Onları Değiştiremezsin
Doğup büyüdüğün Sarıyer’de dost, samimi, sevecen ve temiz yürekli insanların arasında yaşadığından olsa gerek her daim karşındakine yardıma, iyi ilişkiler kurmaya ve bunu devam ettirmeye kodlanmıştır yüreğin.
Gelişmelerden anında haberdar olmak için Google News'te Paradurumu'na abone olun
Paradurumu'na Google News'te abone olun
Abone OlDoğup büyüdüğün Sarıyer’de dost, samimi, sevecen ve temiz yürekli insanların arasında yaşadığından olsa gerek her daim karşındakine yardıma, iyi ilişkiler kurmaya ve bunu devam ettirmeye kodlanmıştır yüreğin.
1950’li yıllar ve ötesinde tam anlamıyla İstanbul’un sayfiye yeri olan Sarıyer'de bize en yakın lise, erkekler için Ortaköy, kızlar için ise Beşiktaş’taydı. Çocukluk ve gençliğimin Sarıyer’i; rengarenk güzelim insanların olduğu, Rumu, Ermenisi, Yahudisi ile birlikte huzur ve eğlence içinde yaşadığı, yeşillikler içinde, piknik yerleri ve içme suları ile vapurdan inildiğinde faytonların karşıladığı güzelim bir beldeydi.
Sabahları heyecanla “Skoda” marka belediye otobüsüne koşturur, Ortaköy'e kadar süren bir saatlik yolculuğumuzda yolda hangi duraktan hangi kızların bineceğinin tahminlerini yapardık. Lise çağımızın ikinci yılında sadece öğrenciler için yeni alınmış kırmızı Mercedes otobüsler tahsis edilmişti. Artık düşünün o otobüsteki yolculuğun nasıl geçtiğini, gürültü, şamata, sevgi, saygı, güzellik hepsi bir arada.
Pazartesi sabahları genelde vapura binmeyi tercih ederdik. Sarıyer'den kalkan vapur Büyükdere, Kireçburnu, Tarabya iskelelerine uğradıktan sonra Yeniköy İskelesi’ne vardığında vapurdan iner, Ortaköy'e bizi götürecek başka bir vapura aktarma yapardık. Boğazın iki yakasında ne kadar iskele varsa; sırasıyla Beykoz, Paşabahçe, Çubuklu, Kanlıca, Emirgan, Rumelihisarı, Anadoluhisarı, Küçüksu, Kandilli, Bebek ve Arnavutköy iskelelerine uğradıktan sonra Ortaköy'e ulaşır, vapurdan iner, hızlı adımlarla “Kabataş Erkek Lisesi'ne” yürürdük. Pazartesileri vapuru tercih etmemizin sebebi “Kandilli Kız Lisesi” yatılı öğrencilerinle biraz kaynaşabilmek içindi. Cuma akşamları Sarıyer'e dönüşte de vapuru tercih ettiğimizi söylemeye gerek yok. Çünkü o günün akşamında da ‘’Kandilli Kız Lisesi’’ evlerine dönerdi.
Hemen herkes birbirini tanırdı. Yaz günleri Sarıyer-Büyükdere arası deniz kıyısında piyasa diye adlandırdığımız yürüyüşler yapar, sohbetler eder, yazlık sinemalara da giderdik.
Üniversite yılları da farklı değildi bizler için. Yine skoda otobüs ile Taksim’e oradan Beyazıt’a… O yılların dostlukları, arkadaşlıkları bugün hala dost meclislerinde devam etmekte.
Sokak kapılarının anahtarlarının bile üzerinde durduğu, sokaklarında oyunlar oynandığı, kızlı erkekli saygı ve sevgi dolu tam da kardeşlikle yaşam ortamından bir bakıyorsun kendini bambaşka kozmopolit bir yaşamda buluyorsun. Tecrübeler kazanıyorsun yaşamın her dalında bedeller de ödeyerek.
