Mississippi, Eyalet Albayı ve Türk Lokumu
Hepimizi biliriz Mississippi Nehri’ni. Kuzeyde Kanada’dan başlar akmaya güneyde Meksika Körfezi’ne kadar. Nehrin New Orleans’da kalan kısmında yaşadığım farklı zamanlarda farklı anılarımı bugün aktarmak istedim.
Gelişmelerden anında haberdar olmak için Google News'te Paradurumu'na abone olun
Paradurumu'na Google News'te abone olun
Abone OlYıl 1974, Eylül sonu, New Orleans, sıcak bir gün zaten tüm mevsimlerde her zaman sıcak olduğunu tahmin etmek zor olmasa gerek. Bir gün New Orleans liman acentesi bizi öğleden sonra nehirde bir yat gezisine davet etmişti. Okul sıralarında okuduğum bu dünyaca maruf nehirde şimdi bir yatla doya doya gezmekteyim tüm duygularımı keyifle yudumlarken. Keyfi yakaladın mı yudumlayacaksın benin yaşam felsefelerimden biridir zaten… Nasıl olmasın ki, papyonlu erkek ve kamaştırıcı güzellikteki kız garsonların ellerinde tepsiler devamlı servis yaptıkları bir eylül akşamında Missisipppi Nehri’nde gezintidesin. Coğrafya derslerinden anımsadığım nehirde olduğumu düşünmek o an için sanki bir rüya gibi idi.
Akşamında ise davet edildiğimiz yemek masasında Louisiana Valisi de bulunuyordu. Espriler havada uçuşuyordu ama güneyin lehçesini anlamakta gerçekten zorluk çekiyordum. Aynı akşam heyet üyelerine daha önceden hazırlanmış sertifika ve kimlik kartları verildi. Ne mi yazıyordu, ismimizin altında, valinin isim ve imzası ile “State of Lousiana COLONEL” (Louissiana Eyaleti Albay). Böylece 1974 Kıbrıs Barış Harekatı’nda ihtiyat yedek subay olarak çağrıldığım birlikte üst teğmen rütbesi verilmişti bana. Eylül ortası serbest kalmış ve birkaç gün sonra da bir başka ülkede albaylığa (!) terfi etmiştik.
Bir anda albay olduğumuzu gören bizim heyet başkanı çok memnun olmuştu ama yetmemişti anlaşılan bu rütbe, döndü bana “Fethi valiye teşekkür ediver hepimiz adına ve keşke general rütbesi verseydi diye de ilave ediver” dedi…
Aslında anlatmak istediğim ikinci yaşadığımdı. Ne yaparsınız biriktirdiğiniz anılar ve dostlar, en güzel zenginlik ve mutluluklar özellikle çalışma hayatı bittiğinde. Başladın mı anlatmaya yaşarsın, nokta denilene kadar devam edersin. Yok yok kısa kesmeyi öğreniyorsun özellikle gençlerle beraber ola ola. Gençler harika onlarla beraber olmak demek gençlik demek, dinamizm, hareket, canlılık demek.
40.000 ton taşıma kapasiteli bir yük gemisi düşünün. İstanbul’daki donatan gemiyi Napoli’nin şirin bir kasabası olan Piano Di Sorrento’da mukim bir firmaya belirli bir süre için (time charter) kiraya vermiş.
Gemi bir seferinde, 1996 yılında, yükünü boşaltmak için gittiği New Orleans (NOLA) limanında Mississippi nehri içerisinde yanaşmak üzere yaptığı manevra esnasında rıhtıma çarpmış, meydana gelen hasar vesaire nedeniyle donatan (armatör) firma aleyhine New Orleans şehrinde dava açılmıştı.
Dava konusu bir yıl kadar sürmüş, New Orleans avukatlık firması Lemle & Kelleher ile avukatları Ashton O’dwayer ile temasları danışmanlığını yaptığım armatör şirket adına ben sürdürmekteydim.
Davanın son uzlaşma görüşmeleri ve nihai duruşması için ben ve armatörü temsilen şirket ortaklarından asırlık kadim dostum Metin Bener, 1997 baharında New Orleans’a gittik. Sanıyorum o zamanlar İstanbul’dan direkt uçak yoktu ve New York’dan aktarma yapıyorduk. İşte New York uğrağı bize bir çağrışım yaptı yaklaşık on seneye yakın Amerika’da bulunan kızım Özlem, bizimle gelme teklifini kabul etmişti. Hem Güneyli aksanı hem derin konular, yanımızda en candan ülke dilini vatandaşı gibi konuşan birinin olması içimizi rahatlatmıştı.
Birkaç gün davacı tarafları ile süren görüşmelerimiz oldu. Avukatımız yanımızda, Özlem kızım tercüman, bir de steno yazan bir kız her görüşmeyi not alan.... Günler süren görüşmeler sonunda nihai görüşme mahkemede yapılacaktı.
O sabah armatörü temsilen üçümüz avukatımız ile birlikte ‘uzlaşma mahkeme duruşma’ salonunun kapısından içeri girdik. Son derece dinamik, insanın gözlerin içine dimdik bakan kırk yaşlarında duruşma hakimi karşıladı bizi, hepimizle tek tek tokalaştı, kendimizi ismen tanıttık ve yerimize oturduk. Hakim bizden hiçbir belge sormadı, kimlik istemedi. Hani sadece merhaba, hoş geldiniz, ben hakim John, biz de isimlerimiz hepsi bu kadar…
Karşımızda davacı taraflar, rıhtım sahibi, yük alıcıları, rıhtım işletmecisi ve avukatları. Daha duruşma başlamadan Metin Bener elinde İstanbul’dan getirdiği birkaç lokum paketi, önce hakime, sonra davacılara sundu lokumları “Sizlere Turkish Delight getirdim, biz de bir söz vardır, tatlı yiyelim, tatlı konuşalım” diye. Bu esprili ve güzel jest orada bulunan tüm tarafların ve hakimin hoşuna gitmiş gülüşmelere neden olmuştu. Hava yumuşamıştı gerçekten, ilk kez böyle bir şey yaşadıkları bakışlardan belli idi.
