Norm-al, Anormal...
‘Normal’ ve olumsuzu olan ‘Anormal’ terimlerine o kadar aşinayızdır ki, günlük konuşmamızda dilimize adeta pelesenk olmuşlardır. (En kötü yasa yasasızlıktan, en kötü kural kuralsızlıktan iyidir.)
Gelişmelerden anında haberdar olmak için Google News'te Paradurumu'na abone olun
Paradurumu'na Google News'te abone olun
Abone Ol‘Normal’ ve olumsuzu olan ‘Anormal’ terimlerine o kadar aşinayızdır ki, günlük konuşmamızda dilimize adeta pelesenk olmuşlardır. Aslında terimler Fransızca olup yaygın kullanışları nedeniyle evrensel bir hüviyete sahiptirler. Normal sözcüğünün kökü olan ‘norm’ kelimesinin esası Latince erese / çekül sicimi, kural ve talimat anlamlarına gelen ‘norma’ kelimesinden gelir ve çok geniş bir alanda kullanılır. Ahlak, hukuk, felsefe ve nezaket kurallarını kapsayan toplumsal normların yanında, tıp, teknik ve diğer bilim alanlarında da yaygın bir kullanımı vardır. Cicero, hukuk felsefesinde ‘kural kavramını’ ifade etmek için ‘regula’ yanında ‘norma’ kavramını da kullanmıştır.
Normlar; tarif eden, açıklayan ve bir eylemi gerçekleştirmeye yönelik pratik anlam kavramlarıdır. Bir grubun belli bir bağlamda nasıl davranması gerektiğini anlatan inançtır. Kısaca, nasıl yapılması ve üretilmesi gerektiğine dair metodu olan her eylem kategorisinde normlardan söz edilir. Norm çok fazla bilinmeyen ancak merak edilen sözcükler arasında yer almaktadır. Türk Dil Kurumu da norm’u; uyulması gereken bir kural, ‘Kural’ olarak benimsenmiş düzgü; yerleşmiş olan ilke ya da yasaya uygun durum.’ şeklinde açıklamıştır.
‘Norm’ bu haliyle bir (isim)’dir. Bundan oluşturulan ve etüdümüze konu olan ‘NORMAL’ sözcüğü bir (sıfat ) olup, "Kurala uygun, alışılagelen, olağan, düzgülü, aşırılığı olmayan, uygun" anlamlarındadır. Normalin başına getirilen ( A ) olumsuzluk takısı da Normali ANORMAL’e çevirmektedir. Bu kural-dışılık ‘normal’ olarak tanımladığımız bütün bu ‘kurallar evreninin’ olumsuz öğeleridir.
Örneğin; İnsanın gülmesi doğal ve normal bir davranıştır. Buna karşılık aynı davranış biçimi bir cenaze töreninde gerçekleşirse herkesin kınamasına yol açar ve size normal gözle bakılmaz. Yine, Müezzin’in minareye çıkıp ezan okuması normaldir, ancak aynı Müezzinin aynı yerde gazel atması normal değildir. Toplumsal yaşamımız daha bunlar gibi adına normal ya da anormal dediğimiz davranış biçimleriyle örüntülüdür.
Bir toplumda davranışlarımızın normal ya da anormal olduğuna kim ya da kimler karar verir ve bunun meşruiyeti nedir?
Bir davranış biçiminin normal ya da anormal olduğu bizatihi o toplum tarafından belirlenir. Bunlar her toplumda zaman içinde kendiliğinden oluşan örfler adetler, inançlar, normlar gibi temel davranış kabulleridir ve dünya üzerindeki çeşitli topluluk ya da toplumlarda bir spektrum oluşturacak tarzda farklı farklıdır.
Şu halde normaller ve anormallikler hiç de zannettiğimiz gibi değişmez ve her yerde her zaman aynı olan şeyler değildirler. Normal ya da anormal olarak tanımladığımız bu davranış külliyatı, tarih içinde zamandan zamana, mekândan mekâna ve toplumdan topluma değişebilen göreli davranış dizgeleridir ve bunlar toplumun dinamizmi içinde kendiliğinden oluşur.
