Sizden Gelenler

Bir zamanlar Kuzey Denizi limanlarında...

"Seyahat mutluluk hormonudur, sağlıktır, biriktirelim, fon ayıralım, planlayalım, moral için sağlık için, biriktireceğin anılar için..."



Gerek yaklaşık yarım asırlık deniz yoluyla yük taşımacılığı işindeki ( Shipping Business) yaşantımda, gerekse bambaşka nedenler ve geziler beni çoğunlukla Kuzey Denizi etrafında toplanmış ülkelere götürmüştür. Zaman zaman tüm görselliklerle dolu anılar, gelir film gibi geçer gözlerimin önünden...

İşte bugün öyle bir gün, adanın poyrazında, çam ve yosun kokuları arasında, dalmışken ufuk çizgisinin ötesine... Dedim ki dijital teknoloji böylesine ışık hızı misali gelişirken, benim görselleşmiş anılarımı da bir videoya çekmeli beynimle bağlantı kurarak… Uzak hayal ama neden olmasın ki…!

Önce Hollanda, hem de bir yıl, liman gemi acenteliği, forwarder’lık ( nakliye) , stevedoring (yük gemiye yükleme boşaltma) gibi konularda stajyerlik, sonra Londra ve diğer İngiltere limanları, Danimarka, İsveç, Norveç, İskoçya derken bir büyük çalışmanın eseri olan kitap düştü şu an belleğime; “  Güneşi Hüzünlüdür Kutup Denizlerinin”  isimli. Ne çok seyahatler yapmış, hatta balina avcılarıyla sefere çıkmış, uzun yıllarımızı paylaşmış olduğum Kaptan Oktay Sönmez tarafından yazılmış olan. Yaşarsanız kuzey denizlerinde, ruhunuz sizi bambaşka diyarlara götürürken zaman zaman dersiniz içinizden nasıl da hüzünlü, hüzün verici denizler diye.

Bugün Kopenhag’dan başlayıp yine Kopenhag’da biten, biraz da maceralı birkaç gün içine sığdırdığım bir gezimi anlatmak istiyorum. Kopenhag’a ilk gidişimde 70’li yıllarda moda olan, yünü içinde bırakılarak koyun derisinden yapılan, adına sheepskin dedikleri palto ve mantolar vardı. Küçük kardeşim bir arkadaşı ile bunun ticaretini yaparken, bir gün heyecanla yanıma geldi: "Abi müjde İsveç’ten ürünlerimize talep var, hemen gider misin görüşmeye? "

Tabii, hem de hemen, ben ne anlarım sheepskin işinden dememe kalmadı, yanına İngilizce anlayan genç bir Özbek asıllı Kapalıçarşı terzisi de vereceğiz deyince, bana da ilginç geldi konu ve kabul ettim. Bir de bana kartvizit bastırmış, fiyakalı bir kart, “Umut Export Sales Manager” ( satış müdürü)…!!! 

Kopenhag’da şirin bir liman; Nyhavn

Gençler bilmez ancak belli yaşın üstündekiler çok iyi bilir ki bir “ Türk Parası Koruma Kanunu “ vardı. Hükümete ulusal paranın değerindeki dalgalanmayı engelleme yönünde cezai nitelikte yaptırımlarla desteklenen düzenleyici karar alma yetkisi tanıyan kanun, yanında çok kısıtlı döviz taşımaya müsaade ederdi. Gemi navlununu yurt dışına transfer etmek apayrı bir maceraydı, önce Merkez Bankası Unkapanı Şubesine git, bir dilekçe yaz, arkasına transfer edeceğin paranın yüzdesi kadar çarşaf çarşaf damga pulu yapıştır, permi için bekle, sonra banka banka gez o permi karşılığında yurt dışına navlunu göndermek için…!!!   

Nihayet Ocak 1980’den beri konvertibl olan Türk lirası, o günden beri sabit kur sistemini de ortadan kaldırmıştır. Ardından 1983 yılında ithalat kısıtlamaları da kaldırılarak Türkiye ekonomisi üzerinde finansal düzenlemeler sağlanmıştır. Devalüasyon terimi de literatürden kalkmış oldu her ne kadar döviz kurları devamlı yükselişte olsa da...

