Borsa İstanbul’un Sosyolojisi – 1
Borsa İstanbul, eski adıyla İstanbul Menkul Kıymetler Borsası, bugün nasıl bir piyasa ve buraya nasıl geldi?
Gelişmelerden anında haberdar olmak için Google News'te Paradurumu'na abone olun
Paradurumu'na Google News'te abone olun
Abone OlBir önceki yazımızda piyasaların sosyolojisine bir giriş yaptık. Peki Mehmet ve İsmet Beyler'in Türkiye ekonomisinin en büyük hizmet ve mal üreticilerine ortak olmasını sağlayan Borsa İstanbul, eski adıyla İstanbul Menkul Kıymetler Borsası, bugün nasıl bir piyasa ve buraya nasıl geldi?
Borsamızın tarihi Osmanlının son dönemlerine kadar dayanıyor. Galata bankerlerinin aracılık yaptığı devlet ve şirket borçlanma ve hisse senetleri ve bunların alım satımı İstanbul’u zamanın belki bazı açılardan bugünden daha küresel olan ekonomik ve finansal düzeni içinde önemli finans merkezlerinden biri haline getirdi. Birinci Dünya savaşıyla sona eren bu düzen, Cumhuriyetin ilk yıllarındaki kalkınma hamleleri ve İkinci Dünya Savaşından önceki Büyük Ekonomik Buhran ile birçok ülkede olduğu gibi Türkiye’de de finans sisteminin, borsa dahil olmak üzere devlet kontrolü altında kalmasına sebep oldu. 1980’lere kadar dünyanın birçok ülkesinde devam eden serbest piyasayı ve finans sistemini kısıtlayıcı ve ithal ikame (yerli malı üretimi) sistemini kapsayan bu süreç 1986 yılında yeniden açılan borsa için aslında önemli bir altyapı hazırladı. Bugün birçoğumuzun tanıdığı ve kullandığı, devlet ve özel sektörün kurduğu ve büyüttüğü mal ve hizmet üreten şirketler, borsanın ilk yıllarında, şirket hissedar ve çalışanlarının ve menkul kıymet meraklılarının hisselerini çantalarla ve çuvallarla piyasaya getirmesi ve yeni hisse arzlarıyla borsanın lokomotifi oldular.
Peki neden borsa 1980’lerde devlet eliyle Galata komisyoncularının ve bankaların menkul kıymetler bölümlerinin ayakta tuttuğu tezgâh üstü piyasa formundan merkezi piyasaya, yani teoride fiyatların arz ve talep ile şeffaf bir şekilde belirlendiği, piyasa aktörlerinin hak ve sorumluluklarının kanuni düzenlemelerle korunduğu bir piyasaya döndürüldü?
Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de 1970’lerin ekonomik buhranlı yılları, yerini çözümü serbest piyasada ve ticarette gören bilimsel ve politik anlayışa bıraktı. İkinci küreselleşme dönemi olarak adlandırılan bugünlerde ise geleceği pek de belirli olmayan bu sürece, Türkiye de ekonomik ve finansal serbestleşme ile katıldı.
Geçen yazımızda piyasanın sosyolojisinden bahsederken, rollerden ve bu rolleri yerine getiren oyunculardan bahsettik. Borsamızın ilk yıllarında roller ve oyuncular bugüne kıyasla daha kısıtlıydı. Devlet, sahip olduğu şirketlerle piyasaya en büyük hisse arzı sağlayan oyunculardan biriydi. Onu özel sektör takip ediyordu. Bankaların menkul kıymetler bölümleri, Galata komisyoncuları ve yeni girişimciler bugünün işlem aracılığı ve yatırım danışmanlığı veren aracı kurumlarının temellerini oluşturdular. İlk yıllarda piyasanın düzeninin sağlanmasını ve gözetimini bugün de olduğu gibi Borsa İstanbul ve Sermaye Piyasası Kurulu yapıyordu. Yatırımcılara gelince, borsanın önce Cağaloğlu sonra Karaköy’deki işlem salonları ve dışardaki sokaklarını ilk senelerde bireysel yerli yatırımcılardan, resmi ve gayrı resmî aracılardan ve borsa çalışanlarından başka dolduran yoktu. Bu durum 1980’lerin sonunda Türk lirasının ticaretinin serbestleştirilmesi ile gelen yabancı profesyonel yatırımcılar ve onlarla özdeşleşecek yerli aracı kurumlarla değişti. 1990’ların başlarında Türk profesyonel yatırımcıların yönettiği yatırım ortaklığı ve hisse fonlarının piyasaya gelmesiyle beraber, bugünkü yatırımcı profilleri ortaya çıktı.
İletişim ve işlem teknolojileri, piyasaların en temel yapıtaşlarından biri. Borsanın ilk yıllarını tabiri caizse analog yıllar olarak değerlendirebiliriz. İşlem salonlarında her bir hisseyi temsil eden beyaz tahtalar önünde birbiriyle itişen aracılar, salonun yatırımcı köşesinden dürbünlerle tahtaları izleyen yatırımcılar, Borsa İstanbul’un internet sitesindeki muhteşem arşiv görüntülerinden izlenebilir. Ekonomi yazarı Abdurrahman Yıldırım’ın kitabında aktardığı üzere, İstanbul’dan Şikago borsasında işlem yapmak, İstanbul’daki herhangi bir aracı kurumdan Karaköy’deki borsaya emir göndermekten daha kısa zaman alabiliyordu. Bu sıkıntılar, 1990 yılların ortasında işlemlerin dijitalleşmesiyle büyük oranda çözüldü. Dijitalleşme ayrıca hisselerin resmi olarak kayıt altına alınması, yatırımcı emirlerinin aracılar tarafından şeffaf ve zamanında yerine getirilmesinin sağlanması gibi çağdaş piyasalara güveni sağlayan temel yapı taşlarının İstanbul İstinye’de de yavaş yavaş var olmasını sağladı.
