Özveri ve Özverili Olmak (Özgecilik)

Özveri kavramı Arapça ‘fedakârlık’ yerine Türk Dil Kurumunca önerilmiş ve bu saatten sonra da dilimizde yerini alarak yaygın bir şekilde kullanılmaya başlanmış anlamı, içeriği ve sadeliği ile çok güzel kavramlarımızdan biridir.

“Güçlü olacak birileri varlıklı, zengin!

Birileri de güçsüz olmalı; yoksul, yoksun.

Güçlünün olmalı dünya…

Yoksul ve yoksunun ise adı yok.

Neylersin ki; böyle yaratmış Tanrı;

zengini zengin, fakiri fakir eylemiş.

Bir veren, bir de alan olmalı ki;

başlasın eyyam…”

                                                 (C.Çalımer’in ‘Veren El- Alan El’ adlı şiirinden)

Özveri kavramı Arapça ‘fedakârlık’ yerine Türk Dil Kurumunca önerilmiş ve bu saatten sonra da dilimizde yerini alarak yaygın bir şekilde kullanılmaya başlanmış anlamı, içeriği ve sadeliği ile çok güzel kavramlarımızdan biridir.

Öz-veri, dilimizde ‘Diğerkâmlık’ sözüyle de tanımlanır, ancak özverinin yerini pek dolduramaz. ‘Özveri’nin felsefi boyuttaki kavramsallaştırılması ise ‘Özgecilik’ olarak adlandırılır. Bu durumda;  başkalarının iyiliğine çalışmayı yaşam ve ahlak ilkesi yapan bir görüş olarak tanımlanır. Diğer yandan Konfüçyüs ve Buda ‘Özgeciliği’ yedi erdemden biri olarak kabul eder.

Bu makalede amacımız, bütün bu kavramlarla bir kavram kargaşası yaratmak değil, ‘Öz-veri’ kavramının ‘güzelliği’ de içeren anlamı üzerinde durmak ve kavramın psikolojik, sosyolojik ve sosyokültürel boyutlarında gezinmek olacaktır.

Öz ve vermek kelimelerinin birleştirilmesiyle oluşmuş olan özveri, esasen insani boyutlarda psikolojik, sosyolojik ve sosyokültürel derinliği olan bir kavramdır. Kavram bu haliyle doğruluk ve güzelliği en iyi şekilde bünyesinde taşımaktadır. Örneğin; gereksemesi olan birine gereksediği bir şeyi vermek doğrudur, ancak bu verme eylemi, bu vazgeçme olgusu her zaman içten, gönülden olmayıp bir angarya, bir nekeslikle malûl olabilir. Kanaatimiz o dur ki, Verilenin özden gelen, ruhsal bir derinlik ve bütünlük içinde verilmesi, verme eylemini ‘güzelliğe’ taşır.

Dilimizde ‘Dilenciye hıyar vermişsin eğridir diye beğenmemiş’ şeklinde bir söz vardır. İnsan dilenci de olsa güzelliği istemek hakkına sahiptir. Olasıdır ki, bu güzelliğe bir insan olarak daha fazla gereksemesi de olabilir dilencinin.

Dilenciye düzgün bir hıyar yerine, eğri bir hıyarı reva görmek, öncelikle verme eyleminin özensiz ve içeriksiz olduğuna delalet eder. Sonrasında ise bu eylemin bir angarya oluşunu ve dilencinin hor görüldüğünü gündeme getirir. Verme eylemi doğrudur, ancak güzellikten yoksundur.  İşte özveri kavramı bu verme eylemini işin özüyle ve ruhuyla buluşturmaktadır. Birilerine bir şeyler vermek ya da bu şeylerden başkalarının yararına vazgeçmek erdemli ve doğru bir davranıştır ancak, bu insanın özüyle buluşursa güzellik de yaratılmış olur. Böylece verme eylemine sadece nesne değil, insanın özü de katılmış olur. ‘Güzellik’ de buradadır. Çünkü vermekten ziyade ‘veriş biçimimiz’ daha önemlidir. İşte tam da burada ‘özveri’ sözcüğü olayı çok iyi abrayıp, ortaya koymaktadır.

