Cumhuriyet’ten daha eski 10 Türk firması
Cumhuriyetten önce açılıp bu zamana kadar gelmiş pek çok şirket bulunuyor. Bu köklü işletmeler, günümüzde en çok tercih edilenler arasında yer alıyor. İşte Cumhuriyet’ten bile eski 10 Türk firması…
Gelişmelerden anında haberdar olmak için Google News'te Paradurumu'na abone olun
Paradurumu'na Google News'te abone olun
Abone OlKoska’nın geçmişi 1900’lü yılların başında Denizli’de Hacı Emin Bey’in faaliyet gösterdiği helvacı dükkânına kadar uzanıyor. Baba mesleğini sürdüren Halil İbrahim Adil Dindar, 1931 yılında oğulları ile birlikte İstanbul’a gelerek Koska semtinde bir dükkân açar. Zamanla ürettikleri helva ve tatlıların lezzeti ile ünlenir. Bulundukları semtten dolayı Koska’daki Helvacı olarak anılmaya başlar ve daha sonra bu ünvanı markaları olarak tescilletirler. 1974’de Topkapı’da kurulan fabrikada helvanın yanısıra lokum, reçel ve koz helva üretimine de başlanır.
1898’de İstanbul’a kaliteli içme suyu sağlamak amacıyla II. Abdulhamit’in emriyle bir komisyon kurulur. Yapılan projeye göre Kırkçeşme tesislerinin doğu kolu üzerinde ve Kemerburgaz’ın güneydoğusundaki Karakemer ve Kovukkemer civarındaki membalar 20 maslakta toplanır ve kirlenmelere engel olmak için maslaklara demir kapılar yapılarak kilitlenir.
Tesisin büyük bölümünün tamamlanması ise 1900 senesini bulur. Bütün Osmanlı su tesislerinde sular pişmiş kilden yapılmış künk borular içerisinden isale edilirken, ilk defa Hamidiye suyunda font borular kullanılır. Su, bu borular içerisinden basınçlı akıtılarak vanalar ile şebekede manevra yapma imkanı sağlanır.
Hamidiye Suyu kurulduğu günden itibaren, çeşmeler vasıtasıyla İstanbul halkına ulaştırılıyordu. Ancak zaman içerisinde gerek şehrin büyümesi, gerekse sebillerin tahrip olmasıyla bu hizmetin, kurulduğu zamandaki gibi sokak sebillerinden yürütülmesi imkânsız hale geldi. 1979 yılından itibaren şişelenerek halka ulaştırılmaya başlandı. Tesis, bugün İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin bir iştirak şirketi olan Hamidiye Kaynak Suları A.Ş. tarafından işletiliyor.
Tarihi Sarıyer Börekçisinin geçmişi 1895 yılına kadar dayanıyor. Osmanlı Devleti’nin kıtlık dönemlerine denk gelen 1890’lı yıllarda kurulan Sarıyer Börekçisi, Türkiye’nin en eski aile şirketlerinin başında geliyor. Sarıyer Böreği’nin özelliği ise üzerine pudra şekeri dökülerek yenmesidir.
Rebul Eczanesi, 1895 yılında Jean Cesar Reboul tarafından İstanbul Beyoğlu’nda Grande Pharmacie Parisienne-Büyük Paris Eczanesi adıyla kurulur. Osmanlı’nın son dönemine tanıklık eden ve günümüze kadar kurulduğu yerde yaşamını sürdüren tek eczanedir.
Komili’nin öyküsü 1878 yılında Midilli Adası’nda başlar. O yıllarda Osmanlı toprağı olan Ada’da yaşayan Komi’li Hasan, Midilli Adası’nda sabun ve zeytinyağı üreterek geçimini sağlar. Aile, Lozan Antlaşması’ndan sonra mübadele gereği Ayvalık’a göç eder ve Komili markasının öyküsü burada devam eder.
Marka kavramının daha söz konusu bile olmadığı bu yıllarda, Hasan Komili “kalitesiz ürünle alıcıyı bir kez, kendini ebediyen kandırırsın” diyerek yola çıkar ve kuşaklar boyu sürecek Komili markasının tohumlarını atar.
