Devlet okulu - özel okul
"...Akademik başarı temel vaattir ve bu pencereden ele aldığınızda yanıt oldukça nettir. Kreşten başlayan özel okul yolculuğu ile üniversite sınavlarına giren çocukların %90'ı, bu sınavlarda öyle pek de başarılı olamıyorlar..."
Konu özel okul. Herkesin düştüğü kuyu. Akraba, arkadaş, ben,
torunlar...
Hiç düşünmezdim aslında. Hiç de istemezdim, ve hala da
istemiyorum.
...fakat işin içinden çıkmanın zorluğunu da elbette biliyorum.
En iyisi baştan başlamak.
Ben safkan devlet okulunda okudum. Komple. Yani en küçükten finale kadar her kademede.
Annemlerin başını göğe erdirecek bir öğrenim hayatı olduğunu söylemek güç. Gerçi ben hep böyle sanırdım da yaş kemale erdi dediğim şu gün baktım ki aslında annemlerin ufkunu aşacak kadar şey öğrenmişim bir yanıyla. Başlarını göğe erdirme vazifesi abime nasip oldu hep ve işte onun bile bilmediği şeyleri öğrenmişim fena halde. Fesat kız kardeş gibi yazmaya başlayacağım bölüm de budur. :)
Ağabeyim, ailemdeki çoğu ferdin, sanıyorum ki 20 kadar kuzenimin mezun olduğu İstanbul Erkek Lisesi'nde okudu. Esasında o da bir devlet okulu, fakat konservatifliği bugünün kolejlerine eşdeğer kalibrede bir okuldu. Nezih, klas, bambaşka bir dünya... Bugün dahi, olabilecek en kel alaka ortamda, bir İEL mezununu kurduğu ikinci cümleden tanırım ve anlarım. İddialıyım.
Ancak "seç" derseniz, ben düz devlet okulundan yanayım.
Okulu okul yapanın duvarı, bahçesi, sırası olmadığı zaten yaygın kanı. İskenderpaşa İlkokulu'nda başlayan tahsil hayatımın beni sürüklediği Hüseyin Cahit Yalçın, sonrasında Esentepe Ortaokulu, oradan Beşiktaş Kız Lisesi ve nihayetinde de üçüncü sınıfında arka kapısından kaçtığım İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi yaşatarak öğretti bana bunu. Son kapıdan çıktığın saniyede yeni doğmuş bir tay gibi ayaklarının üzerinde durup koşmaya hazır mısın? Hazırsan, işte okulu okul yapan şey bu.
On beşinci yaşı ile otuz beşinci yaşı arasını Netflix'e 8 sezon 64 bölüm satabilecek herkesten benzer cümleleri duyarsınız. :)
Hatayı da galiba yine bu dönemin ürünleri olan bizler, bu cümleyi kurmayı kendine hak görenler yaptık. Her birimizi er meydanına çok güçlü çıkaran devlet okullarına sahip çıkmadık. Çocuklarımızı çektik, ilgimizi çektik, mahalleli arasındaki ilişkileri askıya aldık ve bir kopuş yaşandı, kaçınılmaz. Bir kopuşu biz yaşattık.
Güven kaybının etkisi var bunda. 'Çocuğum için en iyisi...' kafası var. Yabancı dil, şu bu... Kastık da kastık. Ayrıcalıklı bir hayat, hijyen, güvenlik derken sen - ben - biz - siz, çocuklarımızı gerçek dünyadan soyutladık ve boy boy fanustan beğendiğimizin içine kapattık. Oluşturduğumuz kafa yapısına rağmen devlet okullarının kimi varlığını ve iddiasını uzunca devam ettirdi. Direyetlerine şaştık fakat onlar da gitti. Kenar - kıyı, artık uğrayanı olmayan sahil beldelerinin köhnemiş yazlıklarına benzedi. Mahalleleri tarafından reddedilen, rağbet görmeyen, duyusal ve bilişsel etkileşimden izole okullarımız boş kalınca kaçınılmaz olarak farklılaşma yoluna girdi.
'Elden gitti' diyeceğim, dilim varmaz...
Bir geri dönüşüm yaşamak zorundayız artık. Güçlü bir his. Güçlü bir gerçek
Her şeyden önce devlet okullarında okumak, bilabedel okuma hakkından faydalanmak demek ki gelişen şu ekonomik şartlarda herkes için ciddi bir kaynak bu. Kreşten başlayarak hesapladığında özel eğitimin maliyeti yuvarlak 100.000 Dolar ki taban rakamdır bu. Okul gezilerini, okul yemeklerini, okul formalarını, pikniklerini, kitap setlerini, özel günlerini filan dahil etmiyorum. Hepsi havalimanı tarifesi.
