Bir Zamanlar Amerika’nın En Zengin Ailesinin Yükseliş ve Ders Niteliğindeki Çöküş Hikayesi
Servetin sadece kazanılmasının değil sürdürülebilir şekilde yönetilmesinin önemine dair klasik bir örnek haline gelmiş ve birkaç nesil boyunca devam etmiş bir hikâye anlatacağım bugün.
Gelişmelerden anında haberdar olmak için Google News'te Paradurumu'na abone olun
Paradurumu'na Google News'te abone olun
Abone OlBu hikâye hem bir aile destanı hem de finansal disiplin eksikliğinin ibretlik örneğidir.
Sıfırdan 100 Milyon Dolarlık Servete: (1810–1877)
Hikâyenin başlangıcı Hollanda’nın Utrecht kentinin De Bilt köyünden Jan Aertson isimli bir çiftçinin 160 yılında sözleşmeli bir hizmetçi olarak New Amsterdam’a (koloni dönemi Hollandası'nın Kuzey Amerika’daki Nieuw Nederland sömürgesinde yer alan yerleşim birimi) göç etmesi ile başlar.
Sonradan New York’a geçen bu çiftçinin soy ağacında birkaç nesil sonra, 1794 yılında New York’ta yoksul bir çiftçi ailesine doğan Jan Aertson'un torununun torunu Cornelius Vanderbilt henüz 11 yaşında iken ailesine destek olmak için okuldan ayrılır ve çalışmaya başlar. 16 yaşında annesinden borç aldığı 100 dolar ile küçük bir yelkenli tekne satın alır ve bu tekneyle yolcu ve yük taşımaya başlar.
Küçük teknelerle başladığı taşımacılık işini büyüterek kısa sürede buharlı gemi işine girer. Rakiplerine karşı acımasız fiyat savaşları başlatır, rekabet ettiği firmaları ya iflasa sürükler ya da satın alır. Özellikle New York ile New Jersey arasındaki taşımacılıkta büyük söz sahibi olur ve bu dönemde (1810-1840) “Commodore” (Amiral) lakabını alır.
Yaşı ilerledikçe deniz taşımacılığından demiryollarına geçiş yapar ve asıl servetini burada kazanır. 1840-1870 yıları arasında demiryolu imparatorluğunu kurarken neler mi başarır:
- New York Central Railroad gibi büyük hatları kontrol etti.
- Doğu ile Orta Batı arasında taşımacılıkta tekelleşmeye başladı.
- 1860’ların sonunda, Amerikan İç Savaşı'ndan sonra sanayi patlaması yaşanırken demiryolu sektörünün kralı haline geldi.
Commodore Cornelius iş dünyasında acımasız, kural tanımaz ve soğukkanlı bir figürdü. Sıklıkla rakiplerini küçük düşürür, onlarla alay eder, sendikalara ve işçi haklarına karşı tutum takınır, hatta ailesiyle bile mesafeli ilişkiler kurardı. Kim bilir, belki de yaşadığı zaman diliminde 100 milyon dolarlık (bugünün milyarlarca doları) servet sahibi olmasının altında yatan nedenlerinin başında onun bu kişiliği de önemli rol oynamıştır. Öyle ya, hiçbir zaman görgü kurallarına fazla önem vermeyen, kaba, doğrudan ve hırslı bir adamdı. Mottosu, “Dostluk satın alamazsınız, ama bir rakibi satın alabilirsiniz”di.
Cornelius Vanderbilt’in hayatı, “sıfırdan zirveye” giden klasik bir Amerikan rüyası örneğidir. Kendi emeğiyle kurduğu dev imparatorluk onu 19. yüzyıl Amerikası'nın en güçlü adamlarından biri yapar.
İkiye Katlanan Servet ile Yeni Zirve ve Lüks Yaşam (1877-1900):
William Henry Vanderbilt babası Cornelius Vanderbilt’in kurduğu imparatorluğu devralan adamdı. Onun hikâyesi bir mirası sadece korumakla kalmayıp ikiye katlayan, ama aynı zamanda bu servetin tüketilmesine zemin hazırlayan bir figürü anlatır. İşte 1821 doğumlu William Henry Vanderbilt’in hikâyesi:
Cornelius, oğlunun iş dünyasında aslında düşündüğünden çok daha başarılı olduğunu geç de olsa fark eder ve servetinin %9’ini, yani yaklaşık 9
milyon dolarını William’a bırakır. William
6 yaşında Amerika’nın en zengin adamı olmuştur.
William Henry babasının demiryolu şirketlerini başarılı şekilde yönetir. Finansal zekâsı ve stratejik düşüncesiyle şirketleri büyüterek yalnızca 8 yıl içinde servetini iki katına, yani yaklaşık 200 milyon dolara çıkarır ve Wall Street’te ve sanayi çevrelerinde büyük saygı kazanır.
1883’te bir gazeteci ona demiryollarında yolcu memnuniyetine önem verip vermediğini sorduğunda William şu ünlü ve tepki çeken cümleyi söylemiştir: “Halk ne isterse istesin, ne derse desin, umurumda değil. Bu tren çalışıyor, çünkü bu benim işim ve para kazanıyorum.” Bu söz, onun kamuoyuyla kurduğu mesafeli ilişkiyi simgeler.
