Arıların masalı ve kapitalist ahlâk
“Evvel zaman içinde, bir arı kovanı varmış. Ticaret ve endüstri alabildiğine gelişmiş bu kovanda. Bilim sanat ileri durumdaymış. Her tarafta bir hareket bir canlılık varmış. Ancak bu kovanda ahlâk adına, erdem adına hiçbir değer kalmamış; hırs, kibir, açgözlülük, lüks tutkusu bütün toplumu sarmış.''
Gelişmelerden anında haberdar olmak için Google News'te Paradurumu'na abone olun
Paradurumu'na Google News'te abone olun
Abone Ol“Evvel zaman içinde, bir arı kovanı varmış. Ticaret ve endüstri alabildiğine gelişmiş bu kovanda. Bilim sanat ileri durumdaymış. Her tarafta bir hareket bir canlılık varmış. Ancak bu kovanda ahlâk adına, erdem adına hiçbir değer kalmamış; hırs, kibir, açgözlülük, lüks tutkusu bütün toplumu sarmış. Yalancılık, sahtekârlık, insan kandırma, adam kayırma, dalavere, hatta zulüm, işkence, ahlaksızlık ve adaletsizlik adına akla gelen ne varsa yaşanıyormuş bu kovanda. Kovanı yöneten devlet büyükleri ve devlet kurumları tam bir başıbozukluk içindeymiş. Devleti yönetenlerin tek derdi kovana akan servetten aslan payını koparmakmış. Bu yüzden olur olmaz şekillerde yatırım yapıyor, devlet kaynaklarını talan ediyorlarmış. Politika hilelerine başvurarak her zaman başta kalıyorlar, zeki hilekârlar el üstünde tutuluyormuş.
Zaman gelmiş, toplumsal bozulmaya isyan eden yaşlı arılar toplanmış ve ‘yüce arıların tanrısına’ toplumu ahlâklı yapması için dua etmişler. Ve beklenmedik bir şey olmuş; birdenbire bütün arılar iyi ahlâklı, güzel huylu olmuşlar. Hiç bir arının artık malda mülkte gözü yokmuş. İktidarda olmanın hiç bir anlamı kalmamış ve bunun beklenmedik sonuçları da görünmeye başlanmış. Mahkemelere garip bir ıssızlık çökmüş. Bir sürü devlet adamı ve çalışanı işsiz kalmış. Herkes aza kanaat ettiği için yalnızca gerekli olan üretilir olmuş ve tüketim hızla düşmeye başlanmış. Fabrikalar, bacalar kapanmış; her tarafta işsizlik almış yürümüş. Hiç bir yükselme ve şöhret tutkusuna yer olmadığı ve gerek duyulmadığı için atılımcılık ve girişimcilik ruhu ölmüş. Durum böyle olunca askere, orduya da gerek kalmamış. Kovanlar arası barıştan yana olan erdemli arı toplumu ne yazık ki, bir gün düşmanlarının istilasına uğramış. Yokluk, kayıtsızlık ve nüfusun azalması yüzünden bizim arı kovanı düşmanlarına karşı hiç bir tedbir alacak gücü kendisinde bulamamış. Birçok acı gelişmeden sonra felaket artıkları, bir ağaç kovuğuna sığınmışlar ve geriye üç beş tane erdemli arı olarak yaşamaya devam etmişler.”
Yukarıdaki hikâye Bernard Mandeville’in (1670-1733) 1700’lü yılların başında ‘Arıların Masalı’ (1714) adlı fablından alınmıştır. Bu eserin yayınlanması ile birlikte beklenmedik bir şey olmuştur. Eser, edebiyatçılar tarafından değil de, iktisat ve insan ilişkileri üzerine kafa yoran düşünürler tarafından eleştirilmiştir.
Mandeville fablında; her insanın bencil olduğunu ve bunun aslında hem doğal hem de erdemli bir şey olduğunu iddia eder. Ona göre, dürüstlük veya iyilik gibi nitelikler toplumu ileriye götürmemekte hatta gerilemesine sebep olmaktadır. Yazara göre; kasaptan manava, berberden doktora kadar herkes bencil bir şekilde kendilerini düşündükleri için toplumda inanılmaz bir bolluk yaşanmaktadır. Mandeville, bireylerin başkalarını düşünerek yaptıkları eylemlerin toplum için iyi olmadığını; tam tersine toplumu yaşanılmaz hale soktuğunu ifade etmiştir. Ona göre; kişinin bencil eylemler peşinde koşması kendiliğinden bir düzeni oluşturmaktadır.