Fakat ekonomik kaynağın ötesindeki sebepler daha da güçlü.
// "Köhnemiş eğitim teknikleri, kalabalık sınıflar, vasıfsız eğitmenler, olanaksızlıklar, ilgisizlikler..." filan derseniz üzülürüm.
Karşılıklı başarı ile, destek ile, sağlıklı etkileşimler ile, gösterilen özen ile her ilişki değişir ve her şey gelişir.
...güller de açar, biliyoruz. O halde bunun altından gidelim. //
Özel okullar, vaad ettiklerini, çocuklara kazandırabiliyor mu? Kazandırıyor mu?
Akademik başarı temel vaattir ve bu pencereden ele aldığınızda yanıt oldukça nettir. Kreşten başlayan özel okul yolculuğu ile üniversite sınavlarına giren çocukların %90'ı, bu sınavlarda öyle pek de başarılı olamıyorlar. Buna rağmen eğitim, dünyanın başka hiçbir ülkesinde bizdeki hızla özelleşmiyor. Bu bir çelişki. Veliler hem medyada, hem sosyal medyada bazen gerçek, bazen gerçek olmayan tablolarla, kulaktan kulağa iletişim yoluyla çocuklarını özel okula göndermek için şartlanıyorlar. Ben de diyeyim, 'gönderin', fakat;
...kızımdan, torunumdan ve bunların arkadaşlarından tespit ettiğim şudur:
Evet çocuğum çok zeki. Çocuklarımız çok zeki ama sanki bize dönüşler biraz fazla abartılı gibi..?
Prensesler ve prensler. Her biri. ???
Küçücük başarıları bile sınıfça alkışlanan, elimize periyodik olarak ne denli başarılı olduklarına dair tablolar yollanan, notları 'epeyce' yüksek gelen seçilmiş çocuklar ve torunlar... Hepsi..? Bunda bir tuhaflık olabilir mi diye düşünmeye başlayınca müşteri muamelesi görerek eğitim almak, suistimale ve hatalara açık olmak; nihayetinde asıl hedefin yatırımın karşılığını almak olması, bunun yolunun da veliyi mutlu etmek olması, öğrenciye 'buraya bayılıyorum' dedirtmek olması gibi kuşkular oluşuyor mu... ....oluştu elbette hepimizde.
Sonra da şu oldu: "Aman" dedik, "çocuk mutlu". Düzeni müzeni... Zararlı düşünceleri o saniye aklımızdan silkeledik, perdeyi çektik.
Devlet okulunda bu olaylar nettir. Bilirsin. Öğrencinin başarısı ne ise karnedeki notuna bakarak görebilirsin. Çocuk da görür bunu, bilir, velisinden bile iyi görür ve bilir çünkü bizzat içinde yaşar. 'Karnesindeki notu kendisinin belirlediğini' bilir. Çalışır. Çalışmak zorunda kalır. Çünkü şunu da biliyor ki elindeki tek kart bu. Küçük başarıları abartılmaz, pışpışlanmaz, annesi - babası mutlu olsun diye eve övgü dolu tablolar gönderilmez. Yükseğe çekilen bir çıtayı var, her gün karşısında görüyor, ne yapacak, çalışacak?
İyi bir şeydir. Doğru bir şeydir. Bu yaklaşım (çoğunlukla) daha çalışkan ve daha başarılı öğrenciler yetiştirir.
Feci derecede zeki bir grup çocuğu ağdan tespit edip zincirine transfer eden, bu çocukların başarılarını da "Boğaziçi'ne 30, ODTÜ'ye 50 öğrenci bizden" diye afişe eden PR'lar bir yana bırakılırsa akademik tablolar herkese açıktır. Bunların ötesi de vardır.
Devlet okullarının sunduğu ortam mütevazıdır. Ekonomik olanaklar kısıtlıdır ve bunların birleşiminden ortaya çıkan binbir farklı çözümsüzlüğün her biri çocuğu 'daha kolay veya daha zor olacak geleceğine' hazırlamak konusunda eşsiz birer deneme alanıdır. Alışma sahasıdır, uyumlanma sahasıdır. İmkan darsa çocuk esnek olacaktır, yaratıcı olacaktır, başka şansı yoktur çünkü. Realist olacaktır. Yaşadığı (ve içinde yaşayacağı) toplumun temel sorunlarını ta en başından beri algılayabilen biri olacaktır. Kavrayabilen biri olacaktır. Mücadele edebilen, çözen (bazen de çözemeyen), direnci yüksek bir birey olacaktır.