Neyse ki kardeşimin gider misin İsveç’e dediği zamanda Avrupa ülkelerine gitmek için daha vize icat edilmemişti, git Yeşilköy Hava limanını bulduğun uçağa bin, hoop nereye istersen uç git. Biletimiz önce Kopenhag varışlı, sonra Malmö aktarmalı, Kopenhag Hava Limanında, sanki özel bir ufak uçak... Saydım beraberimdeki terzi dahil toplam 10 kişiyiz, bir de hostes; daha kalkışa geçerken o da arkada bir koltuğa geçti, kemerini bağladı. Biraz yükseldik, hoop uçağın burnu aşağıya dönmez mi, baktım kimsede ses yok. Meğer o kadar yakınmış ki, kalkması ile inmesi toplamda 10 dakika. Tabii gel bize sor, havalanırken baş aşağı dönünce düşüyoruz sanmıştık bir an için. Daha sonraki gidişlerimde hovercraft, katamaran ile geçmiştim. Şimdilerde, 1999’dan beri Öresund köprüsünden geçilmektedir.

Malmö’den bindik bir feribota akşam vakti, doğru Landskrona’ya, aklımda kalan İsveç’lilerin ellerinde içki şişeleri, kıtlıktan çıkmış gibi yuvarlıyorlar. Meğer çok kısıtlama varmış, haklı da yönetim kuzey ülkesi, genelde soğuk, çok soğuk hatta...  Kuzey denizi limanlarının insanları, yaşadıkları soğuk iklim nedeniyle deri solunumları yok gibi. Mart ayında İsveçli Danimarkalı misafirlerimiz ile Bodrum'da teknedeyiz, eşleri dahil hepsi mayolarını getirmiş, atladılar denize çıkmak bilmediler. Temmuz ortası İskoçya, bir kumsal, millet güneşleniyor, az da olsa denizde insanlar... Bir deneme yapmak için üç beş adım attım, bir dakika zor dayandım, hipotermi olmadan kumsala dönerek kendimi kurtardım.

Landskrona’da üç gün süren müzakereler sonrası istenilen akreditifi açtırmıştık. Özbek terzi demez mi, ben Oslo’ya gitmek istiyorum, yakın akrabalarım orada yaşıyor. Benim de gelmem için o kadar çok ısrar etmişti ki, hadi dedim akreditif yolda, biz de bi Oslo macerası yaşayalım.

Kültürleri birbirinden çok farklı iki insanın, iş mecburiyeti dışında, kısa süreli de olsa özel seyahat etmesi, pek de akılcı olmayabiliyor. Benimkisi galiba, yabancısı olduğum bir konuda, o günlerin Kapalıçarşı sheepskin piyasasında çok ses getirecek bir akreditif açtırarak içimde yaşadığım memnuniyet ve kardeşimi sevindirmenin yansıması olan bir evet deyiş idi.

Trenle Malmö - Oslo

Bu yolculuğun, en güzel ve hala unutamadığım tarafı, Malmö-Oslo tren yolculuğunda gördüğüm olağanüstü doğa manzaraları, yüksek ağaçlar ve ormanlar, ara ara, kim bilir kaç kilometre sonra gözüme çarpan muhteşem ahşap dağ evleri, belki de malikaneleri mi desem... 500 kilometrelik yol hiç bitmesin istemiştim, sıcak konforlu ortamda, güler yüzlü servisler ile, huzur verici asude bir yolculuk kim istemez ki...

Oslo Günleri

Oslo’da Kopenhag ve Malmö gibi bambaşka değişik güzellikler sunan kuzey liman şehirlerinden biri... Aklıma üç sene önce Rotterdam’da denizcilik stajında bir yıl birlikte çalıştığım, kendisi 19 yaşında ama olgunluğu en az 29 olan, Norveçli kız Kjersti gelmişti. Ne kadar da ısrarla davet etmişti beni en uzun gün yaz partisine... 24 saat ateş yakıp etrafında eğlenceler tertipliyoruz demişti.

Telefon numarasını bile almadığımı hatırladım. Öyle ya sabah numaranı ver, akşama şanslıysan santralin seni aradığın numaraya bağladığı Türkiye günlerinde yaşıyorken akla gelmemiş işte…!

Özbek terzinin akrabası arabasını vermişti istediğimiz gibi gezelim diye, bütün gün arşınlamıştık Oslo’yu ve güzelliklerini...