Piyasanın şeffaf ve etkin işleyişi için yapılan bu ve benzeri reformlara rağmen borsanın ilk 15 senesi yerli bireysel yatırımcıların, ortalama olarak Mehmet ve İsmet Beyler'in aksine olan davranışlarına ışık tutacak çalkantılı bir öğrenme süreci oldu. Bunun birbiriyle alakalı iki sebebi vardı. İlki, borsanın kuruluş yıllarında yaşanan arz ve talep dengesizliklerinin getirdiği dramatik çıkışlar ve inişlerle yerli yatırımcıların borsayı kısa vadeli bir yatırım aracıyla özdeşleştirmeleriydi. Bunda piyasa düzenleyicilerinin ve politikacıların verdiği demeçler ve yaptıkları müdahaleler de rol oynadı. Piyasa düzenlemelerin başlangıçtaki zayıflıkları ve eksiklileri de yatırımcıların sahtekarlık ve sahtecilik yapan kişi ve kuruluşlardan zarar görmesine sebep oldu. Belki bunlardan daha etkin olan ikinci sebep ise, 1990’lı yılların siyasi ve ekonomik atmosferiydi. Kısa vadeli sermaye girişleriyle ve iç borçlanmalarla yamanan büyük bütçe ve cari açıkları, iç siyasetteki belirsizlikler ve dünyada yaşanan ekonomik ve siyasi krizler ile neredeyse her üç senede bir (örn. 1991, 1994, 1997/8, 2001) hem ekonomide hem de borsada yükselişleri takip eden çöküşlere neden oldu. Her çöküşün sonrası yaşanan yükseliş ile borsaya hücum eden yüzbinlerce tasarruf sahibi, çöküşlerde batan aracı kurumlar ve işlem sırası süresiz kapanan şirketler sebebiyle bazen geri dönüşü de olmayan büyük kayıplar yaşadı. Tasarruf sahiplerinin ve sayıları bir milyonu geçen yatırımcıların aklında borsa, uzun vadeli şirket ortaklığı ve yatırım aracı gibi görülmek yerine, bu çalkantıların nabzının, döviz piyasası ile beraber en güçlü attığı piyasa olarak yer edindi.
2001 krizi sonrası hükümetlerin uygulamaya koyduğu yapısal reformlar ile istikrar kazanan ekonominin borsaya en çarpıcı yansıması ise yabancı profesyonel yatırımcıların Türk şirketlerine ve hisselerine olan ilgisinin en yüksek seviyelere gelmesi oldu. Yabancıların borsadaki toplam hisse portföyündeki sahiplik oranı 2000 yılındaki % 45’li seviyelerinden 2007 yılındaki % 72’lik rekor seviyesine ulaştı.[1] Buna karşın aynı süreçte yerli bireysel yatırımcıların sahiplik oranları %50’li seviyelerden %15’lere kadar geriledi. Bunu takip eden dokuz senede dünyada ve Türkiye’de yaşanan ekonomik ve siyasi çalkantılara rağmen yabancı profesyonel yatırımcıların sahiplik oranları ortalama olarak % 64 seviyelerinde kaldı. Aynı dönemde, son senelerde daha popüler hale gelen Bireysel Emeklilik sisteminin de katkılarıyla yerli profesyonel yatırımcıların- yani yabancı profesyonel yatırımcılar gibi bireysel ve kurumsal tasarruf sahiplerinin yatırımlarını bir havuzda toplayıp, bu birikimleri yatırımcının risk ve getiri tercihlerine uygun fonlara dağıtıp, bu fonları modern risk ve portföy yönetim prensipleriyle yönetmesi beklenen piyasa profesyonellerinin borsadaki hisse sahiplik oranları % 10’lu seviyelerden ortalama %17’ye kadar çıktı. Bireysel yerli yatırımcılar ise bu dönemde ortalama sahiplik oranlarını %19’a kadar çıkardı. Türkiye’deki bireysel yatırımcıların % 50’lerden buralara gerileyen hisse sahiplik oranı, özellikle içinde bulunduğumuz ikinci küreselleşme döneminde dünyanın birçok gelişmiş ve gelişmekte olan piyasalarında bireysel yatırımcıların profesyonel yatırımcılar karşısında tecrübe ettiği bir süreç. Borsa İstanbul’u ve bireysel yatırımcılarımızı dünyada istisna vakalardan biri yapan ise, aracı kurumların telefon, şube ve internet üzerinden verdiği yatırım danışmanlığı ve işlem hizmetleri ile beraber bireysel yatırımcılarımızın senelik işlem hacmindeki paylarını son 20 senede ortalama % 68’de tutmalarıdır. Borsaların likiditesini veya hisse senetlerinin ne kadar sıklıkta el değiştirdiğini ölçen, senelik işlem hacminin piyasa büyüklüğüne bölünmesiyle hesaplanan devir hızına göre Borsa İstanbul bu dönemde dünyanın en hızlı piyasalarından biri olageldi. Peki yerli bireysel yatırımcılar ve onlara aracılık hizmeti veren aracılar nasıl bu kadar hızlı al sat düğmesine basabiliyorlar? Bu hızlı davranışlarına, finans ve psikoloji bilimleri ve profesyonel yatırımcılar nasıl yaklaşıyor? Bir sonraki yazımızda bu sorulara Borsa İstanbul’da cevap aramaya devam edeceğiz.
[1] Bu yazıdaki veriler Türkiye Sermaye Piyasaları Birliği TSPB’nin yayınlarından derlenmiştir.