Toplum ve Ahlak

“Ülkeleri çökerten parasızlık değil ahlaksızlıktır.“ -Marcus Tullius Cicero

“Bilinçsiz bir varlık için kötü huylulukla iyi huyluluk arasında ahlaki bir fark yoktur, olamaz da. Biyosferde ahlak ilk defa bilinçle aynı anda ortaya çıkmıştır.” [1]

Toplum ve ahlak, insan ilişkilerinin ve sosyal yapının temel taşlarını oluşturur. Toplum, bireylerin bir araya gelerek oluşturduğu bir yapı iken ahlak da bu toplum içinde doğru ve yanlış, iyi ve kötü gibi kavramları belirleyen bir değerler sistematiğidir.

ÖNCE TOPLUM

Her ne kadar İngiliz filozof Thomas Hobbes [2] “İnsan insanın kurdudur” dese de insan, sosyo-biyolojik bir varlık olarak insansız yapamaz. Bir anlamda fizik varlığını diğer insanların varlığına borçludur. İnsanın bir başına var olması da varlığını sürdürebilmesi de pek mümkün değildir.

Toplum, bireyleri birbirine bağlayan ve karşılıklı etkileşim halinde olan insanların oluşturduğu bir sistemdir ve en küçük nüvesi de ailedir. İnanışa göre, ilk insan Âdem’dir ve esasen eşi Havva ile birlikte onlar da küçük bir ailedir. Bu yüzden belki insanlar birbirlerinin kurdudur, ama hep birlikte bilinmez bir sergüzeştin de yoldaşıdırlar.

Esasen insanı hem öznel hem de nesnel olarak sarmalayan bu insanlık macerası onun farkındalıklı-(bilinç-şuur) yapısının bir sonucudur. İnsan farkındalığı olmasaydı ne toplum ne ahlak ne de vicdan olurdu.

İnsanoğlu tarih boyunca topluluklar halinde yaşayagelmiştir. İlk insanlar, küçük gruplar halinde doğada avcı-toplayıcı konumunda asalak olarak yüz binlerce yıl yaşamışlardır. Anladığımız manada toplumsallaşma, insanın yerleşik düzene geçmesiyle başlar.

Bu evrede toprak giderek önem kazanır ve yaşamsal bir unsur haline gelir. İnsan, toprağı ekip biçmeyi öğrenir, hayvanı evcilleştirir. Sonrasında bunu büyük bir iş bölümü izler. Yönetici sınıf (mutlak otorite, sivil - askeri bürokrat ve ruhban ) ile halk-avam; dil, din, asabiyet çerçevesinde bir araya gelirler; bir hukuk ve normlar dünyasında buluşarak toplumu inşa ederler. Geçen süre içinde bu ilkel topluluklar, gittikçe büyüyüp gelişerek, ihtisaslaşıp karmaşıklaşarak günümüz modern devlet ve topluluklarına dönüşmüşlerdir.

Biz insanlar toplum dediğimiz böylesi büyük ve karmaşık bir yapının içine doğarız. Doğduğumuz andan itibaren de toplumsallaşmaya başlarız. Bu serüven ilkin annemizin göğsünde başlar. Ana-baba kardeşler daha sonra arkadaşlar ve sevdiklerimizle bir alış-veriş içinde oluruz. Sonrasında dil, din, ülke, bayrak, okul vbg. Kurum ve mefhumların kutsiyetini idrak ederek toplumla aramızda kopmaz bağlar oluştururuz.

Esasen insan fıtratı da toplumun bu sahiplenmesini gerekser. İnsan yavrusu, kargaşadan karışıklıktan korkar, varlığını güvenli bir ortamda sürdürmek ister ve insana sığınır. Bu birliktelik mezara kadar devam eder. Bu süre içinde toplum ve insan (birey) birbirinin sarmalında dönerek ve birlikte dönüşerek var olurlar. Böylece insan (birey) toplumundan, toplum da insanından izler taşır.

İnsan olarak, kaderlerimiz, sevinçlerimiz, tasalarımız, ahlakımız, belli davranış kalıplarımız, iyilik ve kötülük anlayışlarımız hemen hemen insana ait her şey toplumda üretilir. Bilindiği gibi bu inşa ve üretme hali, diyalektik bir vetire içinde olur. Toplum insanını üretirken insanlar da toplumlarını inşa eder. Karşılıklı etki tepki sarmalına sahip bu yapılar sonuçta insanların kaderlerinin yazıldığı ve yaşandığı yerler olur.

