Kardeş hatıraları ve LaLoRoPa'nın hikayesi - 3
"...Şimdi bugün düşünüyorum da iyi ki o seyahati yapmışız abim Metin Denizmen ile birlikte, iz bırakan harika zamanlar paylaşmışız..."
Metin Denizmen anısına...
Çalışanlar İçin Bir Gecede Kaybolan Hayalleri İle
Bank-Sen Genel Başkanlığından Haymatlos Günlerine (Rotterdam’da balık alırken çektiğim fotoğrafı - Metin Denizmen - Temmuz 1990)
Bir zamanlar gençlik ve öğrenci hareketleri çok yaygındı hem ülkemizde hem dünyada. İ.Ü. İktisat Fakültesine başladığım yıllar tam da 27 Mayıs 1960 askeri darbe sonrasına rastlamıştı. Fakültelerin kantinlerinde öğrenciler genelde gruplara ayrılarak otururlardı, çoğunlukla da sağcılar ve solcular olmak üzere. Ne zaman yeni çıkmakta olan bir kanun mevzu bahis olsa ya da yapılan bir eylemin haksızlığına inanılsa hemen toplanıp konvoy halinde yürüyüşler yapar, yolda sloganlar atarak protestolarımızı gönderirdik. Kamuoyu bilinçlensin destek çıksın diye mi, yoksa içimizde dinmeyen gençliğin başkaldırı ruhumu bilinmez.
Temmuz 1963’de çıkarılan sendikalar kanunu ile ülkemizde ilk defa sendikaların toplu pazarlık, grev ve lokavt hakları düzenlenmiştir. Abim Metin Denizmen çalışmakta olduğu Yapı ve Kredi Bankasında sendikal faaliyetlere başlamış, önce Yapı-Sen kurulmuş, başkanlığını deruhte etmiş, sonra DİSK’e bağlı Bank-Sen’in başkanlığında bulunmuştu. 1977-80 yılları arası, özellikle 1 Mayıs 1977 günü Taksim meydanında kutlanan İşçi Bayramında yaşanan acı olaylar sonrasında -ki o gün de Metin Denizmen konuşmacıydı- çok zorlu ve üzücü günler yaşanmaktaydı ülkemizde ve bu süreç 12 Eylül 1980’de sona eriyordu yine ordunun idareye el koyması ile...
Sendika günlerinde bir çalışma sonrası
Tesadüf o gece abim ile beraberdik, haberi dinleyince yıkılmış, çok üzülmüş ve ağlamıştı. Ertesi günü teslim olmaya çağrılanlar arasında idi. Selimiye Kışlası önünde teslim olmaya gelenler çok uzun kuyruk oluşturmuştu. Bir görevli geldi, tahmini hesaplar yaptı, 'kuyruğun buradan sonrası evlerine gitsin yarın gelsinler' dedi.
Dönmüştü evine Metin Denizmen de, ancak ertesi günü teslim olmaya gitmemiş, bir şekilde kendisini yurt dışında bulmuştu.
Aylar geçmekteydi, kendisinden hiç haber alamamıştık, özellikle babam yaşamından çok endişeliydi ve bu üzüntü onu kalp krizi ile başlayan vedasına kadar götürmüştü. Bir gün bir telefon var sizin için, acilmiş dedi sekreter, telefondaki abimdi, ilk aradığı yer ilginçtir Amsterdam’dı, parası yoktu, hemen Hollanda’da staj yapmış olduğum firmayı aradım, para temin ettirdim.
Bir etkinlikte konuşma yaparken
Sonrasında Hollanda hükümeti kısa sürede oturma izni verdi maaş bağladı, belediyeye ait ev tahsis edildi cüzi bir kira ile. Önünde o günden hiç bilemediği vatan hasreti ile vatansız yaşayacağı bir on yıl onu bekliyordu. Haymatlos olarak Rotterdam’da yaşayacaktı, ta ki çıkarıldığı Türk vatandaşlığından tekrar vatandaşlığının iade edildiği 1991 yılına kadar. Vatan hasretiyle yanıp tutuşmak, ülkesinden sevdiklerinden uzak çok zor gelmişti, döndükten sonra da bunun izlerini atlatamamıştı.
80’li yıllar ve sonrasında sahip olunan değerler giderek değişmekte idi. Bu değişimi üstat, değerli hoca Acar Baltaş “Hayatın Hakkını Vermek-Sağlıklı, Uzun ve Mutlu Yaşamak” kitabının ilk sayfalarının bir yerinde “Değişen Değerler” başlığı altında, benim de şahsen yaşadıklarımı ve gözlemlerimi de içeren, harika tespitlerle hatırlatmaktadır.
