Yukarı, Yukarı, Daha Yukarı!

Ne kalem yazabildi halimizi ne de cümleler anladı bizi. Ünlem şaşkın, virgül eğri. Bir noktaya gizledik dertlerimizi. -Cemal Süreya

“Kendinizi, kendinizle zaman geçirmeyi yalnızlık sanmayacağınız şekilde yetiştirin.” Tarkovski¹

Yukarı, Yukarı, Daha Yukarı! Buradaki üçleme klasik ve metafizik anlamda bir üçleme değildir. “Allah hakkı üçtür” denir nedense. Bu gerçekten böyle midir? Bilmiyorum, ama benimkini biliyorum. İlk ‘Yukarı’, hipotezin kendisidir. İkinci ‘Yukarı’ hipotezin kanıtları (argümanları)dır. Üçüncü ‘Yukarı’ ise benim dünyam ve gerçekliğimdir. Evet, yukarı, yukarı, daha yukarı!

Yalnızlık deyip hemen atlamayın üstüne!

“Haklısınız, boş yalnızlıklar ezim ezim ezilir boş kalabalıkların ayakları altında. Benimki böyle değildir, o yukarı çıktıkça boş kalabalıkları ayaklarının altına alan cinstendir…”

Tıpkı Nesimi²’nin dediği gibi:

           “Kâh çıkarım gökyüzüne seyrederim âlemi,

                  Kâh inerim yeryüzüne seyreder âlem beni.”

Yukarı, yukarı, daha yukarı…

‘Ya yığınların bayağılığı ya da göklerin yalnızlığıdır.’

Benim anlatmak istediğim. Aslında işin özeti bu. Yozlukların, cehaletin, korkuların ve kötü kokuların ulaşamadığı diyarlara, saf ve duru “insana”, insanlığadır yolculuğum.

“Körle yatan şaşı kalkarmış.”

Şaşı olmayan gözlerle seyretmek istiyorum evreni. Gözlerimiz bu yozluğa, burunlarımız bu kötü kokulara alışmış…

Duru güzelliklerin, saf ve temiz kokuların olduğu gizli bahçeler biliyorum…

Yukarı, yukarı, daha yukarı…

 ‘İnsan kendi varlığının demircisidir, saadetinin de öyle.’

İç sesimin saflığına ve dinginliğine kulak vermek istiyorum; yeterim kendi kendime.

 ‘Soframdaki üç tanecik zeytin, cahil sofralarındaki şölenlerden yeğdir bana.’

Bazı geceler uykum kaçıyor; toplumun duyarsızlığı kasıyor beni. Gece gelip göğsümün üstüne oturuyorlar. Bir yandan gözlerim yanıyor, bir yandan yatak batıyor. Yukarı çık diyor bir ses uykumun içinde; yukarı, daha yukarı…

Dediğine uyuyorum sesin; hafiflediğimi hissediyorum; bir yandan yukarı çıkıyor bir yandan sırtımdaki yükleri atıyorum. Rahatlayıp uykuya geçiyorum sonrasında.

Yukarı, yukarı, daha yukarı…

“O gün sınavım vardı, sabah arabamla evden çıktım. Sokağın çıkışında koca bir kargo kamyonu üzerime geliyor. Nihayetinde burun buruna geliyoruz. Adam ters yolda olmasına rağmen hiç oralı değil. Sağım solum arabalarla dolu, gidecek yer yok. İnsandan çok araba. Kargo kamyonunun şoförü de benim gibi yaşını başını almış, ters yolda olduğunu biliyor, buna rağmen pişkin pişkin sırıtarak, el işaretleriyle geri gitmemi ve ona yol vermemi istiyor.”

Ne yapabilirim ki bu yozluk karşısında? Arabam ufak binek otosu olduğu için sorunu çözmek bana düşüyor. Ancak pencereden kafamı uzatarak bas bas bağırıyorum “burası ters yol” diyerek.