Her toplum kendi insanını yaratır. Onu öngörüsüne, öğretisine ve normlarına göre biçimlendirir. Sonuçta insan çırılçıplak geldiği dünyada toplum tarafından bir hamur mayası gibi işlenip içselleştirilerek topluma yamanır (monte edilir).

İnsan hamuru güzele de çirkine de, yanlışa da doğruya da aynı mesafededir. Her türlü şekli ve biçimi almaya yatkın ve yeteneklidir. Pek doğaldır ki bir et parçasını işleyip ümran eden ve ondan akıllı, erdemli, vicdanlı bireyler yaratan toplum olurken, kötüyü, çirkini ve cehaleti üreten de yine toplum olmaktadır. Şu halde, iyilik de kötülük de ahlak da insanın değil ve fakat toplumun insanda inşa ve var ettikleridir.

Toplum çok güçlü bir yapıdır, önceki ve sonraki nesillerin katmanlarıyla oluşur. Bir insana göre çok uzun yaşar ve de çok tecrübelidir. Çok güçlü ve çok çeşitli normları, kuralları, yasaları vardır. Ağır çalışan hantal yapısı zaman içinde çok yavaş değişir; gençliği, yaşlılığı, bunalımlı ve nevrotik halleri olur çürüyüp tükenmesi de mümkündür. Esasen toplumların varlıklarını sürdürmesi bu aşamalı değişimlerle olur. 

Toplum genelde muhafazakâr, tutucu ve kuralcı olur. Bize her gün bir şeyleri öğretir, bir şeyleri dayatır. Normlarına kurallarına uyarak devam etmemizi ister. Kendisiyle çatışanı pek sevmez; gerektiğinde onu aforoz edip oyun dışı bırakır. Genelde uyum sağlayan çocuklara ‘iyi çocuk’, uyumlu insanlara da ‘iyi vatandaş’ denir.

AHLAKA GELİNCE

Toplumsal yaşamda ahlâk, daha çok töre anlamında tutum ve davranışları ifade etmek amacıyla kullanılmaktadır. Hal böyle olunca ahlak, her toplumun değerlerine, yönetim yapısına, hukuk ve ekonomik düzenine göre çeşitlenip farklılaşabilir.

Ahlak kavramı bir düzen kavramıdır: İyi ve kötünün ne olduğu, neyin doğru neyin yanlış olduğu, meşru olan ile yasak olanın neler olduğu ve neyi yapmak neyi yapmamak gerektiğine ilişkin sorular ahlaki sorular olup insan davranışlarını belirleyen yazısız kurallar bütünüdür.

İyi ile kötü, insanların denemeler sonucu vardıkları göreli değerlerden başka bir şey değildir.

Doğada iyi kötü diye bir şey yoktur. Doğanın özü ne ahlaka uygun ne de ahlaka aykırıdır. O sadece ahlakla ilişiği olmayandır.

Ahlak törelerden doğar töreler ahlaktan değil. Ahlak kavramları toplu yaşayışın gereklerini karşılamak üzere insan eliyle yaratılmış moral (tinsel) ölçütlerdir.

“Ahlâk, insanın kendisi dâhil, toplumla ve insanlarla ilişkilerinde nasıl davranması ya da davranmaması gerektiğini gösteren değer yargıları bütünüdür.” Diğer bir yaklaşımla “Ahlâk, bir toplumda genel olarak uyulması beklenilen kurallar ve yapılması gereken görevlerin tümüdür.” Kısaca ahlak, toplum tarafından betimlenmiş ve benimsenmiş davranışlar bütünüdür. Analojik olarak, toplum ulu bir ‘mürebbi’ dir, ahlak da onun öğretilerinden biridir.

