30 Günde Devrialem
Bazen karşına unutamayacağın anılarla dolu otuz günde otuz kez uçak yolculuğu yaptığın maceralı bir yolculuk çıkar. Aradan tam kırk sene geçmiştir...
Gelişmelerden anında haberdar olmak için Google News'te Paradurumu'na abone olun
Paradurumu'na Google News'te abone olun
Abone OlBazen karşına unutamayacağınız anılarla dolu otuz günde otuz kez uçak yolculuğu yaptığınız maceralı bir yolculuk çıkar. Aradan tam kırk sene geçmiştir... Niye günlük yazmadım diye düşünür, keşke der, hayıflanırsınız. Zira sadece tortular kalmıştır bellekte.
Ekim 1981, Atina’da aktarma yapabilmek için, uçaktan in, bekle, tekrar bin başka uçağa ya da aktarma yapacak uçak yoksa o gün bir gece konakla... O devirde, Orta Doğu ve Afrika ülkelerine direkt uçaklar yoktu, devamlı aktarma zorunluluğu oluyordu. Haberleşme de sadece sabit ya da ankesörlü telefon ve teleks ile yapılıyordu.
İlk hatırladığım Atina aktarmalı Kahire’ye gidişim. Bambaşka bir dünyada yolculuğa çıktığımın ilk emarelerini şaşkın bakışlarım arasında hissetmiştim. Hedefte Alexandria (İskenderiye) Limanı vardı. İlk kez dört saatlik bir çöl yolculuğu yaşıyordum. Uçsuz bucaksız altın rengi kumsal sanki bir de plajı olsa, değme keyfine. Yolda bir iki kez vaha niteliğinde bir iki market gibi görebileceğin yerler.
Kahire’nin devamlı hareket halinde olan kalabalıklarından sonra İskenderiye’de kendimi İzmir Kordon’da hissettim. Mango ve suyu ile ilk tanışmamda burada olmuştu. Bir de gözünüzü alamayacağınız genç kadınların iri siyah çok güzel gözleri ve bakışları…
Port Said Limanı’na gittiğimde en büyük arzum gemilerin Süveyş Kanalı'ndan (Suez Channel) nasıl geçtiğini izlemekti. Uzun uzun yürüdüm, kanalın sessizliği ve ıssızlığında, gemiler benim yürüyüş hızıma uygun geçerken…
Bir sonraki hedef noktası o zamanlar bizim için pek bilinmeyen “Port Sudan” limanına ulaşmaktı. Yaklaşık iki buçuk saat süren Kahire- Kharotum (Hartum) uçak yolculuğum esnasında gördüğüm sadece çöl ve Nil Nehri’ydi. Sudan Büyükelçisi'ni ziyaret ettiğimde kendisine ‘’Osmanlı, Hartum’a nasıl geldi?’’ diye sordum. Cevabı ilginçti! ‘’Pastırma ile geldi.’’dedi. Nasıl yani dediğimde, Yavuz Sultan Selim Kahire’yi aldıktan sonra çölü geçmelerini sağlayan birincil gıdaydı dedi.
Sudan başkenti Hartum (Khartum) Havalimanı’nda, şimdi nasıl bilmiyorum ama, çocukların top oynayacağı kadar bir sahaydı. Uçaktan iner inmez, birkaç adım sonra pasaport kapısından içerik girdik. Valizleri de elde hamallar taşıyordu bir şekilde.
Şehirde tek katlı yapılar vardı genelde, damları doğaya uygun bir bitki örtüsü görünümündeydi. Görüntü olarak rahatsızlık vermeyen bir yerleşim yeri son derece doğal, doğanın parçasıydı sanki... İnsanları cana yakın, benim Kunta Kinte (Kökler = The Roots dizisinden) yakıştırması yaptığım, üzerinde zıplayıp yükseldiğin trambolin gibi gergin, harika cilt yapıları olan, değişik ırklardı. Hatta biz Osmanlı’dan kalanlarız diyen, pazar yerinde, kapalı çarşıda timsah derisi çanta satan yarı beyaz tenli ve benekli adam; ‘’Nil Nehri’nin suyunu içen bir daha gelir’’ dedi.