Bu yüzden toplum normlar, kurallar ve yasalar evrenidir. Bütün bunlar İnsanın toplum halinde bir arada yaşamak zorunluluğunun sonucudur. (Hatta bir görüşe göre, toplumu oluşturan insanlar arasında kapalı ya da var sayılan toplumsal anlaşmanın ürünüdür.) Dağ başında bir başına yaşayan insanın kuralları olmaz, olsa olsa alışkanlıkları olur. Bu insan dağdan inip toplum içine karıştığı andan itibaren normlar-kurallar evrenine girmiş olur. Dağdaki biyolojik insan adeta mutasyon geçirerek toplumsal bir varlık (sosyolojik bir varlık – köylü, kasabalı, kentli vb.) haline gelir. Bu evrede toplum bize bir takım rol ve statüler verir ve bizden bu kural ve normlara göre davranmamız beklenir.
Bir arada yaşamamızın gereği kurallara uymaktır. Bu kurallar aracılığıyla davranışlarımız toplumsal açıdan tanımlanır. Bu davranışların bazısı “doğru - normal”, bazısı ise “yanlış-anormal” kabul edilir. Doğru davranışlara izin verilirken, yanlışlar yasaklanır ve müeyyide altına alınır. Toplumun istikrarını koruyan, bekasına hizmet eden, yani“işlevsel” niteliğe sahip davranışlar ‘normal’ olurken, bunları zorlayan, dışlayan, nakzeden davranışlar ‘anormal’ olarak değerlendirilir.
Peki, bütün bunlar ne derecede ve neye göre doğrudur ya da normaldir? İnsanların huzuru ve mutluluğu mu, yoksa toplumun varlığını koruması ve devam ettirmesi mi esas alınmalıdır? Bu iki yapının (birey-toplum) uyumlu ve mutlu bir ikili olarak yollarına birlikte devam etmesi her zaman mümkün müdür ve bu konuda ölçü ne olmalıdır?
Aslında gelmek istediğimiz yer, tam da burada insanın kendisi ve onun kaderidir! Diyeceğimiz odur ki, insanı iyi ya da kötü yapan toplumdur. İnsanların kaderleri gökler ardında değil, içine doğdukları toplumda yazılır. İnsan, doğduğu andan itibaren toplumun önüne açılan boş bir sayfa gibidir. Toplum aileden başlayarak tüm kurumlarıyla insanı istediği gibi biçimler; onu eğitir, ya da cahil bir hayvana dönüştürebilir. Bu durumda insanların mutluluklarında içine doğdukları toplumun payı çok büyük ve önemlidir. Buradan, iyi ya da kötü mefhumlarının (normal-anormal) insandan ziyade topluma racî olacağını çıkarsamak pek ala mümkündür. ‘İyi insan, iyi vatandaş’ olmamız bunlara göredir. İyi ve güzel bir toplum genelde iyi ve güzel insanı üretir. İyi ve güzel insanlardan oluşan toplumlar da daha iyisini ve daha güzelini inşa eder.
İnsanı ve onun mutluluğunu toplumun odağına koyduğumuzda, İyi ve güzel toplumlar, insanının eğitilmesi, mutluluğu ve refahı yolunda çok iyi organize olmuş, bu konudaki kurumlarını oluşturmuş ve geliştirmiş en önemlisi de bütün bunları güçlü bir yönetim ve hukuk zeminine oturtmuş toplumlardır. Aklı ve bilimi önceleyerek iyi örgütlenmiş, yüksek ahlak ve estetiyi şiar edinerek normlarını oluşturmuş toplumlar pek doğaldır ki, iyi, güzel ve ‘mutlu insanlar!' üretecektir. Bunun geri beslemesi de daha güzel ve daha güçlü bir toplumu yaratacaktır…
Bütün bunların aksine, iyi örgütlenememiş, akıl ve bilimi önceleyerek norm oluşturamamış, hukukun üstünlüğünü şiar edinerek yasal düzeneğini kuramamış ve bu konularda kurumlarını oluşturamamış kaderci toplumların insanı da yetersiz ve suça meyyal olacaktır. Toplumun bu ‘anomi’ hali iyi niyetli insanları bile kısa sürede bozarak kötü, çirkin ve ‘a-norm-al’ kişilere dönüştürecektir. Bu halin geri beslemesi ise daha da kötü olacaktır. Toplum süratle çürümeye doğru gidecektir.
