Netflix'te, 100 yıl yaşamak: Mavi Bölgenin Sırları belgeseli
"...Tarihe bakınca malum, hijyen yokluğu, iptidai tıp, savaşlarla yoğrulmuş dünya derken yaşam süresi hep kısa ortalamada hep kısa çıkıyor. - diye biliniyor. Fakat kırsalda aslında öteden beri yaşam süresinin hayli uzun olduğu şimdilerde fark ediliyor..."
Bu sabah önüme düştü, önereyim de, doyamadım izlemeye.
Sardunya'da bir mezarlıkta açılıyor. Taşlara zoom yapıyor, doğum
1906 - 2016 ölüm. Uzun bir yaşam fakat sadece uzun bir yaşam da
değil, sağlıklı bir uzun yaşam konu ediliyor.
Bu isteğe eklemli trilyon dolarlık pazardan da elbette
bahsediliyor. Diyet, anti - aging, bioenerji, homeopati, ticari
anlamıyla 'spor', vitamin, takviye, destek, hücre yenileyici
vesaire. Bir o kadar da bunların sahteleri. Herkes içindeki uzun
(ve sağlıklı) yaşama arzusu ile bütçesinin dahilinde, arzunun
şiddeti ölçüsünde tutunuyor bunlara. Güdüler DNA'ya işlenmiş.
Hayatta kalmak istiyoruz.
Bazı dengesizlikler dikkat çekiyor. Tarihe bakınca malum, hijyen yokluğu, iptidai tıp, savaşlarla yoğrulmuş dünya derken yaşam süresi hep kısa ortalamada hep kısa çıkıyor. - diye biliniyor. Fakat kırsalda aslında öteden beri yaşam süresinin hayli uzun olduğu şimdilerde fark ediliyor. Her daim böyle imiş.
Burada tabii şu soru çıkıyor: İnsan 90'ı ve hatta 100'ü geçebilir mi?
Ötesine bile gider.
Peki insan bunu ister mi..?
Yaşım olsun 90. Denize girebiliyorsam, ormanda kısa da olsa yürüyebiliyorsam, güneşin doğuşunu ve batışını izleyebiliyorsam, rahatça da nefes alabiliyorsam neden istemeyeyim ki..? Bir filme, bir kitaba, sohbetlere ve anılara zihnim yetiyorsa ve kimseye de büyük bir yük olmuyorsam tabii ki isterim. Hepimiz isteriz. 8 milyar insan.
İstatistiklere bakınca ise bu nüfusun üçte ikisi, yani 5,5 milyar insan bu isteğine ulaşamıyor. Erken yaşta vefat ediyorlar. Önlenebilir sebeplerle yakalandıkları hastalıklar nedeniyle vefat ediyorlar. 5,5 milyar insan.
Diğer her şeyi sabit tutup savaşlar nedeniyle yaşanan ölümleri grafiklerden çıkardığınızda, bir önceki yüzyılın yaşam süresi skoru ile takip eden yüzyılın skoru arasında "ilk kez" içinde yaşadığımız bu dönemde düşüş var. Modern çağın gıdası, havası, stres seviyesi, hırsları, arzı - talebi, araba > masa > kanepe yaşam çizgisi, bol radyasyon, bol istek, bol bol hayal kırıklığı, ilişkilerde tükenme hastalığı filan neyse artık sebep, belli ki iyi gelmiyor.
Belgeseldeki araştırmacı, yazar, dünyanın en uzun süreyle yaşayan insanlarını ve insan topluluklarını ziyaret ederek bilgeliği anlamaya çalışıyor. Dünyanın bir ucu Okinawa, hemen dibimiz Ikaria, dünyanın öte ucu Nicoya vs.
Sardunya, dağ köyleri... biraz biraz hızlandırarak fasılasız izledim. İzlerken kimi yerde "Aaa aynı ebem" dedim. (Babaannem yani.) Kimi yerde annemi, kimi yerde yakın bir akrabayı izler gibi izledim. Bildiğim hayat vizyonlarını farklı kişiliklerde ve farklı dillerde gördüm adeta. Görür görmez tanıdık hissettim.
Şarkı var hepsinin hayatında. Her bahane ile müzik... Bir dışavurum, içsel terapi... Kırsalda türkü söylemeyeni bilmem.
Bedensel olarak sürekli aktif olma hali. Kendi işini kendi görmek yani. Kırsalda bu da hep vardır.
