En Güzel Dünya

“Bizim idealimizde insanlar üzerinde zor kullanmanın yeri yoktur.” Lenin

Sıcak yaz günlerinde ne okunuyor ne de yazılıyor. Bu konuda köklü bir alışkanlığınız ya da zorunluluğunuz yoksa bu evrede isteseniz de kitaplardan, düşünmekten ve yazıp çizmekten uzak düşüyorsunuz. Buna önce otuzları aşıp kırklarda dolaşan hava sıcaklığı müsaade etmiyor. İsteseniz de elinizi kolunuzu kaldıramıyorsunuz. Ancak kitapların dünyası çok farklı, güzel. Bir kitap elinize yapışıveriyor, yaz ortasında da olsanız, dondurucu soğuk bir mekânda da bulunsanız, sizi kendinin kılıyor. Nedense şöyle düşünürüm,

“Kitap, elinize yapışıyorsa o sizindir, evreninizden, dünyanızdan bir parçadır. Eğer kitap, kendi ölçülerinize göre elden düşüyorsa üstüne pek varmayın.”

Bu yaz sıcaklarında Kuzey Ege’de, saygın ve sevgili öğretmenlerimizin (Fakir Baykurt ve öğretmen dostları) oluşturduğu bir beldedeyim. Öğretmenler Mahallesi diye anılan bu belde, Balıkesir’e bağlı Burhaniye ilçesinin, deniz kıyısındaki güzel bir beldesi. Güneşi, kumu, denizi ve klimatize olmuş bir havası var. Uzunluğu 650, genişliği 30 metreyi bulan ince beyaz kumlu ve mavi bayraklı bir plaja sahip. Güneydeki benzerlerine kıyasla oldukça özgün ve kendinin olan bir belde.

Burada, Öğretmenler Anıtı'nın yer aldığı meydanda açılan bir çayevi, sık uğradığım yerlerden. Bu çayevi bildiğimiz çayevlerinden farklı. Ticaret ve para odaklı olmaktan çok, kültür ve kitap odaklı. Koca bir mekân kitaplara ayrılmış, isteyen istediği kitabı alıp okuyor. Hatta okumak için evine götürebiliyor, herhangi bir takibi yok. İnsanlar okuduktan sonra kitabı getirip yerine bırakıyor. Bu arada elinde bulunan kitapları da buraya armağan edebiliyor. Bu yüzden kitap sayısı azalmıyor, aksine gittikçe çoğalıyor. Ne de olsa serde öğretmenler var. Öğretmenlerimiz bu beldeyi bir okul gibi benimsemişler ve hatta okula dönüştürmüşler sanki. Hafta sonuna bağlanan Cuma akşamlarını İstiklal Marşı ile kapatıyorlar. Herkes hoparlörlerden çalınan marşla birlikte ayağa kalkıp saygı duruşunda bulunuyor.

İşte, bu dünyadan bir kitap geçti elime ve ele yapışan kitaplardan biri oldu benim için. Kitaptan alıntılarımı sizinle paylaşmak istedim:

Jean Baby1, En Güzel Dünya, Anadolu Yayınları, 3. Baskı, Çeviri: Müntekin ÖKMEN

Kadının Durumu

François Mauriac,

“Kadın erkekle eşit oldu, ama bu, dişi geyikle erkek köpeğin eşitliğidir.”

Başka yerlerde olduğu gibi Fransa’da da kadın, ikinci sıradan ve bağımlı bir varlık olarak kalmıştır. Bunun sebeplerini tarih içinde aramak gerek.

Eski toplumlarda kadının gördüğü iş, beden gücüne bağlı kalıyordu (güç paradigması). Birinci görevi çocuk yapmak, beslemek ve büyütmekti. Güçlü ve dayanıklı erkek av avlamak, alet edevat yapmakla uğraşıyor, gerektiğinde savaşıyordu.

Toplumda hayvanı yakalayıp boynuna tasma takan, getirip ahıra bağlayan da erkektir. Kadın doğurup büyüttüğü için soy sop kadının üzerinden yürüyordu. Bu durumu tersine çevirmek, soy sop babadan yürüsün demek yeterli oldu. Bu değişiklik tüm insanlığı haraca bağlayan geniş sonuçlar doğurmuştur.

Önce analık hukuku yıkılmalıydı, yıkıldı. Babaya bağlı miras hakkı kuruldu.

Analık hukukunun devrilmesi, kadın cinsinin büyük yenilgisidir. Kadın gözden düşmüş, köleleştirilmiştir. Erkeğin zevkine hizmet eden basit bir üreme aleti haline gelmiştir.

Kadının köleleştirilmesinden bu yana aile içinde erkeğin üstünlüğü (mütearife/ axiome) olmuştur. Bunun için her şey yapılmıştır. Özellikle Müslüman dünyada, peygamber, kadının yerinin ikinci sırada olduğunu ve bunun Tanrı emri olduğunu söylemiştir. Yahudi ve Hıristiyanlara göreyse kadın günah hamalıdır (kadın olmak adeta günahtır). Çünkü Adem'e ayvayı yedirmiştir! Kadınla cinsel birleşme kirli sayılmıştır. Bu kirden kurtulmak için nikâhın kilisede yapılması şart koşulmuştur.

Kadının kocasına sadakati esastır. Ve kadın, efendisi erkeğin çıkarı için yaşamalıdır. Sonrasında kadın, el değmemiş bir bakire olarak kocasını beklemelidir ve bugün bu hala böyledir. Kadın ellenmek ve dillenmekten korkar. Bu, onun üzerinde şeytan gömleği gibi büyük bir baskıdır. Kadın üzerindeki baskıyı pekiştirmek için Katolik Kilisesi EL DEĞMEMİŞ (bakire) MERYEM ve günahsız gebe kalma masalını uydurmuştur.

