CISV Kampları ve Özgür Olamayan Çocuk
Diğer iki yazımda değindiğim CISV Kampları hayatımda çok önemli bir yer arz ediyor. Farklı yaş dönemlerimde deneyimlediğim bu tecrübe hayatı evrensel olarak algılamamda bana çok ışık tutmuştur. Son CISV tecrübem 1996 yılında lider olarak katıldığım İsveç Vasteruas’daki yaz kampıydı.
Diğer iki yazımda değindiğim CISV Kampları hayatımda çok önemli
bir yer arz ediyor. Farklı yaş dönemlerimde deneyimlediğim bu
tecrübe hayatı evrensel olarak algılamamda bana çok ışık tutmuştur.
Son CISV tecrübem 1996 yılında lider olarak katıldığım İsveç
Vasteruas’daki yaz kampıydı.
Üniversitenin 3. yılındaydım ve zor bir süreç olan mimarlık
eğitimi iyice üzerime üzerime geliyordu. Tam o sene İstanbul’da
Habitat Toplantıları vardı ve birçok mekân özellikle de kongre
vadisi tamamen bu işe ayrılmıştı. Sil baştan yine bütün kaldırımlar
sökülüp yenileniyor, şehirde hummalı bir makyajlama çalışması
yapılıyordu. Mezunu olduğum Mimar Sinan Üniversitesi de oldukça
merkezi bir yerde olduğu için tüm bütünlemelerimiz olması gereken
temmuz ayından daha ileri bir tarihe ertelenmişti. İletişimde
olduğum 3 arkadaşım da farklı kamplarda lider olarak görev
almışlardı. Onlara çok imrenmiş ve bunu dile getirmekten de geri
kalmamıştım. Şans bu ya İsveç kampında bir ülke son dakika kampa
katılamayacağını bildirmiş ve Türkiye son grup olarak davet
edilmişti. Bu organizasyonun bölümü olan mezun olduğum ilkokul yana
yakıla lider arayışına girişmişti. Yamaç adında bir arkadaşım beni
lider adayı olarak önermiş, yönetim de bu öneriyi onaylamıştı. Bir
gün akşam üzeri bir telefon aldım. ’Ebru’cum İsveç Kampı’na lider
olarak gitmeyi düşünür müsün?’ Bazen bir şeyin gerçekleşmesi için
yıldızlar doğru dizilir ya, bu da bence o kutlu anlardan biriydi.
Olmayacak olan olmuş bütünlemeler habitat sayesinde ileriki bir
tarihe ertelenmişti. Önce bir düşüneyim falan dedim ama ilk 5
dakika içerisinde ‘ya neyi düşüneceğim, fırsat ayağıma gelmiş işte’
demiştim. Annem bu konuya çok sıcak bakmamış, projelerimi
tamamlamam gerektiği konusunda beni uyarmıştı. Ama babam her
zamanki rahat tavrı ile kabul etmem konusunda beni
yüreklendirmişti. Biz iki gezenti kafadar bu işi çoktan
onaylamıştık.
Konu şundan ibaret; 11 yaşında 2 kız 2 erkek çocuğa 4 haftalık süre zarfında liderlik ediyor. Kendi programınızı gerçekleştirirken onların yaşayabileceği sorunları çözüyor ve kendilerini daha iyi ifade etmeleri noktasında destek oluyorsunuz. O zamanlarda ilkokul eğitiminde yabancı dil çok yer tutmadığı için tercümeleri de siz yapıyorsunuz. Aslında anlatırken basit gibi görünüyor olsa da 4 çocuğa da 28 gün boyunca ana babalık yapıyorsunuz. Bu arada ben de daha 21 yaşındaydım.
Ve Ebru yine bir maceraya doğru yola çıkmıştı. Ailelerle ve çocuklarla tanışmış, kamp staffları ile yazışmaya başlamıştık. Hayatımın rutini çok ciddi bir şekilde kırılmış 1 saatte tamamladığım işler artık 15 dakikamı almıyordu. Keşke hayat sıklıkla insanların karşısına bu tarz motivasyonlar çıkarsa.
Tüm hazırlıklar tamamlanmış benim çocuklarım sınavlarına girip çıkmış kamp günü gelip çatmıştı. Atatürk Havalimanı’nda aileler ve çocuklarla buluşmuştuk. Çocukların bavullarını verdik ve artık ailelerden ayrılıp sınırın diğer tarafına geçmiştik. 28 günlük maceramız böylelikle başlamıştı. Çocuklarım için de hayatlarının deneyimi başlamıştı. Sorunsuz bir yolculuk geçirmiş, çocukları 2 gün kalacakları ailelerin yanına yerleştirmiş, bense diğer liderler ve stafflarla tanışmak ve diğer hazırlıkları tamamlamak üzere kamp alanına doğru yola çıkmıştım. Çocuklardan ayrı doğru düzgün gecenin kararmadığı bu bambaşka bir coğrafyada benim ne işim var acaba diye kendime sormadım değil açıkçası. Neyse liderlerle tanışmamız, kaynaşmamız ve iş bölümü yapmamız çok uzun süre almadı ve nihayet çocuklarımız da kampa ulaştı. 4 çocuğum varken sayı birden 52 ye ulaştı. İlk etapta isim oyunları ve güven oyunları oynandı ve çocuklar da hızla birbirleri ile kaynaştılar. Kampın rutinleri ve standart kuralları, öz disiplin ve öz bakım çok sorun olmadan halloluyordu. Her geçen gün pekişen ilişkileri gözlemlemek, her bir bireyin birbirine ne kadar yardımcı ve sevecen yaklaştığını gözlemlemek dünyanın gerçekten iyi bir yer olduğuna olan inancımı pekiştirdi bu süreçte.