Hacı Sadık Bey, evinin altında kendi imkanları ile ürettiği bozasını altı yıl boyunca, saray ve çevresinde omzunda taşıdığı bakır güğümlerle dolaştırarak tanıtır. Hacı Sadık Bey, artan talep karşısında cesaretlenir ve zamanın saraylı, aristokrat aileleri ile bürokratlarının oturduğu İstanbul’un en gözde semtlerinden biri olan Vefa’da, 1876 yılının Eylül ayında boza ürününün dünyadaki ilk resmi ticarethanesini açar.
Vefa semtinde açılan bozacının adı “Vefa Bozacısı” olarak belirlenir ve bu ata içeceği ürüne hem bir standart getirilir hem de bir meslek haline gelerek nesiller boyu devamlılığı sağlanır. Hacı Sadık Bey, çok fazla ilgi gören bu özel Türk içeceğinin kıvam ve lezzetini koruyabilmek için yıllar boyu bizzat kendisi üretir. Daha sonraki yıllarda, oğlu İsmail Hakkı Vefa’yı da yanına alarak Vefa Bozası üretimine beraber devam ederler. Hacı Sadık Bey’le başlayan üretim, bugün 4. nesil aile fertleriyle devam etmektedir.
19’uncu yüzyılda Türk kahvesi çoğunlukla çiğ çekirdek olarak satılıyor, evlerde tavada kavrulduktan sonra el değirmenlerinde çekiliyor ve içiliyordu. 1871 yılında işi babasından devralan Mehmet Efendi, çiğ çekirdek kahveyi kavurup dibekte öğüterek müşterilerine hazır olarak satmaya başladı ve İstanbul Tahmis Sokağı’nda taze mis gibi kavrulmuş kahve kokusu çevreye yayıldı. Mehmet Efendi müşterilerine sağladığı bu kolaylıkla, bir süre sonra “Kurukahveci Mehmet Efendi” lakabıyla anılmaya başladı.
1867 yılında Bursa Kayhan’da dünyaya yayılacak bir lezzetin temelleri atılır. Öykü, Mehmet oğlu İskender Efendi’nin Bursa Kayhan’daki dükkânlarında başlar. O günlerde kuzu bir bütün olarak ve yere paralel biçimde odun kömürlü bir ocakta pişirilmektedir. Ancak İskender Efendi kuzu etinin farklı bölümlerinin kendine has lezzetlerinin müşterilerine eşit oranda dağılmasını sağlamak için çözüm aramaya başlar.
Et pişirme ustası bir aileden gelen İskender Efendi bu düşünceden yola çıkarak, kuzu etini sinir ve kemiklerinden ayırır, dikey çubuğa kat kat yerleştirir. Tasarladığı dik bir ocağın önünde döndürerek odun kömürü ile pişirir. Pide, özel tereyağı, sos, yoğurt, domates, yeşilbiber ilavesiyle geliştirilen, yanında şıra (kuru üzümden elde edilen bir içecek) ile servis edilen bu kebap türünün ünü İskender Kebabı adıyla dilden dile yayılmaya başlar.
Osmanlı İmparatorluğu’na bağlı Yugoslavya’nın Niş kenti valisi olan Mithat Paşa, çeşitli alanlarda başarılı çalışmalarda bulunmasının yanı sıra çiftçilerin içinde bulundukları zor koşullara da yakından tanık olur. Yaptığı araştırmalarla, bu alanda teşkilatlanmanın zorunlu olduğu ve çiftçilerin, tefecilerin elinden kurtarılması için devlet yardımının gerektiği; ancak bu yardımın halk hareketiyle desteklenmesinin önem taşıdığı sonucuna varır.
Çiftçilerin oluşturduğu kaynakla 1863 yılında Mithat Paşa öncülüğünde devlet himayesinde kurulan ve adına “Memleket Sandıkları” denilen organizasyon, milli bankacılığın ilk örneği olarak tarihe geçer ve bu girişim, bugünkü Ziraat Bankası’nın temelini oluşturur.
Bekir Efendi, Kastamonu’nun Araç ilçesinden İstanbul’a gelerek 1777 yılında Bahçekapı Semti’nde açtığı küçük şekerci dükkanında, lokum, akide vb. şekerlemeleri bizzat imal edip satmaya başlar. Şekerleme ticaretini sürdürürken 1817-1820 yılları arasında hac görevini yerine getirmesiyle Hacı Bekir olarak anılmaya başlar. Şekerci Hacı Bekir Efendi, dört asır boyunca sürdürdüğü ününü farklı kıtalara yayarak sürdürmeye devam etmektedir. (Turktoyu.com)