İşte o araba, belli ki hava açık ama soğuk.

İki gün sonra, öğleden sonraki saatlerde kalkan ertesi sabah Kopenhag’a varan feribotla geri dönecektik. İşte  o günün akşama Oslo’nun gecelerine akalım istedi genç Özbek asıllı terzi. Ben yapı olarak bilmediğim yerlere, özellikle de liman şehirlerinde, buna Londra gibi şehirler de dahil, gitmem kalabalık denizci arkadaşlarla bile...

En akılcısı nezih bir yerde yemek sonrasında da yine sohbet edebileceğin insanların ya da barmaidin olduğu iyi bir pub ya da disco-barda bir iki kadeh içki içip eve dönmek.

Dediğim gibi vakit geçirirken terzi bir ara kayboldu, nasıl ayrılmış gitmişti farkında değildim. Bulunduğum yerden ayrılmadan etrafta gezerken caddenin karşısında birileri beni çağırıyordu. Terzi bulmuş bir genç grup, takılmış onlara... Görünümleri düzgün kızlı erkekli bir genç grup. Atladık arabalarına, az gittik uz gittik dağ bayır ine çıka düz gittik, yaklaşık bir saat sonra Oslo’dan çok uzaklarda bir dağ evinde gürültülü bir partide bulmuştum kendimi. Neyse ki ev sahibi kızın yaşını başını almış ciddi görünümlü bir komşusu geldi eve de sabah olmadan parti dağılmıştı. Bizi getiren kız merak etmeyin yarın sizi feribota yetiştireceğim dese de, içim rahat değildi.

Uyumam için bir oda gösterildi bana, odanın kapısını daha aralarken duyduğum horlama sesi bir kızdan geliyordu. Bu yüksek desibelli sesten, odadan nasıl kaçtığımı ve nerede uykuya daldığımı hatırlamıyorum.

O gecenin benim için en güzel tarafı, sabah uyandırılırken gördüğüm bir yüz, gülümseyen, masumiyetin yeryüzündeki temsilcisi, 12-13 yaşlarında bir kız çocuğunun tekraren söylediği sözler, “- Herre, kaffe eller te”. Belli ki sabah kahvaltı da çay mı kahve mi isterim diye soruyordu.

Feribot limanına gidiş yolunda bir küçük markete uğradık, o devirde ülkemizde makbul olan şeyler vardı, diş macunu, sabun, çay gibi. Gemide baktım ki çay paketinin üstünde “ Turkish Tea” yazmıyor mu... 

Feribot ile Oslo Kopenhag    

Kamaralar, yemekler, ambiyans, atmosfer, yolcular... Harika eğlenceli vakit geçirerek, bir gece önceki yorgunlukla mışıl mışıl uyuyarak varmıştık sabahında Kopenhag limanına. İstanbul’a dönüş zamanı gelmişti, Yeşilköy Hava Limanı dış hatlar terminalinden giriş bizi bekliyordu, kardeşim ve ortağının tezahüratlı karşılaması ile...

Havanın nispeten ılık olduğu bir günde, Oslo-Kopenhag yolunda

İki üç kere daha Landskrona’ya gitmiştim. Bir seferinde hatalı dikilmiş paltoları düzeltsin diye bir Kapalıçarşı terzisi getirmiştim, abim Metin Denizmen ile uzun soluklu bir Avrupa seyahatimizin ilk durağı olarak... Hani Those were the wonderfull days ( ne güzel günlerdi) denilen cinsten harika bir seyahat olmuştu, Londra, Paris ve Rotterdam’ı da içeren... İyi ki yapmışız, fırsat kapıyı çaldı mı, aç o kapıyı ve devam et.

Yıllar sonra Danimarka, Naestved, Kopenhag ile bizim uğrak yerimiz olmuştu. Bugün hala en güzel şekilde dostluğumuzu yaşadığımız şirket ortağım Güven Tangöze ile kurduğumuz Alpina Denizcilik şirketinin iş ortağı Naestved’li Per Kampman olmuştu zira...

Seyahat mutluluk hormonudur, sağlıktır, biriktirelim, fon ayıralım, planlayalım, moral için sağlık için, biriktireceğin anılar için...

Kopenhag Christians Havns kanalı

8 Eylül 2023

Heybeliada