İhtiyacın Olmayan Ürünü Satın Almazsan...
İnsanoğlunun istek ve ihtiyaçlarının sonsuz, bu ihtiyaçları karşılayan veya karşılamak için tüketilen mal ve hizmeti üretmekte kullanılan kaynakların ise kıt olması durumu iktisat biliminde nedret (kıtlık) kanunu olarak bilinir.
Gelişmelerden anında haberdar olmak için Google News'te Paradurumu'na abone olun
Paradurumu'na Google News'te abone olun
Abone OlÜretilen mal miktarında ne oranda nedret yapılacağı fiyat mekanizması tarafından belirlenir. Kâr artırmak güdüsüyle hareket eden satıcı, piyasaya arz ettiği malın fiyatı ve miktarı üzerinde ayarlamalar yaparken elbette en üst düzeyde kâr sağlamaya çalışacaktır.
Pazarlama stratejilerini devreye sokarak daha çok mal ve hizmet satmak için talep yaratmanın, yani ihtiyacın olsun olmasın, o ürüne ihtiyaç "duyurma"nın neo-kapitalizm/ liberalizmin yansıması olduğu da bir vakıadır. Talep yaratmada en etkin faktörler olan reklamlar, işlevi aynı olsa da farklılaştırılan ürünler, yaratılan algılarla bilinçaltına yerleştirilen ihtiyaç hissettirme duyguları, hiç bitmeyen indirimler, muhteşem fırsatlar, "sınırlıdır kaçırmayın"lar (hiçbir şey bir yere kaçmıyor ki), marketlerdeki sarı etiketler, Black Friday (Kara Cuma) gibi ucuzluk fırsatları ve daha nice "ihtiyacın var" tuzaklarının tek amacı insanlarda alım dürtüsünü sürekli canlı tutmaktır.
"İstek mi ihtiyaç mı?" desem sanırım aklınıza hemen finansal okuryazarlığı ülkemizde yaygınlaştırmak için yıllardır çalışmalar yürüten Özlem Denizmen gelecektir. On saniye kuralı da kendisinin sloganlarındandır. Malı elinizde tuttuğunuzda onu bırakmak zor gelir. Bu durumlarda on saniye boyunca "bu benim isteğim mi yoksa buna gerçekten ihtiyacım var mı?" sorusunu sormanızı ister.
Bu soruyu sormanın amacı dürtüselliğin önüne geçmektir, zira dürtüler doğrultusunda hareket edildiğinde harcamalar artmakta, bu da beraberinde sorunları getirebilmektedir. Dürtüsel harcamalarla insanlar ihtiyaç duymadıkları mal ve hizmetleri satın alıyorlar. Peki insanlar banka hesaplarına zarar verme pahasına da olsa anlık para kararlarını düşüncesizce vermeye neden bu kadar eğilimli ve bu dürtüye nasıl direnilir?
Anlık ve zararlı olabilecek harcama kararlarımız tek bir sebepten kaynaklanıyor: Düşünmeye zaman ayırmıyoruz. Dürtüye direnmek kolay olmasa da herhangi bir anlık satın alma işlemi yapmadan önce 24 saat beklemek, harcamaları takip etmek, yazmak, kredi kartı yerine nakit ödeme yapmak gibi alışkanlıklar yalnızca gerçekten istediğin şeyleri satın almana yardımcı olacaktır.
Alışveriş Yapmak Harika Hissettiriyor, Ancak Tuzaklara Dikkat!
Yazılı ve görsel basındaki reklamlar, promosyonlu satışlar ve tanıtım fuarları bilinçaltına ne enjekte ediyor? “Al, al, al... Hemen al!” Koş alışverişe, rahatla. Bilinçaltı da sen de mutlusun.
Satıcılar ne peşinde? "Daha çok sat, sat, sat... Nasıl olursa olsun, yeter ki sat!" Başarı hep daha, daha, daha çok satmakta zira.
Satıcının hedefi ihtiyaç yaratarak istek oluşturmak. Bu tüketim toplumu devrinde üretimin çokluğundan ürünler satılarak bitmeyince üreticiler ne yapacaklar? Elbette yeni yeni pazarlama stratejileri geliştirecekler: "Elindeki eskimekte, yenilemelisin!" Daha fazla israf, daha çok çöp.
İnsanlar özellikle küresel ürün dağıtıcılarına, marka şirketlere güveniyorlar, çünkü giderek büyüyen çevresel endişelere parmak basarak her şeyi parlak ve güzel gösteren, ambalajlarda, reklamlarda yeşil rengi, yeşil manzaraları ve hatta çocukları kullanmayı tercih eden bu firmaların hedefi tüketicilerin güvenini kazanmak. Gerçekte bu güveni hak ediyorlar mı?
Mesela araştırmalara göre plastik ambalajların üstündeki geri dönüşümlü ibarelerinin çoğu doğru değil. Plastik üretiminin sadece 10%’unun geri dönüştüğü bilinmekte.