Çaresiz yolun genişlediği yere kadar geri geri gidiyorum ve kargo kamyonuna yol açıyorum. Yaşını başını almış şoförle yanımdan geçerken göz göze geliyoruz. Oldukça pişkin bir tavırla,

“Ne vardı yani bu kadar sinirlenecek? Bu yaşta bunun zararını görürsün, yazık değil mi sana?”

Şaşıp kalmıştım; kelimeler cümleler kafamda uçuşuyordu. Aralarından bir tanesi dudaklarımdan dökülüverdi, “Kimsin, nesin, nasıl böyle düşünürsün?”

Adam sırıtarak, "Takıl bana" dedi, "sana kim olduğumu ve nereden geldiğimi göstereyim." Nedense biraz ürkmüştüm, ama merak da etmiyor değildim.

Bütün gün gezdirdi beni yaşlı adam. Girmedik, dolanmadık bir yer bırakmadı. Gün sonunda çok yorulmuştum, ama yorgunluğumun sebebi gezmek değil, gördüklerim ve duyduklarım olmuştu. Adamın yaklaşımı o kadar masum kalıyordu ki bunların yanında. Adama hak vermemek mümkün olmadı günün sonunda.

Gezdiğim gördüğüm yerlerde yığın yığın, öbek öbek insanlar vardı. Bunların hepsi özlerini, renk ve desenlerini bulundukları ve yaşadıkları toplumdan alıyorlardı. Dünyaya çırılçıplak gelen insanoğlunun defteri toplumda yazılıyordu. İnsan denen varlık bir plastik hamuru gibiydi ve her şekli alıyordu. Ne yazık ki burada da böyle olmuştu.

-       Kural tanımazlık yaşa başa bakmıyordu. Kuralsızlık kural olmuştu.

-       Etrafa korku ve kâbus salan bir bencillik bütün toplumu sarmıştı.

-       İnsanların birbirlerine karşı saygı ve sorumlulukları kalmamıştı. Toplum haset kin ve nefretten başka bir şey üretemez olmuştu.

-       Gemisini kurtaran kaptan olmuştu ve herkesin kaptan olduğu yerde ‘kaptanlık’ tefessüh etmişti.

-       İnsanlar, dünyaları ve evrenleri yutmak isteyen bir doymazlık ve bir açgözlülük içindelerdi.

-       İnsanların bilmek, öğrenmek, düşünmek gibi bir sıkıntıları yoktu, çünkü cehalet her şeye egemendi.

-       Toplumda akıl küfür olarak algılandığı için insanlar akıldan ve akıllı olandan uzak duruyor ve ondan hızla uzaklaşıyorlardı.

-       İnsan aklının buharlaşmasına sebep olan bu durum cehaleti, kurnazlığı ve görgüsüzlükleri katlıyordu.

-       Aymazlık diyebileceğimiz bir körkütüklük ya da erdemsizlik diyebileceğimiz kurnazlık da yığınlara ahlak oluyordu.

-       Kurnazlıkla cehalet arasında adı konmamış bir düzenek vardı ve her iki heyula da birbirinden besleniyordu.

-       İnsanı biçimleyip sarmalayan düzen ve ahlak anlayışı da bunlar üzerine eğreti, çirkin ve tehlikeli düzeneklerle bina edilmişti.

-       Tevekkül ve kadercilik insanların bütün davranışlarına sinmişti. Her şey Allah’tan biliniyor ve her şey Allah’a sipariş ediliyordu. 

-       Ve insanlar, bütün bunlarla beslenen uğursuz değerler sarmalı içinde yüzüyor ve çürüyorlardı.

Rüyalarıma kadar giren bu tükenişlerle yatağımda cebelleşirken aniden alevli bağırışmalar ve sarsıntılar içinde kalıyorum; depremler oluyor, yangınlar çıkıyor, alevler sarıyor etrafımı. Annelerin, çocukların çığlıklarıyla sarsılıyorum. Aşağılara bakıyorum göz gözü görmüyor; insanlar dumanlar arasında can veriyor; diri diri yanıyor çıkan yangınlarda. Çocuklar, yıkılan binaların altında kalıyor ve diri diri toprağa gömülüyor oluşan depremlerde…

Bütün bunlar bir başlangıç değil bir sonuç oluyordu Dimov³’a göre; kirli ve ahlaksız bir düzenin sonucuydu:

“İyi ya da kötü insan yok, iyi ya da kötü düzenler vardır” diyordu üstat.