Yaş ilerledikçe önce ocağa sahip çıkılır, sonra torunlar, minikler, yün eğirme, nakış, dikiş, gençleri eğitme, masal, ekmek yoğurma, gücü kaldıysa bahçedeki otları yolma filan...Katiyen çekilmez evin büyükleri yaşamdan. Katiyen düşkün muamelesi yapılmaz. Ailedeki yeriyle, sofradaki yeri ile yaşamın içinde ve hatta odağında tutulur. Bunların çok önemli olduğunu düşünüyorum. Bu düşüncemde de yalnız olmadığımı görüyorum.
Bir de yeme - içme işleri var tabii.
Yumurta kümesten, buğday kendi ekininden, değirmen ya köyden ya bir yanındakinden. Patates sende değilse komşuda, onda olmayan zaten sende. Sula - sök - al - ver - kilere koy basitliğinde bir zincir. Tertemiz. Et meradan, balık denizden (... veya gölden - çaydan, nehirden, gerçeğinden) tüm yağlar muhteşem, bölgesine göre zeytinyağı, olmadı tereyağı, kuyruk yağı... Çiçek yağı bile olur ama hepsi ilkel ve tümü gerçek. Beslenmedeki anahtar da budur.
Mutlaka inanç ve ibadet. İhtiyaçtır, insana kendini güvende hissettirir. İçsel huzurdur, tevekkül terapidir. Sakince, baskısız, yürekten gelen, huzurlu kılan, ahlak üzerine bolca düşünmene yol olan o, bu veya şu; önemlidir.
Yaşam alanında hava muhakkak temiz. Sular kaynak, şıkır şıkır ve şırıl şırıl.
Yoğurt hep olmalı tabağında. Meyveler seçmeden, ne çıkarsa. Ekmek daima ekşi maya, turşu her sofrada...
(Bir not; karbonhidratların hazırlanmasında ekşi maya hep önemlidir. Glisemik yükü azaltan laktobasiller şeker emilimini düşürür.)
Tam tahıl, yeşillik, baklagiller, Minestrone denilen çorbanın yöresel karşılıkları. Bu da hep olur ve olmalı sofrada.
Sebze, bakliyat, biraz makarna, ot - çöp, bahçede ne çıkarsa... CRP'yi adeta temizleyen şeyler bunlar.
(Bir not daha, unutmadan. Karbonhidrat korkutucu değildir. Hangi un, hangi maya, hangi teknik? Bu üç soru önemlidir.)
Nazilli de tıpkı Ikaria gibi uzun yaşayanların, çok uzun yaşayanların memleketi. Bir enstitüsü bile kurulu bunun üzerine burada. Çıkan sonuçlar da hep ilgimi çeker, normalde mesela erkekler daha kısa, kadınlar daha uzun yaşar fakat Nazilli'de neredeyse paralel ilerler.
Burada neyin saklı olduğunu gözlemlemek için 25 koca senem oldu. İlk dikkat ettiğim hayvanlarla yakın iletişim olmuştur. Her ailede ve her hanede çobanlık var. Dünyanın diğer canlıları ile güçlü bir empati kurmayı sağlar. Neş'e verir, dahası yaşamın doğal dengesine zihni entegre eder.
Kahve, komşu, gıybet - dedikodu... İnsanlar arasında düzenli ve sahici ilişkiler var. Açık ki stresi azaltan şeyler bunlar. Stres fena şeydir. Kan şekerini ani ve inanılmaz biçimde yükseltir. İltihabı destekler.
Kırsalda da elbette de stres vardır. Sel gelir, hortum gelir, hayvanını telef eder. Ekinini yok olur, çok büyük kayıplar olur ama sürekli olmaz böyle şeyler. Sürekli stres, kronik stres şehir hayatının bir getirisidir. İnsana uygun değildir.
Çok mu moral bozdum..?
Bir ara verip 16 sene önce çekilmiş bir reklamı tekrar izleyin derim;
YouTube'da: Tariş - Levent Semerci diye aratırsanız hemen çıkacaktır.
Ben galiba aynı yıl, "Her yemekleri zeytinyağlı, ama bunun fazlası da var..." diye bir yazı yazmışım bunun üzerine.
Aklımda kalmış, aradım, buldum. Bir kez daha paylaşarak bitireyim izninizle. İlham vermesi dileğiyle...
___
Sabah 6'da mutlaka uyanıyorsunuz her şeyden önce. Işıklar yanıyor, çay konuluyor. Sabah sabah yufka açılmıyor elbette ama her ev kendi ekmeğini yaptığı için sobaların üzerinde dilim dilim ekmek kızarıyor. Kahvaltı şunları mutlaka içeriyor:
Keş. Kesik diye de bilinir. Yoğurt suyunun kestirilmesi ile yapılan yağsız bir tür çökelek... Üzerine bol zeytinyağı ve pul biber atıldıktan sonra baş köşeye yerleştiriliyor.
