Güzellik kurtaracak
"...Şu bahar rahat kalalım. Öyle güzel bir hava ki... Çimen, çiçek, mavi gökler, güzel kokular... Sevgi dolu bir masa ile bu döngüye biraz ara verelim benim dileğim. Hedefim. Beklentim..."
İlkten marul kesadını anlatayım. Bu bir dönemin adı. Yani kışlık
sebzelerin kendini saldığı, artık finale yaklaştığı, yeşerme -
filizlenme - kararma gibi "Al beni toprağa dik, ben yeniden doğmak
istiyorum" sinyallerini verdiği dönemin adı. Öbür elde ise henüz
tam gelişmemiş yaz sebzeleri var. Arada şöyle bir nefes aldıran az
az domates, bakla ve yavaştan salatalık gibi yaza göz tırpan
tazecik yeniler olsa da bu geçiş mevsimine tahammül etmek, normali
(de) ayırt edip görmek lazım.
Tohumunuz gerçek, dikiminiz anam - babam usulü ise bunlar
doğaldır, bunlar bu mevsim olur. Özetle elinizdeki ürün
doğurganlığı bitmemiş sebzedir, hububattır. Panik yok, doğaldır. :)
Keserek ve ayıklayarak 2 - 3 hafta idare edeceğiz şimdi. Sonra
bahardan yaza, sırasıyla, bütün meyveler ve sebzeler yenilenecek.
Her şey iyi gözüküyor. Çıtır çıtır, çok çok lezzetli, bol bereketli
bir yaz geçireceğiz.
Hava şimdi şahane. Gözlerim gayet normal, her şey tamamen geçti. Kıştan bahara çıkarken, kan değerleriniz iyi ve sağlığınız da uygun ise kan bağışında bulunmanızı veya alternatif yöntemleri değerlendirmenizi tavsiye ederim. Yenilenmedir. Faydalıdır.
Minik minik notlar ileteyim.
Birincisi sağa da dönsem, sola da dönsem, önüme de baksam, ardıma da baksam; ne zaman bilgisayarı açsam veya telefonu elime alsam bana sürekli bir şeyler satılmaya çalışılmasından, empoze edilmeye çalışılmasından, manipüle etme çabasından sıkıldım. Sürekli, hiç bitmek bilmeyen ve artık iyiden iyiye gına getiren bütün pazarlama faaliyetlerinden sıkıldım.
Ne istediğime, nasıl ve ne zaman istemediğime karar veremeyen bir aptalmışım muamelesine döndü bu. "Reklamın varsa ben yokum" gibi bir sloganın doğacağı, "Bana bir şeyi zorla satmaya çalışıyorsan inadına almayacağım" hareketinin başlayacağı çağı bekliyorum diyeyim. Bu, işin ağır ama hafif denilebilecek bölümü. İkincisi var ki o çok daha feci...
Sürekli kendi normalimizden uzaklaşıp bir başkasının (aslında ona da ait olmayan) fikirlerinin anarşisine uğruyoruz. Tacize uğruyoruz. Bu tacizin sonucunda kendimiz olmadığımız, olamayacağımız, üzerimize uymayan bir elbiseye zorla giriyoruz. Tatilimiz. Seveceğimiz kişi. Yüzüne tükürmek isteyeceğimiz kişi. Okuyacağımız kitap. Beğenmezsek lince uğrayacağımız film. Mutlaka sevmek zorunda olduğumuz müzik. Dayatılıyor. Sen kaçmaya çalıştıkça daha çok karşına çıkıyor ki bir aşamadan sonra ya içinde olduğun toplumdan dışlanacaksın, ya da zorla, sana dayatılan kalıba oturacaksın gibi bir durum oluşuyor.
Bu mekanizmanın bir aritmetiği, aritmetiğin de çok zamandır hesaplanıp formüle edildiği belli. Kestiremediğimiz tek şey sonucu ki kötü sürprizler olmasın umuyorum.
Diğer konu "daha, daha, daha..." konusu.
Daha çok, daha büyük, daha süratli, daha ağır, daha yeni, daha lüks, daha pahalı...
