Just on the ground
Göcek koyuna bir yük gemisi, 'yok olmaz olamaz, mümkün değil' deyişiniz şu an kulaklarımda çınlamakta... Hayal etmesi biraz zor olacak ancak Likyalılar, asırlar öncesinde beni düşünmüşler...
Güzel ülkemizin Güney Batı sahillerinde, evvel zaman içinde,
binlerce yıl hüküm süren onlarca medeniyetlerden en bilinenlerinden
biri olan Likya Krallığı yüzyıllarca kendi kültürleri ile
yaşamışlar Fethiye (Telmesos) ile Dalyan
(Kaunos) arasındaki bölgede.
Farklı şehirlerden bir araya gelmiş olmalarına rağmen Likyalılar
ortak bir kültür yaratmış ve var oldukları sürece kültürlerini
paylaşıp yaşatmış, ilk demokratik birliğini kurmuş olarak da
adlarını tarihe yazdırmışlardır.
Benim ilk Fethiye’ye gidişim elbette ne Likyalılar ne de diğer eski medeniyetlerin izini sürmek, ne de kalmış antik harabeleri görmek idi. Aslında 60’lı yılların başlarından itibaren arkadaşlarla kurmuş olduğumuz Türkiye Gençlik Turizm Kulübü vasıtasıyla Çanakkale’den Bodrum ve civarlarına kadar üyelerimizi tarihi yerleri gezdirmiştik. O günlerden kalma yerleşmiş de olabilir bende harabeler, antik eserler merakı.
Eylül ayının son günlerinden biriydi ilk vardığımda Fethiye’ye. Gidiş nedenim, bugün sanırım tüm dünyaca özellikle de tekne sahiplerince tanınan, Göcek’e gelecek yabancı bayraklı bir geminin liman acenteliğini deruhte etmek içindi.
Göcek koyuna bir yük gemisi, yok olmaz olamaz, mümkün değil deyişiniz şu an kulaklarımda çınlamakta, yüzlerce teknenin D-Marin’de bağladığı, onlarcasının da koyda demirlediği, bir ucunda D-Resorts diğer ucunda Rixos tesisleri, ortada gezi tur tekneleri, yok namümkün.!
Hayal etmesi biraz zor olacak ancak Likyalılar, asırlar öncesinde beni düşünmüşler(!), sanırım ben Göcek’te bir yük gemisine acentelik yaptığım günlerim rahat geçsin, beni kimse rahatsız etmesin diye hiçbir kalıntı bırakmamışlar. O efsanevi koylarına adacıklarına, doğasına da hiç dokunmamışlar. Yaşadığım o güzellikler için Likya Krallığına bir teşekkürü tarihe not düşmek isterim.
1975 Yılının ekim ayında yaklaşık üç hafta günü birlik kaldığım Göcek’te sadece Etibank’a ait bir küçük maden rıhtımı, bir barakadan başka hiç ama hiçbir şey yoktu. Tam bir Terk-i Dünya. (Heybeliada’ya yolunuz düşer ve Çam Limanı’na doğru yürürken böyle bir tabela görürseniz takip edin bir manastır göreceksiniz, kıyısına yaklaşın, yanılmıyorsam 1973 yapımı Papillion filmindeki Fransızların sürgün adasındaki kayalıkları anımsattığını görebilirsiniz.)
Dalaman’da 1971 yılında faaliyete geçen Seka Kağıt Fabrikasının (2001 yılında satılmıştır) ihtiyacı olan 5.000 ton kağıt hamuru (wood pulp) yükünü getirmektedir bir yabancı bayraklı gemi. Geminin giriş kontrolü için tüm ilgili kurumların ( gümrük, polis, sıhhiye) personeli ile öğleden sonra geldik Göcek’e. Ufukta görünecek gemi akşama doğru uzakta göründü. Herkes memnun da gemiden hiçbir ilerleme görülmüyor.
Gemi kaptanına daha yolda iken yanaştırma için kılavuz kaptan istersen İzmir Limanından gelebilir diye çektiğim telgrafa hayır istemem cevabı gelmişti. Ancak gemi durmuş yanaştıracak bir danışman arıyor diye fikir yürütülmeye başlandı uzun süre gemi hiç hareket etmeyince. İskelede bir balıkçı teknesi, büyük bir kayık kıçtan takma motorlu, beni motive etmeye başladılar, tekne ile git sana öğretelim hangi yolu nasıl takip etmeli anlat gemi kaptanına ve böylece gün batmadan rahatça yanaşsın gemi diye.
Bindik tekneye, deniz kristal billur görünümde, mavi ile dağlardan gelen yeşilin karışımında, yeşilin en güzeli ile mavinin kristalleşmiş hali, soluduğun muhteşem hava, gerçekten tam bir paradise.
Nihayet gemi bordosuna vardığımızda uzattıkları şeytan çarmığından (ip merdiven) tırmanarak güverteye çıkarken gemicilerden toplu bir karşılama bana, sanki son dakika golünü ben atmış öyle tezahürat;
Welcome Mister Pilot! Welcome Mister Pilot…!!! (Hoş geldin kılavuz kaptan)
Köprü üstüne (kaptan köşkü) çıktığımda da gemi kaptanı ve yanındaki dördüncü kaptandan da güler yüzlü kuvvetli bir “- welcome Mr pilot” karşılaması…!