Buna gladyatör talimine ihtiyaç var mıdır?
70'lerden, 80'lerden ve 90'lardan fersah fersah ötede vardır.
Evvelinde beş - on yıllık, düne kadar belki üç - beş yıllık planlamaları rahatça yapabilen ve geleceği şöyle ya da böyle görebilen herkes bugün "2026'da dünya?" sorusunu duymaktan bile korkar halde. Yaşıyoruz.
Elektrik olacak mı 2027'de..? Açlık, kıtlık, savaş ve susuzluk mu bizi beklemekte? Hiper - süper - ultra enflasyon? Toplu işten çıkarmalar?
Koşullar zorlaştığında hangi ortamdan çıkacak çocuklar daha kolay uyum sağlayacaklar?
Enseyi karartmadan bak ya da geleceğe, bugün gibi, belki biraz iyi, belki biraz kötü, bin yıldır olduğu gibi de...
Çocuk kiminle iş yapacak o gelecekte?
Kiminle iş kuracak? Ortaklık kuracak?
Endüstriyel tasarım yapacak ama kime yapacak? AR-GE'yi kimin için yapacak? Ürünü kime pazarlayacak? Tıbbi tedavilerde rol oynayacak tamam, peki karşısındakiler kimler olacak? İnşaat yapacak, kimler oturacak? Hedefi - odağı ne olacak?
22. yaşına kadar koruya - kollaya getirebiliyorsun çocuğu.
23'e bastığı gün kaçışı yok artık. Karşısında kimler olacak?
"Hiç tanımadığı bir toplum"; vermek istediğim yanıt değil.
- di. Şimdi ise bunu toparlamaya çalışıyorum.
Kızım İpek'e bakıyorum. Beyaz bir peçete kadar korunaklı. Bir melek. Dünya hakkındaki fikirleri, insanlar ve insanlık hakkındaki fikirleri öylesine pir-u pak ki çok korkuyorum. Abime bakıyorum. Bir insan hem bu kadar zeki / akıllı / kültürlü olup hem de bu kadar... ...temiz gönüllü, temiz fikirli olabilir mi sorusuna "evet" yanıtını ürkerek buluyorum. Karmaları korur inşallah. Öylesi bir çelişki.
Otoparklarda, telefon dolandırıcılıklarına kurban gidip arabaların altına poşet içinde milyonlar bırakan profesörler geliyor aklıma, bundan korkuyorum. Hiç görmeden ve hiç yaşamadan; kötülüğün, kötülüklerin, yalanın, dolanın, hilenin, dolandırıcılığın böylesine yaygın olduğu bir dünyaya adım atmak ne kadar korkunç bir zaaftır, bunun sonuçlarını düşünüyorum.
Hangisi doğrudur?
Olmaz deme, olabilir. Nasıl atlatırız diye düşünüyorum. Kızım bambaşka bir dünyanın çocuksu temiz iç yapısına sahip, kocaman bir beyni var evet, fakat kötülük yolunda sıfır tecrübeye sahip. Bunu nasıl aşabileceğimi bulmaya çalışıyorum.
Oğlum & kızım...
Abim & ben...
Boomer'dan Z'ye dört farklı kuşakta teşhis ettiğim farkları, elbette ki dünyanın farklılıklarla zengin ve renkli olduğunu, kıymetli ve değerli olduğunu bilerek tartıyorum. Dört yanda savaş, göç, borç... Belli ki hayal edemeyeceğimiz karakterler ile yakın ilişkiler bekliyor her birimizi. Sokaklarda kendini korumayı bilen, pratik çözümler ile anlık kararlar verebilen, dünyayı dört kez çözüp hayatı 40 kez çözümlemiş kafalar daha geçerli olacaklar sanki. Demedi demeyin, aslanlarla dövüşüyor olacaklar bizim çocuklar. Kapıdan esen ufacık rüzgarda yelek giydirmek ne kadar hata ise akvaryumda bir balık gibi sadece kendi türleri (!) ile yetiştirmek de o denli hatadır.
4 yaşında okula başlamış 22 yaşında bebekler yetiştirmesek iyi olacak. Nerden dönsek kardır.
İğneleri kendimize, çuvaldızı başkasına şeklinde bir mücadele ve fikir çarpışması yaşadığımız aile günümüzden kalanlar böyle.