En azından bir paragrafını burada paylaşmak istedim;
Değişen Değerler
“Türkiye 1980’li yıllardan sonra fazlasıyla Amerikan kültürünün etkisi altına girdi ve bir anlamda Amerikanlaştı. Yüzyıllar boyu üç kıtaya egemen olan Osmanlı İmparatorluğu’nun birikiminden, Cumhuriyet dönemiyle evrensel değerlerle bütünleşen ve azınlıklarla zenginleşen kültüründen koptu. Erdem biriktirmekten mal ve para biriktirmeye geçti. Geçmişte mahrumiyet bölgelerinde görev yapmak, karanlığa ışık getirmek anlamına gelirken, bugün fırsatını bulup oralardan uzaklaşmak önem kazandı.
Başkalarının yararını gözetmek önemli olmaktan çıktı, kendi çıkarını toplumun çıkarının üzerinde tutmak doğallaştı. Olmak yerine görünmek, göstermek ve gösteriş yapmak önem kazandı. Fakirlik; aptallık, beceriksizlik ve tembellik sayılmaya başladı. Bu duruma yol açan fırsat eşitsizliği ve gelir dağılımındaki adaletsizlik bütünüyle görmezden gelindi.”
İnsanoğlu öncelikle gıdasını, giyimini, barınağını temin ettikten sonra hep daha iyiye kavuşmak, konforlu bir hayat yaşama mücadelesi içinde olmuştur. Toplum içinde bazı girişimci farklı kişiler yönetim erkinin içindeki ilişkileri de kullanarak daha fazla güç ve para sahibi olmuştur. Bazı ülkeler kuvvetlerini emperyalizm güdüleri ile daha çok zenginleşmiştir. Batıda başlayan sanayi devrimi, sonrasında gelen Kapitalizm ve Neo Klasizm ile bu ülkeler giderek daha çok zenginliğe ve güce kavuşmuş, bu da kendilerinde diğer ülkelerle ilgili projeler tasarlama gücü vermiştir.
Güç dengesinin yükseğinde oturan ülkeler, zenginliklerini de kullanarak projelerini uygulamaya geçirme yöntemlerini araştırıp bulurken, kapitalizmin hayata getirdiği şirketler de “Talep Yaratma” projelerini uygulamaya koymuş, teknolojinin gelişimiyle de görsel ve yazılı medya, sosyal medya kanalları ile insanoğlunun özellikle sağlıklı olma ve güzel görünme yönündeki hassasiyetini kullanarak, mal ve hizmet ürünlerine bol miktarda talep yaratmışlar ve fiyatları da kendi faydalarında kontrollerinde tutmuşlardır.
Yaşadığımız dünyada insanoğlunun istekleri sonsuzdur, ancak dünyanın kaynakları bu istekleri kesinlikle karşılayamayacak kadar kıttır. Kaynaklar proje üretip uygulama alanları sağlayanlara, talep yaratanlara, zenginliğe ve güce akmaktadır. Daha çok proje, daha fazla talep yaratma, daha çok zenginlik, güç hırsı ve doyumsuzluk insani ilişkilerin saygıya, nezakete, sevgiye, zarafete dayandığı güzel yaşamların giderek perde perde sönmesine neden olmaktadır.
Tüm dünya ülkelerince gerekli önlemler alınmadığı takdirde, yaratılan gelirin adil bölüşümü sağlanmadığı sürece başta iklim krizi, kuraklık, yakın gelecekte muhtemel su ve gıda savaşları ile gelecek nesillere nasıl bir dünya bırakılacaktır bilinemez.
Dünyamızın bazı ülkeleri için hazırlanıp uygulatılan emperyalist projeler ancak, toplumların zihinsel ve ruhsal köleleşmekten kurtulmuş, sorgulayıcı düşünce, bilgi ve merak sahibi olmaları ile bir dereceye kadar önlenebilir.
Şimdi bugün düşünüyorum da iyi ki o seyahati yapmışız abim Metin Denizmen ile birlikte, iz bırakan harika zamanlar paylaşmışız.
Hayatın akışında hiçbir şeyi ertelememek lazım, zaman geri sayılamıyor ki. Nazım Üstadın “Karlı Kayın Ormanı” mısralarında sorduğu gibi, “yıldızlar mı, gençliğim mi daha uzak”. Yıldızlara bir gün gidebilecektir insanlık ancak gençliğine, asla!
Metin Denizmen anısına, onun bir şiiri ile koyalım noktayı:
Rüzgarın Getirdiği
Dün gece, yosun kokulu
Bir rüzgar getirdi seni bana,
Seni kokladım, yoksul evimin penceresinde
Sabaha dek.
Sapından kopmamış, dağ çiçekleri gibi
Buruk buruk, taze tazeydi kokun,
Ve belki de Sen dün gece,
Benim kaderimde bir noktaydın,
Sondun,
Yıldızlar parıldamasın artık
Güneş, gökyüzü,
evren neme gerek
Bundan böyle bütün türkülerinde
Rüzgarların,
Adımız geçecek.
Dudaklarımda tanrı yoktu,
Yatmıyordu kollarında aşkım,
Korkmuştum.
Dün gece yosun kokulu
Bir rüzgar getirdi seni bana
Affet beni, yüz kere bin kere affet!
Unutmuştum…
Metin Denizmen
24 Ekim 2023
Heybeliada