Beyaz Nil ve Mavi Nil’in birleştiği yerdeki şehirde Timsah Avı da enteresandı. Nehrin kıyısına koyun bağlıyorlar. Timsah koyunu avlarken kendi avlanıyor ve çanta ve ayakkabı oluveriyor!
Günübirlik Hartum’dan geldiğim Sudan Kızıl Deniz Liman kenti olan Port Sudan’dan Hartum’a döneceğim. Akdeniz ülkelerinde gördüğüm siesta (saat 14:00-17:00 her yer kapalı her kes evinde kestirme saati gibi) burada da karşıma çıkmaz mı! Saat beşe kadar burada kalın diyerek, acente adayı ile daha iki kelime etmeden, tanışma yemek vs. saat iki oldu deyip, beni bir binanın üst katında odaya gönderdiler. Herkes uykuya!
Oda dediğim koskoca bir salon. Zemini taş, ortada bir köşede tek kişilik beyaz pikeli üzerine uzanabileceğin bir karyola! Yanda bir iskemle, üzerinde su dolu şişe bir bardak ve dipte bir banyoya benzeyen bir yer.
Günübirlik geldiğim Port Sudan’dan geri dönmek kolay olmadı. Geç saate kadar liman acentesi ile denizciler kulübünde havadan gecen uçakları gözlemlemeye başladık. Ve bir uçak göründü havada anında. Yardımcısı çocuğa seslenip, ‘’Git bak bakalım Hartum’a gidiyor mu, bu uçak öğren gel’’ dedi. Çocuk koşa koşa gidip havalimanına döndü. ‘’Hayır efendim Cidde’ye gidiyormuş’’ dedi. Saat ilerlerdi, gözümüz hala havada geçen uçak var mı diye. Neyse çocuk üç beş gidişten sonra sabah saat üç gibi evet cevabı ile geldi. Uçağın koltuk araları yolcuların çuvalları ile dolu, pervaneli bir uçak. Dağlar tepeler arasından iki saatte Hartum’a vardık.
Hartum Havalimanı’nda taksi tuttum. Otel on dakika mesafede, gel gör ki karanlıkta yol uzadıkça uzadı, bir ormandayız, şoföre ne dersem okey diyor, başka kelimesi yok. Tamam kesin soygun, yamyamlara teslimat, çantamı hazırladım kafasına tam indirecekken okey okey dedi biraz sonra oteldeyiz! Meğer fazla para alma sevdasında. Söylesene önceden bu kadar heyecan yaşatmasaydın bana.
Cidde (Jeddah) gördüğüm en temiz bir liman kent. Belli ki kurallar ve kontrol çok sıkı. Tek tük normal kıyafetli görülen yabancı kadınlar dışında kadınlar görünmez kıyafetler içinde. Döviz büroları tek kişilik sokakta, her çeşit yabancı para. Ezan okundu mu, her şey duruyor, mağazadaysan bekleyeceksin de döviz bozduracaksın. Hatta bırakıyor paraları sokak köşesinde camiye gidip gelene kadar kimse dokunmuyor, bekliyorsun dönüşünü. Cidde’de bulunduğumuz süre içinde Mekke’yi ziyaretle Kabe’de tavaf da çok özel unutulmaz bir anı hala belleğimde.
Kuveyt ve Tripoli (Libya) limanlarındaki otel haline getirilmiş gemilerde oda bulmak için attığım taklaları, uğraşıları da unutamam. Geminin salonunda bir köşe, resepsiyon olarak kullanılıyor. Görevli kıza demediğim kalmadı, her türlü iltifat ve yakarış sonrası “Bir oda var ama sabaha karşı saat üçte bekleniyor misafir, o zamana kadar senin, yat uyu dinlen” dedi. Uyandığımda sabahın geç saatleriydi. Şanslıydım o gece...
