'Para Algısı’ eşit değildir mutluluk!
Tükettikçe daha çok mutlu oluyor, mutlu olduğumuzu sandığımızda ise ihtiyaç olup olmadığına bakmadan bir şeyleri satın almayı çok daha istiyoruz.
Gelişmelerden anında haberdar olmak için Google News'te Paradurumu'na abone olun
Paradurumu'na Google News'te abone olun
Abone OlGörüntüler ardı sıra gözümüzün önünde sıralanıyor; 25. kare gibi adeta.
Algılayamadığımız ya da gözümüzden kaçan bir şeyler var sanki? Nerede eksik yaptık ki?
Hangi gök kuşağının rengini para ile satın almaya kalktık ya da hangi çocuğun yüzündeki gülümsemeyi?
Duyuyor, seyrediyor ya da şanslı olanların da istedikleri her şeyi satın alabildiklerini düşünüyoruz. Paraya sahip olmayı maalesef ki ‘şans’ olarak nitelendiriyoruz. Hayatımızda onu olmazsa olmaz noktasında konumlandırıyor, ardından da çıkmaz sokağımızda bulunan odak noktamız haline getiriyoruz.
Sosyal medya da ‘para’ algımızı yönetmeye en büyük destekçi şüphesiz. An be an; birbirimizin ne yediğini, ne giydiğini, nereye oturduğunu, arabasının markasını, kıyafetinin üzerindeki yazıyı merak ederek yaşıyoruz. İnsanları kredi kartlarının rengine göre kategorize ediyoruz. Kim hangi lüks mekandan check in yaptıysa, onu alıp hayatımızın başka bir köşesine yerleştiriyoruz.
Peki neden?
-Statü ve gösteri dünyası.
Birisi internetimizin fişini çekse, tıpkı hayat damarlarımızdan biri kopmuşçasına endişe duyuyoruz.
Çünkü aslında kendimizi iliklerimize kadar yalnız hissediyoruz. Online olduğumuz anlarda yalnızlığımızı gideriyoruz. Kendimizi başka birisiy-miş gibi göstererek, hayatta yani görünür kılıyoruz.
Üniversite sınavına dahi, “hangi bölümü seçersem daha fazla para kazanırım?” algısı ile hazırlanıyoruz. Amacımız para kazanmak, sonra daha çok para kazanmak oluyor. O kadar çok fakülte bittikten sonra aylık ne kadar kazanacağımıza ve o işin prestijine odaklanıyoruz ki en çok keyif aldığımız şeyleri denemekten dahi korkuyoruz. Çünkü faydalı bir şeyler yaparsak muhtemelen, bir daha o noktadan ayrılmayacağız. Ardından hayatının amacı yine para algısında takılı kalmaya devam ediyor. Kapılara koca gözlü nöbetçiler dikiliyor, ve bir adım daha atamıyorsun.
Dünyada bulunan tanımlanmış 42 bin çeşit meslek varken; Türkiye'de bugüne kadar 500 civarında.
Neden tanımlanmamış onlarca meslek beklerken biz; sevmediğimiz ve sadece popüler olan, para getirdiği söylenen ya da güvenilir meslekleri yapmak istiyoruz?
Ya da sizce neden hiç risk almıyoruz?
Bisiklet tutuculuğu diye bir meslek olamaz mı mesela? Düşünsenize Kadıköy de Moda sahilde, bisikletinizi güvenle bırakacağınız kişiler, gidip dondurmanızı alıp, yeniden sahil kenarında bisikletinizi kullanmaya devam edebilirsiniz.
Kendini bütünüyle veremediğin, iliklerine kadar hissedemediğin hiçbir işte başarılı olamıyorsun; çünkü yaptığın işi sevmiyorsun. Para kazanmak için seçtiğin bu meslek seni tatmin etmiyor. Mutluluk virajına dahi varamıyor, bu sebeple sende kendini bir türlü gerçekleştiremiyorsun. Ardından “bu bana yetmiyor”lu cümleler birbirini kovalıyor. Farklı arayışlar içerisine girmeye başlıyorsun. Muhtemelen en geç 6 yıl içerisinde bambaşka bir şey yapmak için yeniden yola çıkıyorsun.
7 Yıl önce iş hayatına ilk tam zamanlı başladığımda; sürekli bir şeyleri eksik yaptığımı fark ettim. Uzun süre kendimi suçladım. Ya ben hiçbir şeyi tam anlamıyla yapamıyordum ya da hiçbir kuruma ait değildim. Ama sonra şunu keşfettim, onlarca ay ve onlarca gün ‘sevmeden çalışmışım’… Sırf çalışmış olmak için çalışılmaz ya? İşini bütünüyle tanıman, ayıklaman ve sindirmen lazım. Becerilerin ile en orta noktada heyecanının buluşması lazım. Aranızda bir ilişki olması lazım. Gecenin bir yarısında sana bu yazıyı yazdırması lazım mesela. J
Aslında çok basit; her işini aşk ile yap. Severek, sahiplenerek ve başkalarına da destek olarak yap.
İçinden tekrarla: un-ha-ta!
· Unutma: Para her şey demek değil, daha kıymetlileri var bu hayatta.
· Hatırla: En becerikli olduğun ve yapmaktan her an keyif duyduğun şeyi ya da sana neyin en iyi geldiğini anımsa.
· Tasarla: Hayat senin gelecek senin, neden bekleyesin?