İyi ve kötü toplumda üretilir. Güzel ve çirkin de öyle. Kötülük, genellikle derin ahlaksızlığı betimlemek için kullanılır. Toplumdaki yozlaşma ve bozuşma nedeniyle kötülükle ilişkilendirilen unsurlar, bencillik, çıkar, menfaat,  cehalet veya ihmal içeren dengesiz davranışlar kendinden başkasına yaşam hakkı tanımaz ve toplumda nefreti ve ahlaksızlığı güdüler. İyilik denen şey ise insanın, kendi varlığı dışındaki insan ve canlıların yaşamlarını kolaylaştırmak yolundaki düşünsel, estetik ve vicdani davranışlardır. Beraberinde sevgiyi ve güzel ahlakı oluşturur.

İnsanlar doğuştan boş bir levha gibidir. [3] Üzerleri toplumda yazılır. Bu durumda dünyaya çırılçıplak boş bir levha gibi gelen, tatlılığı ve şirinliği ile gönüllerimizi hoplatan insan yavrusunu toplum bir âlime de bir caniye de dönüştürebilir. Güzel ve çirkinlik toplumdadır. Bunlar toplumda üretilen değerler ve ölçütlerdir. Erdem, ahlak ve ahlaksızlık da böyledir. Genetik kodlarımız genelde fiziksel varlığımızda etkin olurken davranışlarımız, yaşam değerlerimiz ve ahlakımız büyük ölçüde toplum kaynaklıdır.

Toplumun kuralları amaçları isterleri doğrultusunda (iyi-ahlaklı) bireyler ortaya çıkacağı gibi bu sürecin iyi organize edilemediği defolu toplumlarda da defolu bireylerin ortaya çıkması olağan olacaktır.

Bu yüzden insan kötü ve çirkin duygularla malul olarak dünyaya gelmez. Kötü ve çirkinle geldiği dünya üzerinde tanışır.

Gerçekten de Rousseau’nun dediği gibi; insan veya birey, toplumu egemenliği altında tutmaz, tersine; toplumun sahip olduğu yasalar, insanı veya bireyi egemenliği altında tutar.

Esasen insanın fıtratı dinginlik ve barıştan yanadır.  Böyle bir yol haritasına sahip olan insan, bile bile kötülük yapmaz. İnsanın bile bile kötülük yapmayacağına inanan Sokrates'e göre, “İnsan doğası iyidir. Her insan, doğuştan iyi bir insanî öz yapıya sahiptir” der. Epikür ise İnsan doğasının bencil olduğunu söyler. Literatürde insanların doğuştan kötü oldukları hususu felsefi boyutta tartışılmaktadır. [4]

Ahlak, genellikle kültürel, dini ve toplumsal normlarla şekillenir. Tarih içinde ahlakı öğretmek ve ona gerekli saygıyı sağlamak görevi din adamlarının elinde olmuştur. Böylece ahlak doğaüstü bir konuma yükselip metafizik kimliğe bürünmüştür. İlkel toplumlarda ayrı birer güç olan ahlak ve din, geçişli (sınıflı) toplumlarda birbiriyle adeta kenetlenirler. Ahlakın temeli din olur.

Toplumun sağlıklı bir şekilde işleyebilmesi için ahlaki değerlerin önemi büyüktür. Ahlak, bireylerin birbirleriyle olan ilişkilerini düzenler, güveni tesis eder ve sosyal uyumu sağlar. Ancak, bireylerin kendi ahlaki değerleri ile toplumun normları arasında bir çatışma yaşaması da sıkça görülen bir durumdur.      

Sonuç olarak kesin ahlak yoktur. Bu yüzden hukuk ve adalet kuralları bu eksikliği gidermek içindir.

Her toplumun kendine özgü ahlaki değerleri vardır ve bu değerler zamanla değişebilir. Örneğin, bir toplumda kabul edilen bir davranış, başka bir toplumda hoş karşılanmayabilir. Bu da ahlakın dinamik bir yapıya sahip olduğunu gösterir.

Her toplumun ahlak ve etik değerleri birbirine benzemez arada nüanslar vardır. Bu yüzden evrensel ahlak diye bir şey yoktur. Nietzsche, sürü hayvanının içgüdüsü olarak betimlediği ahlakın evrensel olmadığını söyler.

Ancak farklı da olsa tüm insanlığı kapsayan evrensel değerler de oluşmuştur ki, bu da ahlak olarak değil, felsefi boyutta ‘etik’ olarak karşımıza çıkar.  

