yemiyorsam, yemek istemiyorsam, ben dana eti yemek istiyorsam ve sen de bana sattığın şeyi "dana eti" diye satmışsan, orada iş tamamen değişir.

Üstelik ortada herhangi bir sağlıklı hayvan, onay, kontrol vs olmadığı da gayet açık. Cidden perişan durumdaki atların ve eşeklerin alınıp kıymaya dönüştürülmesi, bu kıymanın da meşhur pideci, eşsiz köfteci, ailenizin sucukçusu, ayvalık tostçusu, çeşme kumrucusu, sosisli, büfe filan, her yerde insanların önüne getirilmesi tek kelimeyle iğrenç bir olaydır.

Et konusunu izninizle kısaca yazacağım. Betimleme ve rakamlar zalimce görünebilir, ancak konuyu herkesin iyi anlaması gerek.

Canlı hayvanlar, ayak basar kilo fiyatıyla satılır. Yani sığır canlı olarak tartıma girdiğinde, diyelim ki ağırlığı 650 kilo, böyle satın alınır.

Bu sığır devlet memuru tarafından kontrol edilir, sağlıklı olduğu onaylanır, izni imzalanır ve mezbaha görevini yapar. Sonra hani sokaklarda filan görüyorsunuz ya, et arabaları vardır, o arabalarla mahalle kasaplarına dağıtılır. Kasaba indiği haline karkas denir. 650 kiloluk bir canlıdan kabaca 300-350 kilogram karkas elde edilir.

Kemiği, eti, hepsi bunun içindedir. Kasaplar hepsini işler ve satışa uygun hale getirirler. Hepsi yenebilir. Gidersiniz, alırsınız.

Peki, geride kalan 300 kilo nerededir?

Deri, paça, tırnak, kuyruk, lenf sistemi, sinir sistemi, burun, kulak, yanak, mide, rahim, cinsel organ vesaire. Canlının anatomisi belli.

İşte bunları da sakatatçı kişi ve şirketler satın alırlar. Satış toplu halde, ton bazında yapılır. Kilogram fiyatı 10-15 lira filandır.

Karaciğer, akciğer, dil, yanak eti filan, bunlar legal şirketlerin talepleri olabilir, bu kısımları ayırırlar. Geriye kalanı için merdiven altı kıymacılar devreye girer. Dinlemek bile istemediğinizi biliyorum, ama bunları cidden herkesin öğrenmesi gerekiyor.

"Ölsem de yemem, öğğk böğğk" dediğiniz/ denen ne varsa, tamamı, yani hayvanın damarlarından, o damarlardan akmamış kanına kadar, damperde ne varsa tamamı, dev kıyma makinelerine dökülür. Deri, kuyruk, meme, hiç fark etmez. Makine komple kıymaya çevirir.

Bu kıymanın kilo fiyatı, maksimum 100 liradır.

Pidecilere, lahmacunculara, köftecilere ve pazar sucukçularına, bazen bir, bazen de iki tık kaliteli müşteriye satılır.

Meşhur bilmemne börekçisinden maçlardaki tükürük köftecisine, ailenizin pidecisinden gross marketlerdeki hazır içeriklere kadar bu içerik farklı seviyelerde kullanılır. Bütün bunların gizli saklı şeyler olmadığını, gıdacıların ve gıda mühendislerinin gözleri önünde yapıldığını özellikle bilmeniz lazım. Ben bir ara bunu da yazmıştım. Ne yazmıştım? Meslek bir insanı pirüpak kılmaz, karakterini değiştirmez. Kişi kötü niyetli ise tam tersine ona yol olur, hile öğretir, alan açar.

Sektörün merdiven altı kısmında bunun çok daha ötesi var. Mesela şap karantinasında veya hastalıktan ölen inekleri toptan satın alan ve bir gecede yok eden ayrı bir insan grubu var. Atların, eşeklerin en perişanlarının peşine düşen ayrı bir insan grubu var. Sokaklardan köpek toplayanlar var. Bunların adları olmaz. Her ilçenin sanayisinde, arayan bulur hesabı bulunan, şerefsiz tiplerdir bunlar.

Aklınıza ne gelirse ve ne gelmezse hepsini çekip kıyma yaparlar. Sahte baharatlarla filan karma edip sonra da kebapçılara dağıtırlar. En kolay acılı adanada kullanılır mesela. İlla kıyma olmak zorunda da değil. Küçük parçalardan çöp şiş yapılır. Meşhur çöp şiş satıcılarının meydan oluşturdukları yerlerde jandarmaya bir uğrayın derim. Komutanla dost olun, bizzat sorun. Bir daha asla yememeniz için gereken uyarıyı o size en unutulmaz şekilde yapar. Et konusunu ben burada kapatıyorum.