Konumuzun dışında olmakla beraber, toplumumuzun bu konudaki yaklaşımını ve ruh halini ortaya koyması bakımından manidar olan yukarıdaki özdeyişin üzerinde bir nebze durmak isterim. Çünkü bu gibi sözler toplumların yaşam imbiğinden süzülerek gelirler ve bu halleriyle de toplumdaki genel yaklaşımı ve ruh halini yansıtırlar. Başka ülkelerde bu ve benzeri böylesi bir söz dizilimi var mıdır? Bilmiyorum ama bu söz bana oldukça itici, kaba, acımasız ve incitici gelir. Vermenin bir angarya, istenerek yapılmayan ve özle buluşmayan, ötesinde ‘alan eli’ horlayan ve rencide eden bir eylem olduğunu anlatır. Öncelikle verilen şeye gereksemesi olan ‘alan el’ bir ‘dilenci’ olarak işin başında damgalanır. Sonrasında ‘alan elden’, muhtaç olduğu için, verilen şeyin iyisine kötüsüne bakmaması istenir. Bu nedenle dilenciye hıyar vermenin özveri dediğimiz olguyla yakından uzaktan bir ilgisi yoktur. 

Özveri maddi olmaktan ziyade moral anlamıyla yaşanan ve yaşanacak olan bir olguya zemin teşkil edecek bir eylem olmalıdır kanaatimce. Özveriyi özünden soyutladığımızda geriye sadece bir ‘veri’ kalır ki, bu da ‘veren el’ için bir angarya ve desinler paranoyasına dönüşürken, ‘alan el’ için de bir zulmet olur.

İnsanın kendisi için özverili olması söz konusu olamaz. Özveriyi ‘gayretli’ olmakla karıştırmamak gerekir. İnsanın belli bir hedefe odaklanarak amacına ulaşmak için katlandığı çile ya da gösterdiği gayret bir özveri değildir. İnsanın kendi varlığının dışında kalan insanlar, diğer canlılar ve hatta doğa için özünden ve kendinden bir şeyler vermesi, onların yaşamlarını kolaylaştırması yolunda katlanmak durumunda kaldığı haller ve vazgeçmelerin bütünüdür özveri.

Bu haliyle özveri kişisel bir davranıştır, ancak sonuçları bakımından sosyolojik bir olgudur. İnsanların durduk yerde başkaları için özveride bulunması ve kendinden vermesi evrim kanunları açısından lehine bir davranış değildir. Ancak, insanın sosyal bir varlık olarak toplum içindeki varlığını koruması kadar toplumun varlığını sürdürmesine hizmet etmesi de bir açıdan soyunu devam ettirmek amacına yönelik bir olgu olabilmektedir.

Bütün kadim toplumlarda, dinlerde ve eğitim sistemlerinde,  toplum kendi varlığını korumak ve devam ettirmek için özveriyi kutsamıştır, onu üstün bir davranış olarak yüceltmiş ve onun için norm oluşturmuştur. Böylece bireyin topluluktaki diğer bireyleri de düşünmesi, onlar için duygudaşlık yapması, onlarla paylaşımda bulunması ve onlarla bütünleşmesi istenmiştir. Bu yüzden toplum özverili davranan insanları sever, onu yüceltir ve ona bir statü verir. Bu toplumun kendisini koruma ve varlığını devam ettirme yollarından da biridir. Özveri bu haliyle evrimsel bir olgu olarak karşımıza çıkar. Genetik kod olarak da insanın yapı taşlarında mevcuttur. Ancak bize öncesel (Apriori) olarak verilmiş bir haslet değildir. Özverinin anayurdu olan vicdanımız dahi böyledir. Her ikisinin de yazılıp programlandığı yer bu dünyadır ve insanın evirildiği ve sosyalleştiği toplumudur.