Bernard Mandeville’in ahlak anlayışı İngiliz ahlakçılığına (moralistler) kadar gider. Esasen Mandeville Hollanda'da doğmuş, ancak İngiltere’de yaşamış İngiliz-Hollandalı ve klasik ekonomi okuluna bağlı bir filozoftur. Görüşlerinin temelinde İngiliz ahlakçılığı yatar.
Ünlü İngiliz ahlakçılarından Filozof Thomas Hobbes (1588-1679) Naturalist-materialist sisteminde bu dünyada bütün olup bitenleri sıkı bir gerekirciliğe (determinizm) bağlamıştır. Bunda irade özgürlüğünün (özgür irade) yeri yoktur. İradenin en ilkel öğesi varlığımızı koruma isteğidir. Bundan dolayı ahlaki (özgeci- altruist) denilen duygular, yani türdeşlerimizin iyiliğini göz önünde bulunduran eğilimler asli değildirler. Anlayış ve alışkanlıktan meydana gelmiş olan bencilliğin (egoizm) formlarıdır. Asıl olan insanın benciliğidir.
Bernard Mandeville, bir siyasi ahlak kuramcısı olarak, Merkantilist çağdan kapitalist çağa geçiş evresinde (17. yüzyıl sonu, 18. yüzyıl başı) yaşamıştır. Bu eser, siyasi güç ve ekonomik refahın var olma ve sürdürülme koşullarının ahlâk dizgeleriyle iç-içeliğinden hareket eder ve devrin ahlak ve siyaset anlayışını yansıtır. Ahlaki çerçevenin siyasi güç ve ekonomik refahın belirleyicisi olduğunu, giderek olması gerektiği düşüncesini iletir. Diğer bir ifadeyle ahlak, güç ve ekonomik refahın belirlediğidir. Yeteri kadar güçlü ve ekonomik bir refaha sahipseniz yeteri şekilde erdemli ve ahlaklı sayılırsınız. Mandeville; “Erdemsizliklerimiz olmazsa toplumumuz gelişemez; mutluluk, erdemsiz olmaya bağlıdır. Kişiyi mutlu kılan bencilliğidir.” demektedir.
Bu tarihlerde kapitalizm şaha kalkmıştır. İngiltere’nin başlattığı Pro-kapitalizmin ahlak ve felsefi alt yapısı hazırdır. Sistemin dinamikleri yukarıda da açıklandığı gibi güç ve bencillik paradigmaları üzerinde yükselmektedir. Bu anlayış sömürgeciliği başlatır ve haklı görür. Böylece, dünyanın diğer coğrafyaları keşfedilir ve bu coğrafyalardaki halklar köleleştirilir. Güçlü olmak haklı olmak demektir.
Birazdan ‘Kapitalizm’in ruhu bütün ‘Batı’yı saracaktır. Sonrasında sistemin teorisi, ‘kapitalizmin babası’ olarak kabul edilen Adam Smith tarafından oluşturulacaktır. “Herkesin bencil olduğu bir toplumda uyum kendiliğinden oluşacaktır.” Bu kendiliğindenliği sağlayan görünmez el’dir. Smith bunu piyasa ile ilişkilendirerek, Kapitalist Sistemi bir ilahi düzen olarak aşkınlaştırır. Her şeyin görünmez el marifetiyle kendiliğinden dengeye ulaşacağı bu yüzden hiçbir şeye müdahale edilmemesi gerektiğini; “Bırakınız yapsın bırakınız geçsin” (lese fer lese pase) ilkesiyle anlatır.
Adam Smith
XX. yüzyılda Max Weber de sistemin esasen Hıristiyan-protestan ahlakının eseri olduğunu vurgular. (Protestan Ahlakı ve Kapitalizm – 1905) Weber bu kitabında kapitalizmin dinamiklerine açıklama getirmeye çalışır. Batı'da servet biriktirmek için başka hiçbir yerde görülmeyen bir tutumun olduğunu bunun da Protestan ahlak anlayışındaki rasyonel düşünce yapısından kaynaklandığını ileri sürer.
