CISV Kampları ve Lüks Algısı Olarak Deneyim

Bir önceki yazımda sizlere CISV Kamplarını tanıtmış ve bana göre insanın gerçek lüks algısının deneyim olduğundan bahsetmiştim. Çünkü bana göre deneyim, değeri biçilemeyen ve size bambaşka yollar açabilecek bir olgudur.

Bir önceki yazımda sizlere CISV Kamplarını tanıtmış ve bana göre insanın gerçek lüks algısının deneyim olduğundan bahsetmiştim. Çünkü bana göre deneyim, değeri biçilemeyen ve size bambaşka yollar açabilecek bir olgudur.

1992-1993 okul döneminde lise son sınıfa geçtiğimizde artık işimiz gücümüz ders çalışmak olmuştu. Sürekli vites arttırarak tuhaf bir girdabın içerisine girmiştik. Çünkü kaderimizi belirleyecek 2 saatlik bir sınav bizi bekliyordu. Tercihlerimizin de ne kadar bilinçli olduğu son derece tartışılır. Ben seçtiğim mesleğin karakterime uygun olması açısından şanslı azınlıktandım. Psikoloji ve sosyoloji temelli olmayan bu seçimler aslında oldukça tehlikeliydi. Neyse bu serüvenin sonunda kendimize bir hediye vermeliyiz diyerek, Beyza adında bir arkadaşımla birlikte CISV Seminer Kampı’na başvurmaya karar verdik. Bu da aslında bilinçsizce yapılan bir tercihti. Ama son derece yerinde bir karar oldu. O zamanlar yurt dışında 1 ay geçirmek sadece varlıklı insanların harcıymış gibi algılanıyordu. Temel hedef biraz hava değişikliği biraz da alışveriş yapmaktı. Biraz da arkadaş edinirdik işte… Ne bilelim hayatta başımıza gelebilecek en büyük deneyimlerden biri olduğunu.

Evraklarımızı doldurduk, başvurumuzu yaptık. Sonra özel derslere, dershaneye, çalışmaya gömüldük. Bir gün bir posta geldi, meğer kabul edilmişiz. Dün gibi hatırlıyorum... Bir araba dolusu evrak, bir sürü gerekli eşyalar listesi. Neyse sınav bitti, stres bitti, hiçbir şey olmamış gibi hayatımızı devam ettirmeye çalışıyoruz. Ama biz Beyza ile tam bir tatil moduna girmiştik. Fransa’nın Lyon Şehri’ne gidecektik. İhtiyaç listesinde birer tane de uyku tulumu götürmemiz söyleniyordu. Biz iki kafadar ‘bir günlük bir aktivite için uyku tulumu mu alınır?’ deyip onu listeden çıkartmıştık. Meğer kalacağımız yer kışın kayak, yazın da yürüyüş ve bisikletçilerin kullandığı, kısa konaklamaların yapıldığı bir yermiş. Tabii bunu oraya gidince öğrenmek deneyimin en büyüğü olmuştu bize.

Ormanın içerisinde, muazzam bir yerde kaldığımız için günlük düzenli yürüyüşler yapma şansımız da oluyordu. Burada geçirdiğimiz 4 hafta tüm kamp paydaşları tarafından belirleniyordu. Yavaş yavaş tek vücut halinde hareket eden bir organizmaya dönüşüyorduk. Her şeye beraber karar veriyorduk. Hepimiz yetişkin olarak kabul edildiğimiz bir yaşta olduğumuz için tüm sorumluluk da yine bizlere aitti. Hatta aktivitelerin başlama saatleri tartışılırken birinden çok parlak bir fikir geldi. Neden kendimize sınırlar koyuyorduk… Çoğunluğa göre karar verebilirdik. Yapmamız gereken grubun genel eğilimini gözlemlemekti. Buradan çıkan sonuç şu oldu, ortaya bir kutu çıktı, herkes saatlerini çıkartıp bu kutuya koyacak ve kamp bitimine kadar da almayacaktı. Kampımızın adı da kendiliğinden ortaya çıkmış oldu böylece. ‘LOST IN TIME IN LE BESSAT’ Yani ‘Le Bessat’da Zamanda Kaybolmak.’ Saatle bir işimiz olduğunda kilise çanının kaç kere çaldığını sayıyorduk.