Özverili olmak kaderimizin değil, sosyalleşmemizin bir sonucudur.  Dünyaya iyi ya da kötü olarak gelmeyiz, iyiyi de kötüyü de bu sosyal dünyada öğreniriz. Toplum bizim özverili olmamızı istediği için öz verili oluruz. Bu konuda toplumsal kurumların (aile, okul, sosyal ve dini kurumlar, cemaatler, çeşitli sosyal gruplar vbg.) hepsi işbaşında olur. İnsanı çok küçük yaşlardan itibaren, koşullar ve biçimlerler. Bu arada genetik kodlarımız da bu vetirenin dışında kalamaz. Diğer yandan vicdanımız ve kalp atışlarımız da aynı doğrultuda çalışır. 

Kişisel temelde her insanın kesinkes özverili olduğu söylenemez.(bu durum bazı insanlarda olumsuz da gelişebilir) Bu durumda özveriyi,  insanların kalbi ve kafaları ile bu yöndeki evirilmeleri belirler.  

Toplumsal temelde ise insanların başkaları yararına bir şeylerden vazgeçmeleri ve özveride bulunmaları istenir. Hatta bu konuda müesseseler oluşturulur. Başta devlet, vakıflar, dernekler sivil toplum kuruluşları, cemaatler, yardım kuruluşları özveri konusunda odaklanmış kurumlardır. Bunlar ve diğer inanç sistemlerinde de yine insanlardan başkaları için vazgeçmeleri, özveride bulunmaları ve sadaka vermeleri istenir. Daha da ileri gidilerek insanların malvarlıklarından da belli ölçülerde vazgeçmeleri talep edilir. Bu müesseseler bu haliyle çoğu zaman özverinin özünü kaybetmesine neden olurlar. Olguyu bir vergi bir aidat zorunlu bir edim haline dönüştürürler. Bu durumlarda işin özü gider verisi kalır. Hemen hemen hiç kimse bu veriyi-vergiyi pek ödemek istemez.

Dilimizde özverinin özünü örseleyen bunun gibi çok sözümüz vardır. Bunlardan bir kaçı; “Az veren candan çok veren maldan’; ‘Veren el alan elden üstündür.(hadis)’; ‘Almadan vermek- vermeden almak Allah’a mahsustur.’ gibi. Kanaatimiz odur ki, Özveri nedense bu sözlerimizde hep örselenmiş, vereni yüceltirken alanı zemmetmiştir. Veren-el üstünmüş! Ne kadar acımasız ve duygusuz bir söz. Sormadan edemeyeceğim; ACABA ‘ALAN-EL’ OLDUNUZ MU HİÇ?

Modern ve gelişmiş bir toplumda alan ve veren ellerin üstesinden gelinmiş, insanların insanlara muhtaçlığı büyük ölçüde eritilmiştir.

Sonuç olarak diyebiliriz ki, ‘Özveri’  tarihte bütün toplum ve kalabalıkların birleştirici harcı olmuştur. İnsanlar bölüşmek, paylaşmak üzere varlıklarını devam ettirebilmişlerdir. Bundan sonrasında da değişen pek bir şey olmayacak, özveri insan var oldukça yaşayacaktır. Ya da insanı insan yapacak duyguların başında olacaktır özveri.  “Ancak bu soylu duyguyu, insanları sömürerek oluşan artı değerden kısmen feragat ederek, kendine toplumsal bir statü ya da bir üstünlük sağlamak (üstün el) için yapılan vazgeçmelerden ayrık tutmak gerekir” ifadesini kullanmakta dahi beis görmekteyiz.

                                                                                                         Ekim 2020 Marmaris

 

Yorumlar
Kalan Karakter 800
Fethi Denizmen
Cemal arkadas Vermek Verebilecek konumda olmak Veren icin cok guzel keyiftir iyi hissettirir Bu arada “ Modern ve gelişmiş bir toplumda alan ve veren ellerin üstesinden gelinmiş, insanların insanlara muhtaçlığı büyük ölçüde eritilmiştir.“ paragrafini cok begendigimi de belirtmek isterim Go Cemal go
Sirin Yucel
Vermek ve almak kavramlarını sorgulamama neden olan yazınız oldukça aydınlatıcı ve öğretici kaleminize sağlık.