Kadına evleninceye kadar erkek haram, evlendikten sonra da yalnız kocası helal kılınmıştır. Kadın tüm yaşamı boyunca kırıştırmasın diye tarassut altında olmuştur. Zina yapan kadın ise taşa tutulmuştur.

Erkek efendidir; çeşniyi sever, evlilik dışı ilişki kurabilir. Kadına baskı, erkeğe serbesti bu durum zorunlu olarak fuhuşu ortaya çıkarır ve zinanın önüne geçilemez. Engels’in dediği gibi, “Yoldan çıkan kadını ölüm paklar!”. Adetler, ahlak ve yasalar kadını kıskaç altına almıştır. Aslında kadın da erkek kadar yeteneklidir. Ama sosyal yaşam olanakları her ikisi için farklıdır.

Toplum, kadını, sırtına yükleyeceği köleliği kabul edecek şekilde hazırlar. Kadının duygu hayatı bir yalan, utanma, ikiyüzlülük ve kafa karışıklığı içinde geçer. Toplum kızları öyle şartlandırır ki koca ve evlilik onun için kurtuluş yolu olur. Toplumda bekar kadının işi çok daha zordur.

Çin Atasözü: “Evlilik içeridekilerin çıkmaya, dışarıdakilerin de içeri girmeye can attıkları dört duvardır.”

Kapitalist toplumda insan kârın bir vetiresi olarak görülmüş, özellikle de kadın seks ticaretinin metası haline getirilmiştir (Simone de Beauvoir, İkinci Cins).

Sorun kadının tabiatından değil, dizginleri erkeklerin elinde bulunan bir toplumun kadınlara reva görülmesinden doğmuştur (Tolstoy ile karısının hikâyesi). Kadın üzerindeki baskının sorumlusu sosyal düzendir.

Kadının bir korkusu da ihtiyarlamaktır.  Erkek, genç kadına düşkündür, kadın da bu yüzden makyaj malzemelerine.

Kural olarak evlenme insanları birbirine yakınlaştırmaz, uzaklaştırır.

Çehov,

“Eğer yalnızlıktan korkuyorsan sakın evlenme!”

Kadın ve erkeğin sosyal yapıları, sosyal rolleri farklı farklıdır. Bu nedenle arada birçok çatışma olur. Örnek Tolstoy ve karısının hikâyesidir.

Kadın ve erkek cinsiyet bakımından farklıdır, ama düşünce bakımından aynıdır.

Paranın var olmadığı bir dünya

İnsanların büyük çoğunluğu yoksul ya da çok yoksuldur. Ve yaşamak için para kazanmak durumundadır. Ve para modern dünyada her şeydir.

Ancak herkes sosyal emeğe katıldığında ürünler ve hizmetler parasız olacaktır. Barınma ve taşıma, daha sonra giyim ve beslenme paranın aracılığından çıkacaktır.

Bugün için her şey parasız olsa herkes kaptığını götürür ve kimse de çalışmak istemezdi, ama bütün bunlar düzenlenebilir, yeni ve parasız bir kültür oluşturulabilir. Bu da zor bir şey değildir. En iyi evi istemek yasak değildir. Bu da disipline edilebilir bir şeydir. Bugün için ölümlü bedenlerle ölümsüzlüğü düşünür gibiyiz. Her şey yeni baştan ele alınır ve bu konuda bir kültür oluşturulduğunda ilk nesillerden sonraki nesiller buna rahatlıkla uyum sağlar ve bu durumu, yani parasızlığı olağan olarak görür.

Parayı ortadan kaldırdın mı kapitalistin tekelci karı da ortadan kalkacaktır ve tekelci sermaye oluşamayacaktır. Bu durumda kapitalist ahlak yerine yeni bir ahlak olacaktır. Burada insanın bede-ati bütün yaratıcılığı, ahlakı ve yetenekleri, öz itibariyle ortaya çıkacaktır.

Paranın ortadan kalkmasıyla üst yapı kurumları ve insan ahlakı da bundan pay alacaktır. Haramzadeler ve hazır yiyiciler de ortadan kalkacaktır. Lüks, şatafat, ifrat ve bunların oluşturduğu bela ve sıkıntılar ve çirkin ahlaklar da ortadan kalkacaktır.

Montesquieu,

“Lüks her zaman servette eşitsizliğe bağlıdır. Zira o, ancak başkalarının emeğinden elde edilmiş kolaylıklar üzerine kurulabilir.”

Lüks, zenginleri yoksullardan ayıran duvardır. Kadınlara vizon mantolar giydirmek, boynunu kulağını elmaslarla donatmak, evleri lüks eşyalarla doldurmak o kadar anlamsız olacaktır ki... Reklamlı tüketim yerine herkes belli bir sadelik içinde olacaktır. Seçme özgürlüğümüz bizi avucuna almış dış güçlerden kurtulacaktır.

Hizmetçilik, angarya, insan istismarı da ortadan kalkacaktır.

İnsanlığı binlerce yıldır meşgul etmiş ve biçimlemiş iki ana tema, "kadın" ve "para", bu ilkel halleriyle daha ne kadar devam eder bilinmez, ama her ikisinin de gelişim ve değişimleri insanlık tarihini belirleyecek en büyük argümanlar olarak devam edeceğe benzer.

                                                                                              Temmuz 2024,

Ören-Burhaniye- Balıkesir

[1] Jean Baby, Fransız tarihçi ve politik aktivist. 4 Ağustos 1897 Toulouse'da doğdu ve 9 Ocak 1969 Paris'te öldü.

 

Yorumlar
Kalan Karakter 800