Ne yediğin değil, nasıl yediğin önemli
Tadına doyulmaz sofra sohbetlerinin...
Yaz akşamları vapur Heybeliada’ya yanaştığında iş dönüşündeki
yolcular bir an evvel eve gitmek, sevdiklerinle bir araya gelip
masa başı sohbetlerin hayali ile hızlı adımlarla iskeleden çıkarken
onları karşılamaya gelmiş eşlerini, çocuklarını ve sevdiklerini
görünce günün yorgunluğu gider benliğini mutluluk kaplardı.
Birlikte eve doğru yol alınır, ev uzaksa faytonlara
binilir, geride kalan günün nasıl geçtiği neler olduğu konuşulur,
güzel sofralara böyle güzel ritüellerle başlanırdı.
Düşün, hayal et, iş yorgunu, iskeleden çıkarken, hayat arkadaşının, ailenin güler yüzlü hoş geldin ile karşılanıyorsun, eve gidene kadar laflıyorsun, evde masan hazır, zeytinyağlı bol fıstıklı biber dolmasını sen seversin ya, yanında patlıcan biber kabak kızartması, istersen yoğurtlu, önden balığın da hazırlanıyor, koy kadehini yanına, beyaz peynir ve kavunu da, yaşamak ne güzel şey diye başlarken mırıldanmaya.
Günün yorgunluğu geçmiştir çoktan, masa etrafında başlar sohbetler, anlatılır gün içinde yaşanmışlıklar, başlanır lezzetli yemeklerin tadına bakılmaya, yaz mevsiminin sebzeleri ve balıkları ile bezenmiş sofrada, keyfe göre yanında da bir yudum içki ile, doyulmaz tadına ev halkının birlikte akşam yemeklerine, bazen misafirler de olur, sohbetler geç vakitlere kadar uzar. Hele bir de mehtapta karşı yakadan kendini göstermeye başladı mı, şarkılar yükselmeye başlar balkonlardan, teraslardan hafifçe, konuşma sesleri arasından, sevgi ile, mutlulukla.
Yemeğe lezzet veren malzemelerin bolluğu, yemeği yapanın ustalığının yanında içine kattığı sevgidir sevdiklerini düşünürken yemeği daha lezzetli kılan. Bir bakıma lezzetin yaratılması da sanattır, sofranın görünümü de, sanatın paylaşımı da kendisini sohbetlerinde bulacaktır konuşulan içi dolu konularla, sanat, bilim, edebiyat, birikmiş anılarla.
Sofraların aranan kişileri vardır, sesinin tonu tını, sanattan, edebiyattan merak uyandırıcı konuları tatlı tatlı anlatırken sofranın keyfi de yükselir kendiliğinden. Anlatacak şeyi varsa insanın, espri anlayışı ve hoşgörüsü de yüksekse, dinleyeni de, talebi de o kadar çok olur.
Gerek ülkemiz de gerek dünyada bulunduğum sofraları, o yörenin, geçmişinden birikmiş kültürlerinin yansıması olarak görmüşümdür, kullanılan malzemeler, sofra adabı, sofraya saygı, yeme içme şekilleri dahil. Gerçekten bin bir çeşit kültür bin bir çeşit yemek, kültürle bağlantılı malzemeler, usuller, rengarenk gelenekleri ile.
Akşam yemekleri bir başka değerlidir, o değeri bizler vermişizdir, tüm aile bireyleri, ev halkı masanın etrafında, muayyen saatlerde birlikte olmanın verdiği mutluluk, dayanışma, kuvvet ve kendini iyi hissetme. Özellikle de masayı paylaşan çocuklar için de çok değerlidir, dinleyerek bilgi ve kelime dağarcıklarını arttırır, kendine de söz verildiğinde özgüvenleri de yükselir.
Pazar sabah kahvaltıları da bir başka güzellikler içeren ritüelleri haiz, keyiflere arttıran, geniş aileleri bir araya getiren, dostlukları kuvvetlendiren yaşanası güzel bir gelenektir. Çocuklar için gelecekte söze “ çocukluğuma dair hatırladığım ilk anılardır, pazar sabahı mutfaktan gelen kokular…” diye başlamasını sağlayabilir.