Çoktan seçmeli bir sınav sisteminden çıkmış, 3 yanlışın 1 doğruyu götürdüğü bir coğrafyadan gelen 2 küçük kız çocuğu gibiydik, ama her şey deneyimle hızla değişiyor ve gelişiyordu. Dünyanın tüm coğrafyalarından bizim yaşımızda insanlar vardı ama aramızda müthiş bir hayatı algılama farkı vardı. Özellikle Nordik arkadaşlarımızın bireysellikleri o yaşta kavrayabileceğim bir şey değildi. Şu örnek sanırım her şeyi daha net ortaya koyacaktır. Önceki kamp deneyiminde çok yakın arkadaş olmuş iki ‘jc’ (14 yaş) biri Arjantinli biri Alman iki kız arkadaş kamp sonrası Avrupa’yı gezeceklermiş. Biz Beyza ile bunu duyunca hafiften bir şoka girdik. Sonra öğrendik ki birçok arkadaşın benzer programları varmış. Bunu görünce bir cesaretle ‘Biz de Paris’e gidelim.’ dedik. Ama yine çoğunluk psikolojisi çerçevesinde…

Ailelerimizden bir izin alışımız var yine görülmeye değer. Beyza ailesini arıyor Ebru’nun ailesi izin verdi diyor, ben kendi ailemi arıyorum Beyza’nın ailesi izin verdi diyorum... Kalacağımız yere varıncaya kadar CISV gönüllüleri tarafından ayarlanmış ama biz uçak biletlerimizi değiştiremediğimiz için bu seyahati gerçekleştirememiştik.

Beni çok derinden etkileyen bir aktiviteyi daha anlatmak istiyorum. Aktiviteleri genellikle birbirleriyle iyi anlaşan bir grup arkadaş kamp programına göre tasarlıyorlardı. O günkü aktivitenin adı ‘ÇEVRE’ idi. Bizlere de 1 saat çıkıp ormanda yürüyüş yapmamız söylendi. 1 saat sonra büyük salonda toplanacaktık. Açık havada keyifli 1 saatlik yürüyüşten sonra büyük salonun önünde toplanmaya başladık. İçeriye birer birer alıyorlardı ve içeri girerken diğerlerinin salonu görmesini de engelleyecek bir düzenek yapmışlardı. Ama anlaşılan o ki içeride yolunda gitmeyen olağanüstü bir şey vardı çünkü her giren tuhaf bir ses çıkartıyordu. Sıra bana geldi, merakla salona girdim bir de ne göreyim. Zemine geniş bir alana plastikler serip 3 günlük 50 kişinin çöpünü dökmüşlerdi. Bizden istenen dirseklerimize kadar geçirebileceğimiz plastik poşetler vasıtasıyla bu çöpleri türlerine göre ayırmamızdı. Kağıt, plastik, metal, organik ve cam. Böylece müthiş bir kontrast yaratmışlardı. 1 saat doğa yürüyüşü 1 saat çöp ayırma. Bu çöp ayırma aktivitesi süresi zarfında zaten ister istemez kendi habitatınızda bu işleri nasıl yaptığınızı düşünüyorsunuz. Belki de böyle bir şeyi hayatımda ilk defa düşünüyordum. Bilinç seviyemiz en fazla yere çöp atmama noktasındaydı.

Bu aktiviteler bittikten sonra önce küçük gruplarda kazanımlar tartışılır sonra daha büyük gruplarda buradaki çıktılar sunulurdu. İşleyiş bu şekildeydi. Küçük gruptaki konuşmalar sırasında beni yine çok etkileyen bir şey öğrendim. Danimarkalı bir arkadaş yaşadığı yere yakın bir markette halkın bir eylem yaptığından bahsetti. Bilirsiniz diş macunlarının karton kutuları aslında sadece markette düzenli durmaları için yapılmış bir ambalajdır. Eve getirildiğinde direk çöpe atılan bir şey olmasından sebep yaşadığı bölgedeki insanlar bir süre sonra diş macunu kartonlarını markette çıkartıp bırakmaya başlamışlar. Bu da süreç içerisinde üretici firmanın ürünü kutusuz bir şekilde imal etmeye sevk etmiş. Ne kadar da güçlü bir eylem değil mi?

Bu ve benzeri onlarca etkinlik yaparak girdiğimiz bu kamp sürecinden yaşının algısına yaklaşmış birer birey olarak ayrılıyorduk. Hep ailelerimizin sunduğu konfor alanında kalmış, uyku tulumuna bir aksesuar muamelesi yapmıştık. Halbuki insan her şartta her koşulda hayatını sürdürebiliyor ve alacağını alabiliyor. Saatlerimiz bile olmadan zamanı yönetmeyi, zamanın içerisinde kaybolarak öğrenmiştik. Hala o zamandan iletişimimi sürdürdüğüm 4-5 arkadaşım olması da cabası. Bu CISV kampları hayatımdaki iyi ki'lerin en başında gelir.

Umarım sevmişsinizdir bu deneyimleri… Çünkü bir sonraki yazımda kendi liderlik serüvenimden bahsetmek istiyorum.

 

Ebru ÇAĞIN

Hayattaki Lüks Algınız Nedir?İnsanların hayatları boyunca lüks algıları sürekli olarak değişir. Mesela, alışveriş yapmak suretiyle bir şeylere sahip olmak, gençlik dönemlerinde çokça rastlanan bir durum.

 

Etiketler Deneyim
Yorumlar
Kalan Karakter 800