"Canlarım, ciğerlerim, ablalarım, abilerim" şeklinde bir halk diliyle kamu sağlığı peşinde kendilerini harap eden gıda mühendisleri, diyetetik bilmem neciler, veterinerler, anne gıdacılar, kooperatifler... :) Bunlara geçiyorum.

Bunların kitlesi, tarla nedir, ürün nedir bilmeyen, ailesi ve büyükleri tarafından binbir fedakarlıkla büyütülmüş, "Sen mutfağa elini sürme, ben yaparım" denmiş, tahsilleri için çok emek harcanmış beyaz yakalılardır. Bu insanları yakalamanın yolu da bebek ürünleri, keçiboynuzu, siyez unu, hurma özü, elma özütü, glutensiz beslenme filan gibi şeylerdir. Ufacık gramajlar, full yalan içerikler, tabii çok klas ambalajlar, fahiş fiyatlar, bolca goygoy. Anlattıklarımın hepsinin tağşiş listelerinde yer alması sizi şaşırtmasın.

Bakıyoruz son listeye, gıda mühendisi bir hanım mesela. Arayıp kendileri veya çocukları için yulaf ezmesi satın aldıklarını zanneden insanlara yulaf ezmesi yerine buğday ezmesi satmış. Neden yapmış? Çünkü yulaf birazcık daha pahalıdır, buğday ezmesi ise çok ucuz. Besi çiftliklerinde sığır yemi olarak kullanılır. Tabii ambalaja girince fiyatı uçar, fakat işin özeti bu. Beklenen şey yani. :)

Bir de aynı listede, "Katar şeyhi uçağını yolladı, dedi ki 'Sensiz olmaz'" filan tarzı zırva hikayelerle satış yapan, aslında baya baya deli olduğunu düşündüğüm, fakat hatırı sayılır bir kitleyi de epeyce çarpmış ve çarpmakta olan bir adam var. Kendisi tabii ki gurme. Hep olduğu gibi. :)

Mangalda kül bırakmadığı ürünlerinden bir tanesini almış İl Tarım. Bal. Aaa, o da ne? Adam arıya bile güvenmeyip balı kendi yapmış meğer. :)

Bu hikayelerde benim anlamadığım şey ise şu: Zaten nereden ne alırsanız çarpı 10 yapıp öyle satıyorsunuz. Bu denklemde bile sattığınız şeyin sahte ve hileli olması nedir? Cidden içler acısı bir terbiyesizlik bence, başka söz bulamıyorum.

İşte bu sağlamdır" denen en büyük firmaların bile baharatlarını boyadığı, en meşhur baklavacıların ceviz yerine ay çekirdeği kullandığı, Antep fıstığı diye serpilen şeylerin aslında boyanmış yer fıstığından başka şey olmadığı, aktarlarda satılan nanenin içine ağaç yapraklarının ufalandığı bir dünya var önümüzde. Gözlerinizi dört değil on dört açın, çok söylüyorum bunu, lütfen.

Piyasadan öyle çok büyük bir ar, namus ve haya beklentisi içinde olmayanlar için bile bu kadarı çok fazla. Ahlaksızlığın bile bir sınırı var!

Velhâsılıkelâm, çürümüş ve kokuşmuş bu halin sebepleri nedir diyeceksiniz.

Yapabiliyor, yapıyor, çünkü sorgusuz sualsiz inanmaya hazır bir kitleyi karşısında buluyor. Ana sebep budur.

Cezaların ne caydırıcılığı ne de korkutuculuğu var. Tali sebep de budur.

Gözlerimizin önünde işlenen cinayetler, her köşe başında sapıklar, evli barklı pedofiller, herkesin önünde Tiktok evreni, dolandırıcıların, katillerin, mafyanın baştacı edilmesi... Bütün bunlar ibresi fena halde kaymış bir toplumun düşeceği çukurun ayak sesleri.

Annelik mefhumu, babalık mefhumu, sorumluluklar, erdem, ahlak, onur filan... Sahi ne oldu bize?

"Bu kadarı da olmaz!" denen ne varsa ertesi gün yeni baştan sınanır olduk. Kaldıramıyorum, kaldıramıyoruz.

Bir de dört yanımızda insan katliamı...

İşin içinden nasıl çıkacağız bilmiyorum. Bilmiyoruz.

***

Yorumlar
Kalan Karakter 800