Aslında ahlak toplum içindeki davranışlarımızın ölçüsüdür. Toplumdaki kurallara ya da toplumu çevreleyen temel değerlere, uygun davranış gösterdiğimiz sürece iyi, aksini sergilediğimizde kötü ahlaklı oluruz. Bu toplumun ürettiği bir ahlak anlayışı olup toplum adına herkese giydirmeye çalıştığıTanımlayıcı ahlak” [5] anlayışıdır. 

Bütün bunların dışında “Kapitalist ahlakı” da bu cümleden sayabiliriz. Bütünüyle bir sistem (düzen) marifetiyle oluşturulan “kapitalist ahlak” sistemi,  dünya halklarının tüketim üzerinden biçimlendirilmesiyle oluşturulan yapay ve dayatmacı bir ahlak anlayışıdır. Sistem tüketim ekseninde tüm dünyayı global bir köy haline getirirken, yerel ve ulusal ahlakın yerine global kültürü ve ahlak anlayışını da yapay olarak toplum ve topluluklara enjekte etmektedir.

Ancak bütün bunların dışında insanın doğasından fışkıran bir ahlak anlayışından da bahsetmek mümkündür. "Normatif ahlak [6] diyebileceğimiz bu tür ahlakın kaynağı, toplumsal ögelerden (gelenek, örf-adet vb.) bağımsız bir biçimde insan akılcılığı (rasyonalite) ve farkındalığıdır. İnsanı insan yapan ve diğer canlılara üstün kılan şey de insanın bu hasletleridir.

İnsan aklının bir türevi olan farkındalığı (bilinç-şuur) insana sorumluk yükler. Bu konuda insan çok farklı bir fıtrata sahiptir. Bu farkındalığı ona duygudaşlık (empati) ve vicdan muhasebesi yaptırır. İnsanın bu davranışını güdüleyen toplumsal normlar ve yasalar olmayıp doğrudan doğruya insanın özü olan aklı ve vicdandır.

İnsanın bu fıtrat özelliği onun doğal evriminin sonucu mudur, yoksa insan bir gayeye yönelik olacak şekilde mi evrimleşmiştir? Bu sorular felsefi boyutta tartışılmaktadır.  Sebep hangisi olursa olsun asıl olan,  “insan farkındalığı ve bunun güdülediği vicdani “sorumluluktur”. İnsanın bu hasleti hemen her şeyi yeniden başlatacak ve değiştirecek güçtedir.

Mart 2023,

Balıkesir / Ören

 
[1] Arnold J. Toynbee “İnsan Soyu ve Toprak Ana” adlı kitabından

[2] Thomas Hobbes (5 Nisan 1588 - 4 Aralık 1679) bir İngiliz filozofudur. Hobbes’un yukarıdaki bu sözüyle; kendi çıkarlarımızı elde edebilmek için birbirimizi, diğer insanları nasıl yok edebileceğimizi, nasıl yok ettiğimizi anlatır.

[3] John Locke'un "Tabula Rasa" (Latince: Boş Levha) teorisi insan zihninin doğuştan boş olduğunu ve bilginin deneyimlerle kazanıldığını savunur. Yani doğduğumuzda zihnimizde önceden belirlenmiş bilgi veya yetenekler yoktur. Bu bilgiler zamanla deneyimlerle kazanılır.

[4] İnsan kötüdür: İnsanlık durumunun esrarı, varoluşumuzun en derin sorularından biri olarak, filozofların zihinlerini yüzyıllardır meşgul etmiştir. İnsan kötüdür diyenlerin başında Freud ve Schopenhauer gelir. Marx ise insanın toplumsal koşulların ürünü olduğunu belirtir.

[5] Tanımlayıcı ahlak: Evrensel bir anlayışa değil toplum yahut topluluklarca oluşturulup davranışlara yön veren kurallar bütününe yapılan vurgudur -ki bu durumda ahlakın evrensel olduğu görüşü yadsınır.

[6] Normatif ahlak: Tanımlayıcı ahlakın aksine toplumsal ögelerden (gelenek, örf vs-) bağımsız biçimde tüm rasyonel kişilerce onaylanacak olan kurallardır.

 

Yorumlar
Kalan Karakter 800