Daha İstanbul’dan ayrılmadan önce bir kaptan arkadaşın ricası vardı. Kendisi Tripoli Limanı'nda hastalanıyor ve bir süre hastanede kalıyor. Valizi de limandaki gemi acentesine bırakılmış. Hastane çıkışı direkt hava limanına gidiyor, denizci belgesi ve kimlik kartı valizde kalmış. Onu istedi benden.
Bir devlet memuru olan acente müdürünün odası sanki bir salon büyüklüğünde. Anlattım isteğimi, adam şöyle bir etrafına bakındı, bir köşede duran valizi gösterdi. Valiz altı aydır odasında öylece duruyor. Açtım içini sadece kimlik kartı vardı. Aldım çıktım odadan. Adam hiç rahatsız olmamış. Bu valiz ne diye odasındaki, valiz kim bilir odanın o köşesinde daha ne kadar kaldı benden sonra… O da meçhul!
Khartum-Kahire-Atina uçuşunu yaptığım Etiyopya Hava Yolları'na ait uçak tüm zamanlarımın en rahat, en konforlu, ikramı muhteşem, şık, ırkının en güzel, zarif ve şık hostesleri ile yolculuk da unutulmazlarım arasında.
Basra Limanı'nda kaldığımız otelinin görüntüsü, lobisi oldukça etkilemişti bizi. Odamız da çok geniş ve yüksek tavanlıydı, çok karakteristikti, tavanda şık bir vantilatör asılıydı.
Otele vardığımızda çok acıkmıştık. Akşam yemeğini yiyip ertesi günü toplantıya devam etmek üzere erkenden yatacaktık. Restoran kısmı, iç mimarisi çok etkileyici idi, ancak eski şaşalı filmlerde görebileceğin oryantal bir salon. Ama gel gör ki hiç bir yemek(!) yenecek gibi değildi, zaten beğenilecek yemek çeşidi de yoktu. Sonunda yumurtalı bir şeyler istedik, önümüze konan tabaktan yükselen kokudan, ilk tadımda kalktık sofradan. Açlıktan kıvranırken biri bizi görmüş ve acımış halimize ki bir paket bisküvi verdi. Sıcak su ve iki poşet de çay bulmuştuk. Harika bir ziyafet!
Basra- Kuveyt arasını bir araba kiralayarak gittik. Şoförümüz devamlı ülkesinin müziğini dinletti bize. Sınırda pasaportumu gören görevli hemen en önce geçişi sağladı. İlk kez pasaportuma böyle güzel ayrıcalık yaşamıştım.
Kuveyt’e vardığımızda bambaşka bir dünyadaydık. Mariot Hotel zinciri bir yolcu gemisini otele dönüştürmüştü, otel ve çevre bize nasıl büyük bir lüks olarak gözüktü, anlatması imkansız denir ya işte öyle, ekim ayında suratına çarpan 50 derece sıcaklıkta olan petrol kokusuna rağmen…
Bu devrialem seyahatimde aktarma limanı olarak kullandığım Atina’da da bir iki gece kalma şansım olmuştu. Pire (Piraeus) liman acentemiz sayesinde İstanbul’dan göç etmiş Rum dostlarla çok güzel zamanları da paylaşmıştım.
Denizcilik hayatımın en unutulmazları arasında yer alan maceralarla dolu bir seyahat olmuştu.
Hep güzel şehirlerin, güzel otellerin ve güzel doğanın içinde bulunmak isteriz. Ama bazen böyle hayatın sürüklediği yaşam dilimleri de unutulmazlar arasına girer. Pandemi bitsin seyahat hayallerimiz gerçek olsun diyerek biriktirelim paralarımızı, gezelim diyarları. Seyahat moraldir, sağlıktır, iyi hissettirir, her nereye giderseniz gidin, değişiklik iyi gelir.
7 Şubat 2021
Heybeliada