Cumhuriyet!
"İşte Atatürk bu yangın yerinden çıkar. Ancak çıkışı akıl ve bilim iledir. Bu minval üzere savaşım verir ve yeni bir devlet, yeni bir toplum inşa eder..."
17. yüzyıl, hatta 16. yüzyılın sonlarından başlayarak Osmanlı’da
Nizam-ı âlemin ufku kararmaya başlar. Yeni yüzyıl boyunca da bu
uğursuzluklar devam eder. Osmanlı orduları artık sınırlarda
hırpalanmaktadır. İlk ciddi ve büyük kaybını da yüzyılın sonunda
(1699 Karlofça)’yla yaşar. Ne yazık ki, Osmanlının nizam-ı âlem
deyip üzerine titrediği nizam sarsılmıştır.
Osmanlıda ‘Nizam-ı âlem’ bir tepe ve denge noktasıdır. Burada her şeyin şahikası yaşanır. Bu nizam aynı zamanda devamlı bir cihat ve fütuhatı öngörür. Nizam-ı âlemin özünü ve esasını teşkil eden Osmanlı ordusu bu tarihlerden başlayarak 20. yüzyılın başlarına kadar her geçen on yılda güçten düşer, pozisyon kaybeder, giderek tükenir. Ülke aydınları, devlet ricali bu durum karşısında harekete geçerler ve devlete layihalar sunarlar; kusur ordudadır, ordu yenilenmeli ve küffarın ordusu gibi olmalıdır. Nizamı âlemden uzaklaşılmıştır, süratle ‘eskiye irca’ (eskiye dönüş) olunmalıdır.
Oysa yanı başındaki dünya (Avrupa) bu yüzyıllarda hızla değişmektedir. İnsanlar önlerine akıl ve bilimi koymuştur ‘Reform’u, ‘rönesans’ı, ‘aydınlanma’yı yaşamaktadır. Avrupa’da bu akıl çağı yaşanırken, Osmanlı bu gelişmelerden habersizdir; içeride İnsan beyni “Ulemanın” rahle-i tedrisinde burulmaktadır. Medreselerde akıl haram sayılmış, akli bilimler yasaklanmıştır. Osmanlı ve insanı kendini derin bir kuyuya hapsetmiş gibidir. Ayrıca yönetim akıllı ve zengin insandan korkmuş; bunları hanedanlık için tehlikeli görmüş ve tehdit unsuru olarak algılamıştır
Pek doğaldır ki, böylesi bir yapının akıl ve bilim üretmesi beklenmez. O kafasını kuma sokmuş bir halde fesat, sefahat ve entrikalar içinde yüzyıllar geçirir. Avrupa bu süre içinde büyür, gelişir, ilimle irfanla aydınlanır, zenginleşir ve Osmanlı’nın hiçbir zaman galebe çalamayacağı ve erişemeyeceği bir güç olur. Osmanlı artık bir hasta adamdır. Sömürgeci ve emperyalist Avrupa Osmanlıyı da biçimler; onu öncesinde yarı sömürge, sonrasında da sömürge haline getirir. Dünyanın ilk büyük paylaşımında da bu emperyalist güçler tarafından ipi çekilir. Bütün ordusu dağıtılır, bütün ülkesi paylaşılır.
İşte Atatürk bu yangın yerinden çıkar. Ancak çıkışı akıl ve bilim iledir. Bu minval üzere savaşım verir ve yeni bir devlet, yeni bir toplum inşa eder. Bu yüzdendir ki yeni Cumhuriyet şeyhler, müritler diyarı olmayacaktır. Bu sebepledir ki, “O”; cehaletin, akıl ve bilim yoksunu güruhların, çıkar ve menfaat kodamanlarının en büyük düşmanıdır ve bu hep olacaktır. Savaş akla karanın, bilimle hurafenin, aydınlıkla karanlığın savaşıdır. Bin yılın sonunda böyle olması gerekiyordu ve böyle oldu.
Oysa Atatürk Osmanlıyı zemmetmemiştir. Osmanlıyı kendine hedef almamıştır. Osmanlı için sevgiden ve saygıdan başka kini ve intikamı olmamıştır. Kaldı ki kendisi de bu hamurun evladıdır ve bir Osmanlı paşasıdır. O, hurafelerin değil, akıl ve bilimin insanıdır. Bu dünyayı terk ederken bize mirası akıl ve bilim olmuştur.
Osmanlıdan geriye büyük bir ekonomik yıkım ve koskoca bir cehalet miras olarak kalmıştır. Esasen Osmanlı kendi kendini bitirmiştir. Bu tükenişte hırsın, cehaletin ve ruhbanın (İlmiye sınıfı ve dinci esnafın) günahı çok büyüktür.
CUMHURİYETİMİZ KUTLU VE DAİM OLSUN!