O geçiş zamanlarında bir gün yaşamı oldukça tecrübe etmiş sevecen birisiyle piyasada yürüyoruz. Hiç unutamadığım bir söz söyledi bana o gün; “Herkes seni sevsin, beğensin, ne iyi desin çabası içinde misin bilmiyorum ama şunu bilesin, eğer böyleysen bırak terk et bu davranışını, sen kendin ol seven sever sevmeyene de güle güle!”
Gerek özel gerek çalışma hayatım boyunca bin bir çeşit ve kültürde insanlar tanıdım. Sarıyerli çocukluk ve gençlik günlerimin insanları ile hiç alakası olmayan. Özellikle de denizcilik sektöründe geçirdiğim yarım asır tam tabiri ile insanı hayat psikoloğu da yapmakta olduğu ayrı bir realite.
Tecrübe pahalı bir şey, bedel de ödetiyor zaman zaman, yaşayarak öğreniyorsun hayatı, çocukların dinleyerek değil de görerek öğrendiği gibi. Hayatı olumsuz etkileyecek insanlarla ilişkilerden uzak durmayı öğrenmek için çoğu zaman geç kalınabiliyor ki çoğunlukla maliyeti yüksek olabiliyor madden ve manen.
Zamanla yaşayarak öğreniyorsun o insanlardan uzak durmayı, ya da onları terk etmeyi. Her zaman olumsuz olanlar, karamsarlar, ben sana söylemiştim dinlemedin diyen faydasızlar, narsistler, iki yüzlüler, arkandan konuşanlar, sır saklayamayanlar, samimiyetsizler ya ben ya o diyerek seni taraf tutmaya zorlayanlar, sözünü tutmayanlar, alınganlar, takıntılı olanlar ve saymakla bitmeyecek çeşitlilikte karakterler. Kısacası toksik insanlar, uzak durulması gerekenler, terk edemeyeceksen olduğu gibi kabul edip ilişkine öyle devam edeceklerin.
Onların yaptıklarını değiştiremeyebilirsin, ama onlarla ne yaptığını değiştirebilirsin.
Çevrendeki birçok insan seni manipüle edebilen ve oluşan durumları kendi avantajlarına çevirebilen karakterlere sahip olabilirler. Bunlara birkaç örnek verilebilir. Ancak insan davranışları ve karakter yapıları hakkında ne kadar yazılsa da sayfalar yetersiz kalacaktır.
Bir gün sevimli olurlar, güler yüzlüdürler, ertesi gün ben ne yaptım da üzdüm onu diye düşünürsün. Bir gün senden bir şeyler koparmanın yolunu bulmuş ya da seni incitmiştir ama ona sorsan senin iyiliğin için yaptım diyecektir. Senin iyiliğini, temiz kalpliliğini kullanabilirler. Senin duyguların ilgilendirmez onları, duygularını sömürür, hatta sana kendini suçlu bile hissettirebilir.
Genellikle tutum değişikliğini açıklayacak bir şey yoktur. Kendini onları mutlu etmek için elinden gelen her şeyi yaparken bulabilirsin. Onları memnun etmeye çalışmaktan vazgeç, başkasının hislerinden duygularından sorumlu değilsin. Farkında olmadan birini incitecek bir şey yaptıysan sor konuş ve açıklığa kavuştur.
Bazı insanlar onlara bir şeyler borçlu olduğun hissini yaymanın bir yolunu bulurlar. Aslında hiç kimseye hiçbir borcun yoktur. Onların yaptığı bir iyilik gibi görünüyorsa da verdiği bir şey yoktur, iyilik de değildir aslında...
Asla özür dilemezler. Yalan söylerler, bu yüzden tartışmanın anlamı yoktur. Olayı çarpıtırlar, gerçekleşme şeklini değiştirirler ve kendi saçmalıklarına inanacak kadar ikna edici bir şekilde yeniden anlatırlar.
Bazı insanlar mutlu olmaktan çok haklı olmayı ister.
Bazıları ise her güzelliğe, iyiliğe bir kulp bulup çürütmeye çalışır.