Hedefleri bunlar üzerine kurulu bir şeylere dönüştük. Erdemler filan, onlar uçtu gitti. Yardımseverlik, paylaşım, dostluk, yarenlik, emek, hatır, gönül, ahlak, etik vs. Bunları hatırlamaya çalışmak bile "boomerlık" oldu. Olmadı Ramazan konseptli meşrubat reklamlarına meze oldu. Eş, dost, aile, büyükler, adetler, yardımlaşmalarımız filan... Bazen gerçekten kötü bir şey olduğunda önce diyorum ki "Aaa bak, halen buyuz, böyleyiz, ne iyi..." Sonra güzel başlayan her şey gibi atomlarına ayrıldığını görüyorum. Yeni yapılara kavuşuyor. Bu yeni yapılarda sahte kahramanların sesi gerçek gönül insanlarının sesini bastırıyor. Motivasyon sebepleri farklılaşıyor. Her şeyin tadı kaçıyor.
Şanslı isek 80 - 85 sene yaşarız. Bunun bir yarısı hay huy içinde geçiyor. Bir çeyreği de uykuda gidiyor desek yemek, içmek, okumak, öğrenmek, aile kurmak, üremek, çocukları büyütmek, iş, emek, çaba ile bezeli kalanı da rüzgar gibi uçuyor. Kalan iki parça şeyde de sakince uyanmak, güzel bir kahvaltı, taze bir çay, iki sohbet, biraz doğa yürüyüşü, eş - dost ziyaret... değil; arşa çıkmış bir adrenalin içinde, çarka girmiş hamster gibi haldır huldur koşmak "mutlu yaşam hedefi" oluyor. Parmakla gösteriliyor, "Sen de koş, aynen öyle koş".
Deli olduk. Çok yorulduk.
Şu bahar rahat kalalım. Öyle güzel bir hava ki... Çimen, çiçek, mavi gökler, güzel kokular... Sevgi dolu bir masa ile bu döngüye biraz ara verelim benim dileğim. Hedefim. Beklentim.
Son konu. İnanılmaz güzel yağmurlar yağdı. Hava sıcak gitse de yağmurlar toprağı doyurdu. Yaz aylarında ciddi bir bolluk bekliyor bizi. Sebze de, hububat da oldukça iyi durumda. Zeytin ağaçları da çok güzel çiçek tuttu. Stok yapmak ile kendinizi hırpalamayın, yeni sezonu bekleyin derim. Dereler gibi akacak gözüküyor. :)
Zeytinyağında bu sene inanılmaz bir sene yaşandı, yıllar boyu anlatılacak fiyat olayları yaşandı. Aklı başında markalar litredeki fiyatı 350 - 450 arasında tuttular. Ederi de zaten oydu. Yalancılar ise daha önce asla cesaret edemedikleri seviyelerde coştular. "Benim zeytinim özel mi özel, güzel mi güzel, bastı mı gaza, gider mi gider..." diyen her pazarlamacı, en az bir duvarını da "Dünyanın en süper zeytinyağı" ödülleri ile bezedi. Onlarcası, yüzlercesi, belki bin tanesi... Dünyanın bütün ödülleri Türkiye'yi buldu. Üstün lezzet ödülü, üstün kalite ödülü... herkes aldı. Dünya bize şapka çıkardı demek isterdim, fakat diyemem, alay konusu olduk.
İyi haber şu... Eskisi kadar keriz silkeleyemediler bunlar bu sene. Pek üzgünler, duyuyorum. Bunda minicik bir payım bile varsa ne mutlu bana.
Bir konu daha... Tabii, restoranlar. Anlatmak bile sıkıyor. Sofraları, tencereleri, olmadı eli yüzü düzgün sandviçleri evinizde kendiniz yapın. Çıkın dışarıya sonra, hayatın tadını alın. Banklarda, parklarda, ağaç altlarında, kalabalık meydanlarda, nerede canınız isterse orada düzgün gıdanızı alın. Bütçe olarak da, beden olarak da kendinizi yem yerine koydurmayın.