Duruşma, yaklaşık iki saatlik yemek molası dahil tam on bir saat sürdü. Hakim nihai açıklamasını yaparken saat akşamın sekizini gösteriyordu. Herkes yorgun ama memnun ifadelerle ayrılıyordu duruşmadan.
On bir saatlik maraton esnasında hiçbir zaman unutamayacağımız anlar yaşadık. Gördüm ki hakim bize çok inanmış ve hem donanımlı hem samimi bulmuştu. Duruşma sırasında üçümüzü yani armatör, danışman ve tercüman olarak üç gemi temsilcisini kendi özel odasına alarak bize sorular yöneltti. Bilahare hakim bizi odasında bıraktı, ‘’Burada bekleyin’’ diyerek salona gitti. Odası çok geniş ve mükemmel döşenmişti. Masasında eşinin ve çocuklarının fotoğrafları duruyordu. Oda hakimin saygınlık ve otoritesini yansıtıyordu.
Duruşma esnasında Metin Bener İngilizceye vakıf olmasına rağmen Türkçe olarak konuşuyor, Özlem de tercüme ediyordu. Davacıların çarpma sebebi olarak en önemli tezi de yanaşma manevraları esnasında geminin devamlı olarak sola sağa öne arkaya döndüğü idi. Gemiyi ve gemi kaptanın performansını suçluyorlardı. Bütün bu suçlamaları sakince dinleyen Metin Bener söz aldığında yine Türkçe olarak
‘’Gemi sola döndü, öyle mi?’’ diye başladı söze.
Karşı taraf cevapladı; ‘’Evet’’. ‘’Gemi sağa döndü’’, ‘’Evet’’, ‘’Bir daha döndü, tekrar döndü.’’, ‘’Evet’’
Sonunda dayanamadı, son sözünü yüksek sesle müstehzi bir şekilde İngilizce olarak patlatıverdi; ‘’Was she drunk?’’ (Gemi sarhoş mu idi?)
Salondaki herkes, davacılar, bizler, hakim herkes başladı gülmeye, kahkahalar tavan yapmıştı salonda. Aradan çok seneler geçti ama ne zaman bu üçlü bir araya gelsek o uzlaşma duruşması gününde yaşadıklarımızı anımsar ve kahkahalarımıza devam ederiz…
Son bir şey daha. Duruşma sırasında bir ara karşı taraf avukatı bir şeyler anlatıyordu. Dava konusunu çok iyi bildiğimden ve duruşmayı pür dikkat izlediğimden olacak birden “Objection!’’ (İtiraz) diye yüksek sesle bağırmışım. Birden bire sessizlik oldu salonda. Demek ki izlemiş olduğum Amerikan filmlerindeki mahkeme sahnelerindeki itiraz ediyorum hakim bey sahnesi alt beynimde yer etmiş. Hakim ve avukatımız şaşkınlıkla bana baktı. Hemen akabinde itirazlarımı sıraladım... O andaki mutluluğumu unutamam. Sanki bir filmde avukat rolü oynuyordum ama yok bu sahici bir mahkeme idi ve ben filmlerdeki gibi itirazımı yapmıştım bir Amerikan mahkemesinde…
Belleğimde kalanlar neler miydi? Saygı, hoşgörü, anlayış, empati ve her şeyden önce insan olma insanlığını hissetme, beyana inanma, bilgi ve tecrübe… Her şey ama her şey o gün unutulmazdı.
Ertesi sabah dönüş uçak saatine kadar duruşma sonucunu hep birlikte Mississippi Nehri’nde kutladık. Bir turist teknesi ile gezdik, bir lagüne doğru seyretti tekne, aligatörler (Sıcak bölgelerde akarsularda yaşayan bir timsah türü) ile tek tek tanıştırdılar bizi, her bir aligatöre isim verilmiş, hani o kadar aşinalar ki insanlara nerede ise bin üstüne bir tur at, sonra öğle yemeği ol!
Kurallar ülkesi Amerika’da kişinin beyanı esastır ve doğru kabul edilir. Kişi bilir ki beyanı yanlış, eksik ve yalansa tespit edildiğinde öyle bir cezaya çaptırılır ki hayatı zehir olabilir. Para cezaları öylesine yüksek ve müthiş caydırıcı ki, kanımca bu çok yüksek cezalar kurallar ülkesi yapmış Amerika Birleşik Devletleri’ni.
Hiç unutmam, başka bir seyahat dönüşü kiraladığım arabayı New York Kennedy Havaalanı’nda teslim ederken bina içindeki ilgili kız sordu bana,”Herhangi bir hasar var mı, yok, depo dolu mu?’’, ‘’Evet’’, ‘’Peki’’ imza atıldı ve ben uçağa yöneldim. Arabaya kimse gidip bakmadı bile… Avrupa ülkelerinde mi, nerede ise teslimatta arabayı laboratuvara sokmadıkları kalmıştı!
Kurallar ülkesinde kuralları çok iyi bilmek ve onlara uymak gerek, insanoğlu zaten bulunduğu yere hemen adapta olabiliyor, ama ayrıldığında hop unutuveriyor. Nasıl olur, yaşamadınız ise, bir gün yaşamanız dileği ile sağlıcakla sevgi ile kalınız, kendinizi çok iyi koruyunuz.
Fethi Denizmen
Eylül 2020, Heybeliada