Bazı insanlarla da tartışılmaz, kazanamazsın. Hele bilgi ve fikir sahibi değilse hiç tartışmaya bile girme.
Bazıları seni devamlı eleştirir ve yargılar. İyi taraflarına bakmaz, yanlışını arayan gözlerle bakarlar sana.
Bazıları da sürdürülebilir memnuniyetsizlik içindedirler. Hiç memnun olmazlar. Devamlı kendi durumlarından, ortamdan, hatta her şeyden şikayet ederler.
Başarını kıskanırlar içten içe. Hayır denmesinden hoşlanmazlar.
Bizlere sosyal destek veren, güldüren, ruhumuzu yükselten, samimi olan, sıkıntımızda problemlerimizde bize yardımcı olan, göremediğimiz hususlarda bizi aydınlatan, ışık veren insanlar, dostlar olsa çevremizde ne güzel olur değil mi?
Vermek, hele karşındakinin aldığını, müteşekkir olduğunu hissedersen çok büyük keyif verir sana, iyi hissedersin. Ancak her şey her ilişki de dengeli olmalı. Çok veren bir karaktersen ve karşılığında beklentilerin yüksek ise çok sık üzüntü duyacaksın demektir. Çok fazla verirsen mutsuz olabilirsin. Zira stresli ve moralinin olmadığı zamanlarında aradığın desteği muhtemelen bulamayacaksın.
Bir hikayeye rastladım geçenlerde. Belki biliyor ya da okumuşsundur bir yerde. Bu anonim hikayeyi paylaşmak isterim. Bir sanatçının talebesine anlatarak, nasihat ederek değil de ona yaşatarak hayattan bir kesim sunan.
Usta bir ressamın öğrencisi eğitimini tamamlamış. Büyük usta, öğrencisini uğurlamış. Çırağına, "Yaptığın son resmi, şehrin en kalabalık meydanına koyar mısın?" demiş.
"Resmin yanına bir de kırmızı kalem bırak. İnsanlara, resmin beğenmedikleri yerlerine bir çarpı koymalarını rica eden bir yazı iliştirmeyi de unutma." diye ilave etmiş.
Öğrenci, birkaç gün sonra resme bakmaya gitmiş. Resmin çarpılar içinde olduğunu görmüş. Üzüntüyle ustasının yanına dönmüş. Usta ressam, üzülmeden yeniden resme devam etmesini tavsiye etmiş.
Öğrenci resmi yeniden yapmış. Usta, yine resmi şehrin en kalabalık meydanına bırakmasını istemiş.
Fakat bu kez yanına bir palet dolusu çeşitli renklerde boya ile birkaç fırça koymasını söylemiş.
Yanına da insanlardan beğenmedikleri yerleri düzeltmesini rica eden bir yazı bırakmasını önermiş. Öğrenci denileni yapmış. Birkaç gün sonra bakmış ki resmine hiç dokunulmamış. Sevinçle ustasına koşmuş.
Usta ressam şöyle demiş:
"İlkinde, insanlara fırsat verildiğinde ne kadar acımasız bir eleştiri ile karşılaşılabileceğini gördün. Hayatında resim yapmamış insanlar dahi gelip senin resmini karaladı. İkincisinde, onlardan müspet, yapıcı, olumlu olmalarını istedin. Yapıcı olmak eğitim gerektirir. Hiç kimse bilmediği bir konuyu düzeltmeye cesaret edemedi."
- Emeğinin karşılığını, ne yaptığını bilmeyen insanlardan alamazsın…
- Değer bilmeyenlere sakın emeğini sunma…
- Asla bilmeyenle tartışma!
Sen toksik kişilik değilsin. Olamazsın zaten özellikle bu yazıyı okuduktan sonra! Dostluklarla, iç huzurunla, sevecen güzel bakan gözlerinle geçsin hayatın.
Not: Bu konuya ilgi duyanlar için:
Toxic People: 12 Things They Do and How to Deal with Them - Hey Sigmund
The Five Types of People You Need to Get Out of Your Life | Psychology Today
30 Ocak 2021
Heybeliada
Fethi Denizmen