Pandemi sonrasının beklenen dalgası elbette enflasyon idi. Beklendiği gibi de dünyanın her yerini az veya çok vurdu. Rekor bizde şüphesiz. Kırmızı çizgimizin olmadığı bu feci enflasyon olayı, bir yanda da çok ama çok büyük bir oranda kaliteyi vurdu. Gerçekliği vurdu. Dağ - taş sahte ürünler ile doldu. Nereye baksanız Bal TV...
150 Lira'ya elindeki 'kısıtlı ölçüde' tereyağını sizlerle paylaşmak isteyen dost süt üreticileri mi ararsınız, yoksa deprem bölgesinden altın kalpli ama dolandırıcı zihniyetli kadın girişimcileri mi..? Bölgeden bizzat bildireyim isterim, Antakya'da enkaza dönen, sonrasında üç kuruş paraya el değiştiren depolar şimdi birer sahne dekoru oldu. Adana'dan mal getirip bunun önüne yığıyorsun, "Deprem bölgesi üreticisi" olarak vicdanlara oynayıp paranı katlıyorsun. Yepyeni bir sektör doğdu. Olan gerçekten o bölgede bir şeyler yapmaya çalışanlara oldu ki ben henüz bir tanesinin bile "Deprem bölgesi üreticisi" etiketiyle bir şeyler satmaya çalıştığını görmedim. Böyle bir şeyi aklından geçirdiğini bile görmedim. Gururlarına yediremezler, bölge insanını çok çok iyi bilirim. Çakma mağdurlara lütfen yem olmayın, güzel insanların başlarına gelen felaketi de bunların sömürmesine sebep ve destek olmayın. Lütfen. Oldukça önemli bir konu.
"O kadarını da yapmazlar" diyeceksiniz. Maalesef bunu diyeceğiniz her dolandırıcılık bugünün değil dünün konusu. Buz kalıbından jeton yapıp Almanya'nın otomatlarını dolandıran (ve bunu üç kuşak gururla anlatan) toplumun son kuşağı; Y kuşağı, Z kuşağı... neo ufukları çoktan keşfetti ve öteye geçti. Yumurtayı b.ka bulayıp satan köylü teyzeler dünün gerçeğiydi, bayrağı devralan torunlar bu konsepti sosyal medya kampanyasına çevirdi. Sosyal medya ise özetle şudur: Kamerayı kandırırsan herkesi kandırırsın. Kamerayı kandırmaktan kolay bir şey de yoktur.
Yetmez gibi buna eklenen modalar... Tılsımlar, bileklikler, ....pik boyalı sahte sirkeler ile 162 hastalığa birden kafa tutanlar, saçma sapan üniversitelerin saçma sapan bölümlerinden aldıkları kurs sertifikaları ile tıbbi hastalıklar üzerine söz söyleme hakkını kendinde bulanlar... 200 ülkede 24 saat çalışılan kanser gibi hastalıkları sarımsak ve limon suyu ile (7 şişe alana 2 şişe bedava kampanyası eşliğinde) çözenler. Konu komşu, biri değilse öbürü, hepsi bunlara dönüştü ve her yerdeler. Aksaray'da kırk yıldır tanıdığımız tellak teyze hamamı bırakıp yeni denizlere yelken açtı. Evlere kurşun dökmeye gidiyormuş şimdi, "hamamdan bir ayda aldığımı üç günde alıyorum" diyor. Ağzımız açık dinledik.
Sanki birileri birileri dünyayı iki eliyle tuttu, salladı, bıraktı ve her şey altüst oldu. Tutunmaya çalışan az sayıda insan kaldık. Anlatmak ve aktarmak zorunda biz kaldık. "Yesinler birbirlerini" deyip çekilince sorun kaybolmuyor, katlanıyor, daha da büyüyor. Nihayetinde senin de kapının önüne yığılıyor ki üzerine basmadan adımını atamıyorsun.
Sofralarda bir araya gelelim, bunları konuşalım, paylaşalım, çoğalalım derim.
Herkese mutlu bir Ramazan dilerim.