Bizi birbirimize bağlayan müşterek yenen yemekler, hem sosyal toplumsal ilişkileri hem de aile ve arkadaşlık ilişkilerini de güçlendirmekte. Düşünün, tüm toplum böyle, hayal benimkisi tabii, neyse o zaman birbirine güvenen, daha mutlu, sevgi ve saygıya dayanan, dostluklarla yaşanan hayat ne güzel olur değil mi?
Edebiyatımızda da kendine yer bulmuştur yemek masası sohbetleri, yeme içme kültürleri. Köklü mazisinden kaynaklanan zengin içeriği ile Türk mutfağı yazarlarımıza oldukça geniş imkânlar sunmuştur. Bir kültür ve sanat insanı olarak hayata geniş bilgisi ve görgüsü etrafından bakan Ahmet Hamdi Tanpınar da edebiyatla yeme-içmenin münasebetine ilgisiz kalmaz.
Tanpınar’ın 1949 yılında basılan “ Huzur” isimli romanında roman kahramanlarının bir arada bulunduğu birçok yeme içme anına, çoğunlukla evlerde kurulan sofralardaki sohbetlerine, tartışmalarına rastlanır. Tabii o dönemde dışarıda yemek yemenin günümüzdeki kadar yaygın olmadığı da bir vakıadır. En önemli konulardan biri de mazinin ülkenin yeni hayatında ne surette yer alacağıdır. Bir gün deniz kıyısındaki bir lokanta sohbetinde karakterlerden biri şöyle der; “ ne yapılacaksa hayatı kaçırmadan yapılması gerekir. Evvela içeceğiz, sonra bu güzel denizin bize hediye ettiği balıkları yiyeceğiz. Ve şu bahar saatinde bu lokantada, bu denizin karşısında olduğumuz için şükredeceğiz. Sonra da kendimize mahsus şartlarımıza uygun yeni bir hayat kurmaya çalışacağız. Hayat bizimdir, ona istediğimiz şekli vereceğiz. ”
Tanpınar eserlerinde viski, şarap, bira ve nadiren geçen votka haricinde gözde içkisi rakıdır. Ahmet Kutsi Tecer’e Fransa’dan yazdığı mektupta şöyle der; “ rakı en iyi içecektir, domates salatası, balık, beyaz peynir, kavun, biraz çiroz, daha fazla meze zararlıdır “
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “ saatleri Ayarlama Enstitüsü “ romanında yeme içme sohbet tartışma sahneleri yanında, özellikle Büyükdere’deki lüks bir lokantada yenilen rakılı balıklı yemekler, İstanbul’a göç eden Beyaz Rusların şehir hayatında yarattığı değişimde ilgi ile okunabilir.
İstanbul’daki yeme-içme mekânlarının çok olduğu kalabalık bir muhitte yaşayan Tanpınar, dostlarıyla birçok farklı mekânda yemek yer. Bazılarına kurgusal eserlerinde rastladığımız yeme-içme mekânları, dönem İstanbul’unda entelektüel çevrenin bir arada göründüğü önemli gastronomi ve eğlence merkezleridir; Bunlardan ilk akla gelenler;
Abdullah Efendi Lokantası, Liman Lokantası ( Karaköy Rıhtımı bekleme salonunun üst katında 1940’lı yılların başında açılan), Degüstasyon ( Beyoğlu’nda bir zamanlar benim de çok gittiğim mekanlardan ), Kör Agop ( Kör lakaplı balıkçı Agop İnciyan’ın 1938 yılında Kumkapı sahilinde üç-dört masayla açtığı meyhanesi, )Park Otel, Lebon pastane, Baylan, Markiz
Yeme içme toplumların bir bakıma kültürel kimliklerini korumanın bir aracı olarak da düşünülebilir. Farklı kültürel geçmişlerden gelen insanlar farklı yiyecekler tüketirler.. Dost meclisleri, aile yemekleri, iş yemekleri, kısacası yemekle ilişkimiz her zaman ve ömür boyu, öyleyse olabildiğince keyifli yeme içmeler dileyelim. Tam da burada unutmadan ilave etmeliyim, neyimi, iki kişilik dışarıda yenilen ilk romantik yemekleri…! Yemekle ilişkimiz bazen romantik bir ilişki kadar da karmaşık olabilir.
* Budistlerin bir sözü
24 Ekim 2022
Heybeliada