Plastik, Metal ve Elektronik Atıklar; Satıcılar ve Ürün Dağıtıcıları; Küresel Çevre Felaketi
1994 yılı. Kızım Özlem’in Cornell Üniversitesi'ndeki mezuniyet törenini izlemek için New York Eyaleti'nin Ithaca kasabasındayız. Kasabadaki evlerin önünde üç ayrı çöp konteynırı var, normal, plastik ve cam atıklar için. Yurda döndüğümde bunu uygulamaya çalıştım, halen de olabildiğince devam etmekteyim.
Tam da bu noktada bir soru geliyor aklıma: Madem bütün poşetler, plastikler geri dönüşebiliyor, elektronik atıklar geri dönüşüm için toplanıyor, öyleyse neden bu milyonlarca ton atık Batı ülkeleri tarafından ekonomisi düşük ülkelere gönderilmekte?
Elektronik aparatların işçiler tarafından elle parçalandığını izlemiştim, solunan zehirler eşliğinde. Bir aparatın ömrü dolduğunda bunun bedelini zayıf ekonomiler ve bu ülkelerin insanları ödüyorlar. Elektronik ürünlerin ömrü bittiğinde onlarla ne yapılacağı daha önceden belirlenmiş mi? Tüketici sadece geri dönüşüm konteynırına mı atmalı? Oradan nereye gidiyor? Meçhul... Ya da bunun cevabı, "zayıf ekonomi ülkelerine".
Amerika ve Avrupa’da insanların kıyafet bağışlamaya yönlendirildiğini de izlemiştim. Ne güzel bir iyilik algısı, değil mi? Peki, gerçek ne? Nereye gidiyor bağışlar? Genelde Afrika ülkelerine, Gana'ya, benzerlerine... Gana nüfusu 30 milyon. Peki, Gana’ya haftalık kaç parça geliyor dersiniz? 15 milyon civarı...
Türkiye de Avrupa’nın çöplüğü olma yolunda. Yetkililer bunun sebebi olarak ülkemizdeki geri dönüşüm tesislerinin yeterli hammaddeye ulaşamamasını gösteriyorlar.
Plastikler yok edilemiyor, gizlenemiyor... Peki ne oluyor? Denizleri ve toprakları tehdit etmekle kalmayıp gezegenimizin sınırlarını zorlayan küresel bir krize dönüşüyor. Her yıl yaklaşık 450 milyon ton plastik üretiliyor ve bu miktarın 2040 yılına kadar üç kat artması öngörülüyor. Daha da endişe verici olan bu plastiklerin neredeyse %50'sinin çevreye ve insan sağlığına ciddi zararlar veren tek kullanımlık ürünlerden oluşması. Türkiye, Avrupa'dan gelen plastik atıkların %28’ini alırken bu atıkların %90’ı depolama alanlarında birikiyor.
Greenpeace Türkiye 4 Kasım 2024'te Türkiye’nin son beş yıldır Avrupa ülkelerinden plastik atık alan ülkeler arasında ilk sırada olduğunu ortaya çıkardı. 25 Kasım ve 1 Aralık tarihleri arasında gerçekleşecek olan Küresel Plastik Anlaşması öncesi Greenpeace, “Avrupa’dan Türkiye’ye plastik atık gönderimi son bulsun!” çağrısında bulundu.
Üreticiler, satıcılar ve ürün dağıtıcıları kârlarını maksimuma çıkaran stratejiler peşinde koşarken küresel çevre felaketi konusunda ne yapıyorlar dersiniz, insanları sorunları hallettiklerine inandırmaktan gayri? Öyle ya, küresel markalar onlar. Güçlüler, iyiler. Sahip oldukları güçle her şeyi halleder onlar. Onlar çevrecidir, dünyanın en iyileridir... Ne yazık ki çalışanları da tüketicileri de buna inanmış durumdalar.
Bir Şeyler Yapma Zamanı Gelmedi Mi?
Dünya Bankası 2020 verileri yaklaşık 2,2 milyar ton çöp üretildiğini gösteriyor. Bu miktarın 2050’ye kadar 3,88 milyar tona ulaşması beklenmekte. Bunların en kötüsü de plastik.
Para, daha çok para, daha çok kazanç, güçlü olma, doyumsuzluk gerçekleri karşımızda iken küresel firmalardan, ürün dağıtıcılarından çevreye duyarlılık beklenebilir mi? Sanmıyorum...
O hâlde tüketiciler şirketler üzerinde baskı kurmalı, sivil toplum kuruluşları oluşturmalı, kamudaki yetkililere baskı yapmalı, görüşmeler gerçekleştirerek otoriteleri devreye sokmalılar.
İhtiyacımız dışında alışveriş yapmamak, daha az satın almak, hızlı modaya ve kullan at ürünlere hayır diyebilmek, elektronik cihazları mümkün olan en uzun süreyle kullanmak, yenisini almadan önce onarmayı denemek ve benzeri davranış biçimlerini benimsemeliyiz.
İndirimler bitmez. Görsel medyadaki, reklamlardaki "daha fazla al" pompalaması da. Fakat bilinçlenmeliyiz!
Daha temiz bir çevre, doğa ve iklimi gelecek nesillere bırakabilmek adına.
10 Aralık 2024
Suadiye