Kaç defa I am not pilot (ben kılavuz değilim) dedimse duymazlıktan geldiler.
Neyse gemi yavaşça hareket etti, ağır yol ilerlerken kaptana nasıl bir rota izleyeceğini ve yanaşma manevralarını detaylı bir şekilde izah ettim. Beni dinledikten sonra başladı sohbete. Buranın doğası harika ancak hiçbir hayat emaresi yok, ne yapılır ne edilir, iki üç hafta kalınacak kumanya temini nasıl olacak gibi. Kaptandan öğrendim Fethiye’de sadece keçi eti bulunduğunu ve erkek keçi etinin makbul olduğunu. Tam bana erkek keçi bulur musun derken kulağıma rıhtımdan sesler gelmeye başladı. Toplu halde heyecanla "Tornistan tornistan" diye bağırıyorlardı.
O an bir baktım gemi bugünkü marinanın olduğu yere doğru ilerliyor, rıhtım öbür uçta.
Heyecan içinde kaptana "Tornistan, tornistan" diyordum kaptan da "Ne diyorsun" diye cevaplıyordu. İşte o anda bende jeton düştü, adam yabancı ben Türkçe söylüyorum, saliseler içinde anlayacağı dilde “Full astern” diye yüksek sesle söyleyince hemen serdümene, dördüncü kaptana jet hızıyla talimatlar verirken, 5 bin ton yüklü geminin baş tarafının giderek yükseldiğini gördüm, biraz daha giderse “Uzanmışım kumsala” melodisini söyleyecek gemi…!
Heyecanlanmıştım çok, kaptana sormaya çekindiğimden dördüncü kaptana sordum;
What happened? (ne oldu)
Cevabı bugün bile hâlâ kulaklarımda;
Nothing! We are just on the ground! (hiç bir şey, sadece karaya oturduk)
(Not: Resmi kılavuz kaptanda olsa manevrada her şeyden gemi kaptanı sorumludur.)
Sessizce bir köşeye çekildim, kaptanın emirlerini, çalışmaları izledim. Neyse ki kısa sayılacak sürede kaptan manevraları ile oturduğu kumsaldan gemiyi yüzdürebilmişti.
Gün batıyor hava yavaşça kararıyordu. Rıhtıma yöneldik, rıhtımdan gelen aydınlatma yeterli değildi sanki, çok ağır yol yanaşırken rıhtıma hafif çarpma olmuş, küçük önemsiz parçanın kopup denize düştüğü anlaşılmıştı.
Gemi yanaştı, rıhtıma bağlandı, giriş kontrolleri başlamışken kaptan beni kenara çekip ne kadar görevli varsa herkesin gemiye gelmesini sağlamamı rica etti. Rıhtımda neredeyse kimse kalmadı, ikramlar havada uçuşurken, neşeli sohbetlerle kahkahalar yükselirken, herkese çam sakızı çoban armağanı hediyeler verilirken zamanın nasıl geçtiği anlaşılmamıştı.
Çok akıllı bir kaptan, stratejik yönetici, gemi rıhtımda kaldığı sürece herkesle çok iyi koordineli işbirliğini en başından sağlamış, gecikmesinin, yanaşma sorunlarının da unutulmasını sağlamıştı.
Birkaç gün sonra güneşli sıcak bir öğleden sonra, doğa muhteşem, tam bir paradise, billur mavi harika bir deniz, el değmemiş ormanlar, yürüyorum kıyı kıyı, ara sıra yol beni orman içine getiriyor sonra kıyıya.
Deniz gel diyor dokun bana bulamazsın böyle kadifemsi dokunuş, ormansa diğer taraftan çağırıyor, gel yürü çam kokularının, kuş cıvıltıların arasında. Bir köşede giriyorum denize, doyumsuz güzellikler, ya o hoş geldin ısırıkları ile balıkları. Sonrasında kıyafetlerimi nerede bıraktığımın kerterizini alıp başlıyorum yürümeye ormanın içlerine, ne kadar zaman yürümüşüm farkında değilim, defne, günlük, farklı çam ağaçları ve zeytinlik yamaçlarında, birden uzaklardan tuhaf sesler duyar gibi oluyorum.
Kısa bir müddet sonra fark ediyorum ki sesler keçi sürüsüne ait, arkalarında da Yörük kadınları. Beni görürlerse nasıl reaksiyon gösterirler acaba, normal kıyafetli olsam bi derece, mayolu bi adam hem de insansız bölgede. Kaç diyordu iç sesim uzaklaş hemen buradan. Ayak çıplak biraz koşarak biraz yürüyerek dönmüştüm kıyafetlerimi bıraktığım yere. Askerlik çağında iyi ki öğretmişlerdi kerteriz almayı.
Gemiye döndüm, biraz dinlenip, kaptanla sohbet sonrası akşamına belirli saatte beni almaya gelen taksi ile Fethiye’de kaldığım otele döndüm.
21 Ekim 2022
Heybeliada
Fethi Denizmen yazdı: Soru sorma sanatıDaha iyi iletişim kurmanın bir yolu da soru sormadaki bilgeliğindir. İster konuşuyor ol ister dinliyor, doğru soruları ne zaman ve nasıl soracağını biliyor olman iletişimi güçlendirecektir. Kısaca ifade edersek soru sorma sanatı, her etkili iletişimcinin çok önemli ustalığıdır.