Tereyağı. Olmazsa olmaz... Ekmek dilimleri sıcakken kocaman parçalar emdiriliyor.
Kırma zeytin, bol nar ekşisi ile...
Yeşil biber, kıyılmış maydanoz ve domates. Bu üçü harmanlanıyor. Yağ, tuz, limon... Hepsinin yanına çay... Sütü asla içmiyorlar. Sağılan süt yoğurt olmak üzere bakır kazanlarda kaynıyor o ara. Kahvaltıdan sonra çocuklar okul yoluna çıkıyor. Anne babalar tarla, zeytinlik, ağaç budama, ot yolma, çapa, kestane derken öğleni ediyorlar. Öğle yemeğini tarlada, zeytinlikte geçiştiren pek az. Mutlaka eve dönüyorlar. Hızlıca pişen bir menemen ya da ot kavurması... Yanında koca bir tas yoğurt, cacık veya ayran... Bu saatte ekmek yemiyorlar çünkü karınları çok dolarsa çalışmak zorlaşıyor. Hafif atlatılır yemek.
Evin erkeği tarlaya dönüp kalan kırık - kırpık işleri toplarken kadınlar inekleri gütmeye çıkıyor. O tepe senin bu tepe benim üç saat kesintisiz gezinti :) Eve dönüş saati 4 veya 5... Hayvanlar ahıra bağlanıyor, kuru ot, saman, şalgam, karnabahar kökü konuluyor önlerine. İkinci sağım başlıyor. Bir saat kadar da o iş. Sonra ikinci parti süt kaynamaya başlıyor. Akşam yemeği hazırlamak için mutfağa geçiliyor.
Akşam yemekleri oldukça dolu... Zeytinyağında sebze kızartması, cevizli kesme makarna gibi 'ağır topların' yanında mutlaka ıspanak, enginar vesaire. Koca çanak yoğurt hiç ihmal edilmiyor. Mevsim salatası ile birlikte en az dört çeşitli akşam yemeği saat 7 olduğunda bitiyor. Sobada demlenen çaylar, komşu ziyaretleri başlıyor. Komşu ziyareti demek dizi seyrederken bolca meyve, kuru incir ve kabuklu cevizi patlayana kadar yemek demek :) Ara sıra tatlı... Hamur tatlıları bayramlar haricinde yenilmez pek. Mis gibi yoğurttan içine bol portakal kabuğu rendelenmiş sütlaç şu ara revaçta. Komşular karşılıklı laklak yapıp dizileri de yarıda bıraktıktan sonra dokuz buçuk gibi yatağa giriyor herkes.
Aydın tüm Ege'nin, Nazilli ise Aydın'ın incisi. Onlarca dağ köyü ile tarımın neredeyse %80'i yaylada yapılıyor. Mucizeler yaratan, Herodot'un ''ölümsüzlük şehri'' dediği bir yer burası. Ufacık tepelerini ikiye ayırsanız pasta gibi açılırlar. Bir gram taş yok toprağında.
Sularında kurşun yok, tek bir zararlı maden yatağı yok. Tüm Türkiye'nin en kaliteli su kaynakları çıkar bu dağlarda. Sanayi neredeyse sıfırdır. Cüzi miktarda araba, sıfır hava kirliliği... Tarlaların pek çoğunun yanından bir kez olsun araç geçmemiştir. Bir kez bile egzoz dumanı görmemiştir sebzeler... Eğer GDO'lu tohum denen illeti tüm Anadolu gibi buraya da musallat etmeselerdi Nazilli tek başına dünyanın en kaliteli, en ekolojik mahsulünü üretebilirdi. Nüfusun tamamı kurdun, kuşun, böceğin, çiçeğin, mantarın, ağacın dilinden anlar çünkü. Kuşaklarca sağlıklıdırlar, kuşaklarca çiftçidir bu ölmez insanlar. Beş kuşağı bir arada çalışırken görmek sadece burada mümkün sanıyorum. Yüz yaşındaki dede bayırlarda sıçraya sıçraya evine gider, ekmeğini pişirir, çamaşırlarını elinde yıkar, her sohbete katılır. Akdeniz Üniversitesi Gerontoloji Bölümü yıllardır Nazilli'de boş yere araştırma yapmıyor.
Tanrıların torpil geçtiği bir yörenin minik bir köyünde, elimden gelenin en iyisini, en doğalını yapmaya çalışarak yaşıyor ve sizinle paylaşıyorum uzun zamandır. Çocuklar adına gelen teşekkür mektupları masamın en özel yerinde birikiyor. Ne mutlu az da olsa payım olduğunu bilmek... Ne mutlu bunları yazabilmek...
19.02.2011
Nazilli, Pınar