Konunun başlığına sebep olan konuya gelirsek, Costa Rica’dan Fareo Adalarına, Brezilya’dan Polonya’ya kadar geniş bir coğrafyadan insanlardık biz. Beraber oturuyor, kalkıyor, lullabylar (ninniler) söylüyorduk. Birbirimizi iyice tanıyorduk artık.
Benim çocuklarımın diğerlerinden farklı davrandığı ve aslında kendi çocukluğuma da ışık tutan iki farklı aktiviteden bahsetmek istiyorum size;
İlkinde çocuklarımızı büyük salonda toplamıştık. Sessiz bir aktiviteydi. Çocuklara üzerlerinde aynı işaretlerin olduğu A4 kağıtlar dağıtıldı. Her birinde bir açı bir helezon ve hatırlamadığım bir figür daha vardı. Ama 52 kâğıt da birbirinin tıpatıp aynısıydı. Çocuklardan beklenen bu figürleri de içerisine alan bir kompozisyon yapmalarıydı. Sonra da yaptıkları işler duvarda sergilenecekti. Ben sanat eğitimi aldığım için çok da yadırgamadım bu aktiviteyi. Çocuklar büyük salonda, yerlerde türlü çeşit kalem, yere yayılmış bir sürü çocuk, büyük bir sessizlik, hepsi bir şeyler yapıyorlardı. Yalnız benimkilerde belirgin bir tedirginlik, birbirlerine bakıyorlar, bir karın ağrısı. Bana da bir şey diyemediler ilk başta. Sonra bir tanesi şu şekilde yapsam yanlış olur mu diye sordu. O zaman anladım ki bu çocuklar yanlış yapmaktan korkuyorlar. Oysaki bu aktivite aynı figürleri baz alarak kendi içlerinden gelen şekliyle yeni bir durumu ortaya koymalarını hedefliyordu. Tıpkı birbirinden farklı el izleri gibi. Ama onlar yeni sınavdan çıkmış ve 3 yanlışın 1 doğruyu götürdüğü bir ortamda yanlış yapmaktan korkan çocuklardı. Bunu anlamam çok da vaktimi almadı çünkü ben de onlardan biriydim. Hızla zamanda yolculuk yapmış ve kendi çocukluğuma dönmüştüm. Ve tıpkı onlar gibi kendim de bu çaresizlikle yüzleşmiştim. Ben de aynı yollardan geçmiştim. Şimdi artık bununla baş çıkabiliyordum çünkü hasbelkader sanat eğitimi alıyordum. Özgür düşünce diye bir şeyden haberdar olmuştum. Ama oysaki insanın kaygılarından en uzak olması gereken en özgür olduğu zamanlar bu yaşlar değil miydi? Tüm bu imkanlar çerçevesinde olmadı mı olmuyordu demek ki... Çocukları bunun bir sınav olmadığı, yaptıklarının yanlış ya da doğru olarak nitelendirilmeyeceği konusunda bilgilendirmiş, aslında sakinleştirmiştim. Sonra benim çocuklarım da diğerleri gibi zamanın içerisinde kaybolmuş grubun ahengi içerisinde eriyip gitmişlerdi. Onlar farkında olmasa da bu durum çaresizliklerini kırıp kendilerini akışa bırakmaları konusunda büyük bir kırılma noktası olmuştu.
Bir diğer yüzleştiğim konu ise bundan çok daha farklı bir noktada geldi önüme. Kamp süresinde 2 tane de gezimiz oluyordu. Bir tanesi de bir çiftlik ziyaretiydi. Harika bir çiftliği ziyaret etmiştik. Çiftçiler bize bilgileri veriyor biz de gruplarımıza tercümeler yapıyorduk. Koyunların olduğu yerde dururken çiftçi koyunun midesinin 4 bölümden oluştuğunu söyledi. Ben de çocuklara tercüme yaptım. Dört çocuğum da ağız birliği etmişçesine ‘biliyoruz’ dediler. Sonra da işkembe, şirden, kırkbayır ve börkenek dediler. Size nasıl bir şok yaşadığımı tarif etmem imkânsız. Dedim ki ‘Siz bunları neden biliyorsunuz?’ Nereden bildikleri ise ayrı bir konuydu. Bu çocuklar çiftçi olmayacaklardı ya, neden böyle bir şey biliyorlardı ki? Elbette Ortaokul ve Liselere giriş sınavında eleyici sorulardan biri olduğunu hatırlamam çok da vaktimi almadı. Hafıza dediğimiz garip kutuda arkadan öne getirdiğim ilginç bir bilgi olarak ben de bunu vakti zamanında bildiğimi hatırladım. Ama keşke hepimiz bu gereksiz bilgi yerine hayal kurmayı öğrenebilseydik.
Ben orada gerçekten kafası çok berrak çalışan çocuklar gördüm. Herhangi bir kaygı ile yönlendirilmemiş, yaşının gereğini ve bazen de daha ilerisini yansıtabilen gerçekten özgür çocuklar. Ülkem için en büyük dileğim tüm yaşıtları gibi özgürce ve dilediğince kendini ifade edebilecek bir nesle sahip olabilmemiz.
Ebru ÇAĞIN
Hayattaki Lüks Algınız Nedir?İnsanların hayatları boyunca lüks algıları sürekli olarak değişir. Mesela, alışveriş yapmak suretiyle bir şeylere sahip olmak, gençlik dönemlerinde çokça rastlanan bir durum.