Ancak ruhum keder ve üzüntü içinde Dimov’u sorguluyordu;

“Bütün bunların sebebi sadece ‘düzen’ olamaz” diyerek.

İnsan aklını ve farkındalığını unutmamamız gerekir diyordum kendi kendime.  Düzen ne kadar kötü olsa da akıl ve farkındalık sahibi insan müsaade etmemeli bu kadarına.

Sonrasında Comte⁴’a sığınıyorum. O da devrim sonrası Fransa için yanıyordu. Neler yapabileceğinin olgusu içinde insanları yeni bir dine çağırıyordu.

Ya Eflatun⁵’a ne demeliydi? Canından çok sevdiği ülkesini çapulcuların ve ayak takımının baskısı nedeniyle terk ediyordu. Ne yazık ki bu şuursuz toplum düzeni hocası Sokrates⁶’i ölüme mahkûm etmişti.

Bu arada yerden yükselen kavi ve uzun abanoz ağaçlarından oluşan, birini felsefe diğerini bilgi olarak içselleştirdiğim iki sütun üzerinde yükseliyorum. Bu sütunların üzerindeki platformda kendimi çok yukarılardan seyrediyorum.

“Uçsuz bucaksız bir boşluk; bilinmezliklerle dolu; sor, sorgula, deneyle ve bilgi eyle. İçindeki insanı yakalamaya çalış; bildiğin, öğrendiğin şey, yabancın değildir, o senden bir parçadır ya da sen o sonsuz bilginin bir parçası… İşte, insan ahlakı da insanlar arasındaki düzen de bu akıl, bu farkındalık ve bu bilgi üzere olmalıdır” diyorum kendi kendime.

Ancak olmuyor, olamıyor diyerekten içime yumuluyorum; Doğada hayvan yaşamına özgü “güç olgusu-düzen⁷” insanın yakasını ha deyince bırakmıyor!

                                                                                                                      Şubat 2025, Balıkesir-Ören


¹Tarkovski: Sovyet-Rus film yönetmeni, senarist ve film kuramcısıdır.

²Nesimi: 14. yüzyılda yaşamış Hurûfi meşrep Azerbaycanlı divan şairi.

³Dimitar Todorov Dimov: Bulgar oyun yazarı, romancı ve cerrahtı. Tütün adlı eserinde “İyi ya da kötü insan yoktur. İyi ya da kötü  düzenler vardır” sözü ona aittir.

⁴Isidore Marie Auguste François Xavier Comte (19 Ocak 1798 - 5 Eylül 1857): Pozitivizm doktrinini formüle eden Fransız filozof, matematikçi ve yazardır.

⁵Platon veya Eflatun: Antik Yunan filozofu ve bilgesi.

⁶Sokrates: Antik Yunan filozofudur.  M.Ö. 15 Şubat 399'da Atina’da da ölüme mahkûm edilmiştir.

İnsanlar arasındaki yarışı ve rekabeti kaşıyan, onların bencil ve acımasız birer yarışçı olmalarını teşvik eden, yapay olarak oluşturulan bir tüketim sendromu içinde insanları birbirleri üzerinden atlamaya ve savaşım vermeye zorlayan bir düzen düşününüz ki geçen devre içinde tekelleşerek muazzam bir “global güç” haline gelmiştir. Dünya üzerinde insanın ahlakını, değerlerini ve davranışlarını büyük ölçüde belirleyen ve biçimleyen bu güçtür. Ancak insan aklı ve farkındalığı bir gün bunun üstesinden gelecektir. 

Yorumlar
Kalan Karakter 800