Batı ahlak anlayışına sinmiş olan bencillik ve güç paradigmaları, geçen devre içinde modern dünyayı oluşturan kapitalizmin neden Batı’da oluştuğunun cevabı gibidir. Sistem acımasız ‘güç’ ve ‘bencillik’ paradigmalarının kanatlarında yükselerek bugün için tüm dünyayı boyunduruğu altına almıştır. Giderek ulus devletleri de yok edip evrenselleşmek istidadını taşımaktadır.
XIV. yüz yıldan itibaren güce ve bencilliğe dayalı İngiliz Ahlakçılığı, Leviathan’(X)lardan, Arıların Masallar’ından yola çıkarak, önce Merkantilizm, sonrasında sömürgecilik, sanayi devrimi diyerek kapitalizmi günümüz modern dünyasına taşımıştır; merkantilizmle palazlanan ticaret erbabı, sömürgecilikle zenginleşmiş, sanayi devrimiyle birlikte Batıda acımasız ve gözü kara bir zengin sınıfını (Burjuva) oluşturmuştur. Gücünün ve bencilliğinin doruğuna ulaşan bu zengin sınıf, Batı’da aristokrasinin ve teokrasinin sultalarını yıkmış ve kendi dünya görüşünü (kapitalizm) tüm Batı dünyasına (giderek tüm dünyaya) modern dünya görüşü (düzeni) olarak benimsetmiştir.
Bencil, acımasız ve gözü doymaz bir sistem olan kapitalizm başlangıcından (17.yy) günümüze gelene kadar insanlığa çok büyük bedeller ödetmiştir. Sömürgeleştirilen coğrafyalar ve köleleştirilen halklar; paylaşım kavgaları ve kanlı savaşlar; Paylaşılamayan Dünya ve iki dünya savaşı; milyonlarca ölü ve yaralı; insanlığın başında patlatılan iki atom bombası; yüz binlerce ölüm, mefluç ve sakat. Soğuk ve gizli savaşlar, darbeler, renkli devrimler… Ve günümüzün küreselleştirilen dünyasında açmaza sokulan ulus devletler. yok edilen kültürler, küreselleşen işsizlik, acımasız ve adaletsiz bir paylaşım ve yukarıdaki arı kovanına dönüşen bir dünya… İşin en korkunç ve en tehlikeli yanı da acımasızlığın, gücün ve benciliğin tekelleşmesi. Sonuçta bu kendi kendini imha eden bir fenomene dönüşebilir mi?
Oysa yalnız başına insan ne iyi ne de kötü olabilir. Onu iyi ya da kötü yapan toplumdur. Topluma karşı bencil olmamız mümkün değildir. Çünkü insan ne kadar bencil ve sevisiz olsa da kendini toplumdan soyutlayamaz. Toplum adeta insanın ikinci bir ontolojik varlığı gibidir. Bu yüzden özgeci (alturist- başkasını düşünen) yaklaşımlar, bencilce yaklaşımlara kıyasla daha toplumsal ve gerçekçidirler. Çünkü toplumsuz, bir başına yaşayamayız. Özgeci (alturist) ahlaki duygular tıpkı bencil (egoist) duygular gibi doğaldırlar, aslidirler ve doğuştandırlar. İnsanın doğasında ahlaka bir yatkınlık vardır. Ahlaklı olabilmek için bu duyguların akılla yönetilmesi gerekir.
‘İnsan insanla vardır ve insan insanda çoğalır. İnsana rağmen bir düzen payidar olamaz!’
Mandeville;
“Erdemsizliklerimiz olmazsa toplumumuz gelişemez; mutluluk, erdemsiz olmaya bağlıdır. Kişiyi mutlu kılan bencilliğidir.” derken,
Sokrates;
“Erdemlerimiz olmazsa toplumumuz çürür,” der.
Mayıs 2022 – Marmaris/İçmeler
(X): Leviathan ya da Bir Din ve Dünya Devletinin İçeriği, Biçimi ve Gücü, yaygın olarak Leviathan olarak bilinir, Thomas Hobbes tarafından yazılmış ve 1651'de yayınlanan bir kitaptır. Kitabın adı Kitâb-ı Mukaddes'te geçen Leviathan isimli bir yaratıktan esinlenerek konulmuştur. Vikipedi