Yüzyıllar boyunca bu günah bireye yüklenmiştir. Yani toplum (düzen) gayet normaldir, hatta ilahidir. Ona bir eksiklik, bir kusur izafe edilemez. A-norm-al olan insandır (!) Bazı insanlar lanetlidir ve suçlu olarak doğarlar denmiştir. (Ortaçağdaki ‘cadılık’ görüngüsü, kilisenin ilahi dünya nizamı ya da Osmanlı’nın nizam-ı âlemi )
Platon; suç, bir ruh hastalığıdır der ve kaynağının da insan ‘ihtirası’, insan ‘tutkuları’ ve insan ‘cehaleti’ olduğunu söyler. Aristoteles ise suçluyu toplumun bir düşmanı kabul etmiş ve şiddetli şekilde cezalandırılması gerektiğini düşünmüştür. Yine Aristoteles’e göre suçun kaynağı ‘sefalettir’. Bu görüşler geçen yüzyıla kadar savunulmuştur; suç insan kaynaklıdır ve bazı insanlar suça istidatlı olup, ‘anormaldirler ve esasen suçlu doğarlar. Ne yazık ki, bu görüşler, geçen yüzyıldaki ceza yasalarının dayandığı temel espriyi de oluşturmuştur.
Ancak günümüzde, bu konudaki modern görüşler; suç ve suçun kaynağının toplumun kendisi olduğu üzerinde birleşmektedir. Toplum suçu icat eder, ondan sonra suçluyu bulur, sonrasında yargılar ve birey hakkında hüküm verir. Bu tiyatroda oyunu yazan da sahneye koyan da toplumdur. Birey rolü üstlenmiş oyuncular gibidir. Ancak bireyin toplumun inşa ettiği bir unsur olduğu da unutulmamalıdır. (Esasında toplum, oluşturduğu mahkemede kendini ve inşa ettiklerini yargılamış olur. Buradan çıkarılacak ders hayli öğretici ve tevbih edicidir.)
Konuyla ilgili olarak en son söylemek istediğimiz şey; kendine göre yasaları olan norm-al bir evrende, yine kendine göre yasaları ve sistematiği olan norm-al bir güneş sistemi ve onun bir gezegeni olan norm-al (normatif) bir dünyada çeşitli topluluklar içinde ‘norm-al’ bir şekilde yaşamaya çalışırız. Evrendeki ve gökyüzündeki yasalar bir gerekirliğin (varoluş) sonucudur. Doğa yasaları da öyle. Ancak toplumsal yasalarımız, içinde yaşadığımız toplum tarafından inşa edilirler (din dahil). Varlığımızı kurallara, normlara ve yasalara borçluyuz. Bu durumda en kötü yasa yasasızlıktan, en kötü kural kuralsızlıktandır. Günümüz dünyasında postmodern görüş yanlıları toplumun gelmiş geçmiş kurumlarına ve geleneksel kalıplarına karşı bir tutum izlerken dahi kendi dünyalarının normal ve anormallerini oluşturmanın çabası içindedirler. Esasen, normların oluşturulması toplumsal bir inşa halidir. Toplumsal kuralları koyanlar ile bu kurallara uymayanlar arasındaki karşılıklı etkileşimin sonucudur. Birine göre normal olan diğerine göre anormaldir ya da aksi. Sonuç olarak şunu söylemek pek ala mümkündür; normalle anormal arasında çok silik ve çok ince bir çizgi vardır.
Şubat 2021 – Marmaris
Cemal Çalımer
4 Adımda Zaaflarınıza Hoşça Kal Deyin!Hepimizin zaafları var. Ve zaaflarımıza dur diyebilmek için yapmamız gereken şey onlarla yüzleşmek.