William Henry Vanderbilt 188’te 64 yaşındayken kalp krizinden ölür. Sekiz yıl gibi kısa bir sürede servetini iki katına çıkarmıştır, ama onu sürdürülebilir kılacak bir miras kültürü inşa edememiştir.
Mirasçılar ve Gösterişli Hayatlar:
William sanat koleksiyonları, gösterişli malikaneler ve partilerle de tanınıyordu. Sekiz çocuğu vardı ve onlara büyük servetler bıraktı. Ancak çocukları (özellikle sonraki nesil) bu serveti lüks, sosyal prestij ve savurganlıkla tüketmeye başladılar.
William H. Vanderbilt her ne kadar finans ve iş dünyasındaki etkisiyle tanınsa da sanata olan ilgisi ve bu alandaki katkıları da oldukça anlamlıdır. Özellikle Avrupa ve Amerikan ressamlarının eserlerinden oluşan büyük bir sanat koleksiyonu oluşturmuştur. 19. yüzyılda birçok Amerikalı sanayici gibi sanat koleksiyonu oluşturmak hem prestij hem de kişisel tatmin aracıydı.
New York’taki muazzam konutu (Fifth Avenue/ . Cadde), aynı zamanda sanat galerisi gibi tasarlanmıştı. Evin içinde kendi koleksiyonuna ait yüzlerce tabloyu sergileyebileceği özel salonlar bulunuyordu. Konutu zaman zaman halka açarak sanatseverlerin bu eserleri görmesine olanak sağladı. Bu uygulama, bir tür özel müze deneyimi sunarak sanatın yayılmasına katkıda bulundu. Ayrıca William Henry Vanderbilt, Metropolitan Museum of Art gibi kurumlara bağışlarda bulundu ve onların gelişmesini destekledi. Bu katkılar, müzenin koleksiyonunu genişletmesine ve New York’un bir kültür merkezi olarak güçlenmesine katkı sağladı.
Gösteriş, Dağılma ve Servetin Tükenişi (1900-19
0):
William Henry Vanderbilt’in ünlü sözü bu süreci özetler niteliktedir:
“The care of $200 million is too great of a load for any back or brain to bear. It is enough to kill anyone. There is no pleasure in it.” (200 milyon dolarlık bir servete sahip çıkmak herhangi bir sırtın veya beynin kaldıramayacağı kadar büyük bir yüktür. Herhangi birini öldürmeye yeter. Bunda da hiçbir zevk yoktur.)
William Henry Vanderbilt’in ölümünden sonra yaklaşık 200 milyon dolarlık serveti (bugünün milyarlarıyla ölçülebilecek bir servet) sekiz çocuğuna bırakıldı. Bu servetin büyük kısmı, New York Central Railroad gibi demiryolu yatırımlarından, emlaklardan ve diğer sanayi kollarından geliyordu, ancak bu büyük serveti sürdürmekte çocukları başarısız olmuşlardır.
Çöküş hikayesinin ana hatları:
- Mirasın paylaşımı: Servet birçok varise bölündü, her nesilde daha da küçüldü.
- İş yönetiminden çok gösterişli yaşam tarzlarına yöneliş.
- Servet yönetiminde eğitim eksikliği, finansal okuryazarlıklarının zayıflığı, gelir gider dengesizliği, yatırım çeşitliliği ve risk yönetimi gibi temel konulara hakim olamama.
- Aşırı Harcamalar, Tüketim Kültürü ve Gösteriş: New York ve Newport’ta devasa malikaneler yaptırdılar, sosyal etkinliklerde boy gösterdiler. Aile üyeleri sanat, moda ve eğlenceye büyük harcamalar yaptı. Partiler, Avrupa seyahatleri ve benzeri harcamalar serveti eritti.
- Yatırımda Başarısızlık: Aile bireyleri ticari zekâdan uzaklaştı; başarılı yatırımlar yapılamadı.
- Pasif gelir kaynaklarının yetersizliği.
- Ekonomik ve Sosyal Değişim: 20. yüzyılda Amerikan ekonomisi değişti, serveti sürdürülebilir kılacak yapılar kurulamadı.
- Vanderbilt ailesi üyeleri zamanla işten uzaklaştı ve servetlerini sosyal hayata ve lükse yönlendirdi. 20. yüzyılın ortalarına gelindiğinde, Vanderbilt ailesinin büyük kısmı zenginliklerini yitirmişti.
- Vanderbilt ismi artık zenginlikten çok, “servetin nasıl sürdürülemeyeceği”ne dair ibretlik bir hikâye olarak anılmaktadır.
Çarpıcı gerçek: 1940’larda aileden kimse artık “Amerika’nın En Zenginleri” listesinde yer almıyordu. 1970’lerde yapılan bir Vanderbilt aile toplantısında onlarca torun arasında hiçbir milyoner kalmamıştı.
Sonuç:
Vanderbilt ailesi örneği, büyük servetlerin yalnızca kazanmakla değil, yönetmekle de ilgili olduğunu gösterir
Finansal okuryazarlık, serveti korumanın ve gelecek kuşaklara aktarabilmenin temel taşıdır.
Bu vaka, “üç kuşakta servet biter” sözünün en çarpıcı örneklerinden biridir.
Suadiye