Sizden Gelen Hikayeler

Ben Bir Ihlamur Ağacıyım

Sonsuz mavilikler içinde yalancı bir güneş; kendini zor ısıtıyor! İnsanlar bu güneşe aldanıp olur olmaz şekilde dışarı çıkıyorlar, sonrasında hastalanıyorlar. Oysa hava serin, ben bile üşüyorum; her gün, yüzlerce yaprağım çöpe karışıyor.

‘Tanrım bana bahçesi ağaçlar ve çiçeklerle, odaları kitaplarla dolu bir ev ver!’

ÇİN ATASÖZÜ

Sonsuz mavilikler içinde yalancı bir güneş; kendini zor ısıtıyor! İnsanlar bu güneşe aldanıp olur olmaz şekilde dışarı çıkıyorlar, sonrasında hastalanıyorlar. Oysa hava serin, ben bile üşüyorum; her gün, yüzlerce yaprağım çöpe karışıyor. Kış güneşine aldanmamak gerek. Ama Nafile Bey için fark etmez; o, yaz kış demez balkona çıkar; benimle söyleşmeyi çok sever. Gece gündüz durmadan okur.  Sonrasında yazmaya başlar ne okur ne yazar pek bilemem ama okuyan insandan zarar gelmez! Esasen buradaki varlığımı Nafile Bey’e borçluyum! Beni fidanlıktan o taşıdı buralara. Bir bebektim o sıralar. Kuşlara, böceklere yurt olurum, çiçeklerimle etrafı bezerim, kokumla başları döndürürüm diye düşünmüştü. Hemen yanı başıma bir de iğde ağacı kondurmuştu. Tanıdığım kadarıyla Nafile Bey; ağaçları, kuşları, çiçekleri çok seviyor. Ben de seviyorum Nafile Bey’i, bahçedeki yerimi, sokağımı ve insanları…

Bugün hava serin, balkon pek oturulacak gibi değil. Ama Nafile Bey beni görmeden edemez. Şimdi balkonda; koca bedenimi, dallarımı ve üzerimdeki mavi boşluğu minnet dolu gözlerle seyrediyor. Oldukça hüzünlü! Bana pek bir şey söylemiyor ama bizleri ve çevreyi düşündüğü besbelli. Yaşam koşullarımızın zorlaştığını; insanların giderek çevrelerine karşı duyarlıklarını yitirdiklerini düşünüyor.

Eskiden daha sakindi bu çıkmaz. Bu kadar araba, bu kadar insan yoktu. Bütün sakinleri tanırdım; gireni, çıkanı belli değil şimdilerde. Kedisi, köpeği daha özgür, daha rahattı! Çıkmaz sokak, ormana açılırdı; her taraf ağaçla, çiçekle doluydu, kuş cıvıltısından geçilmezdi. Ormanın içinden yol geçirdiler şimdilerde; ağaçların yüzlercesi kesildi, ormandan eser kalmadı! Çıkmazda da öyle; nice çınarın, çamın, meyve ağacının kıyımına şahit oldum ben! Ya, sokağın başındaki koca dut ağacı; yolu kirletip, pisletiyor diye her yanını budadılar; üzerinde ne dal ne yaprak kaldı! Sıra bana da gelecek diye öylesine korkuyorum ki! Yanı başımdaki iğde ağacı, arka bahçedeki ayva, kayısı, badem ve vişne ağaçları hep gitti. Bahçenin göbeğindeki erik ağacı da insanların kadrine uğradı. ‘Papaz eriği’ verirdi çok güzel! Hem kaş göz arasında oldu bütün bunlar, birbirleri ardınca yok edildiler!

Bulunduğum yerden; mevsiminde, arka bahçedeki mimozayla yüz yüze gelirdim. İlkin mimoza çiçeklenir baharı müjdelerdi. Mis gibi bir koku salardı etrafa. Sarı tomurcuklar halindeki çiçekleriyle pek şirin olurdu; çalım satardı dört yana. Apartman bile ondan almış adını. Arkasından iğde çiçek verirdi; o ne biçim rayiha! Bu çalı çırpıdan böylesi bir koku nasıl çıkar? Sonrasında ben; ıhlamur, bir koku salardım ki, deme gitsin! Git mahallenin öteki başından al kokuyu, başınız dönsün!

Güzel günlerdi bunlar! İğde gümrahlaşınca sonu geldi. Dal budak sarınca etrafa; çok görüldü, istilacı dendi kendisine. Benim de ana dallarımdan birini kestiler, yarım gövdemle yaşam savaşı veriyorum şimdilerde! Arka bahçenin, arabalar için park yeri yapılması gündemde. Arabalar ağaçlardan önemli, hatta insanlardan da! Arka bahçedeki çamlar, mimozalar, defneler hepsi gidecek; benim günlerim de sayılı. Gelip gidip yerime, konumuma bakıyor Nafile Bey; beni nasıl kurtaracağını düşünüyor! Otoparkın yapılmaması için diretiyor; ancak çoğunluk kararı geçerli!

Ormana açılan o çıkmazda insanlar, ağaçlar ve hayvanlarla birlikte çok mutluyduk. Ama o günlerden bu günlere çok şey değişti. İnsanların sayısı ikiye, üçe katlanırken, araba sayısı beşe, ona katladı. Arabalar kaldırımların üzerine çekilmeye başlandı. Ne yürüyecek ne park edecek yer kaldı. İnsanlar giderek bencilleşti. Giderek betonun içine hapsettiler kendilerini… İnsanların ağaçla, çiçekle, kuşla, böcekle ve de hayvanlarla ilişkisi koptu, koparıldı! Şehirde birbiri üzerine bindirilen yaşamlar ve onların savaşı, bencilliği ve açgözlülüğü tetikledi. Giderek sevgi ortadan kalktı; kimse, kimseyi sevmiyor şimdilerde.

Biran göz göze geldik Nafile Bey’le öylesine şefkatli, öylesine munis bir bakışı vardı ki; kalkıp, sarıp sarmalamak istedim onu. Üzülmesine üzülüyordum. Bir müddet birbirimize sorgulayan gözlerle baktık; aynı duyguları yaşıyorduk.  Yüreğimiz cız ediyordu sevgi adına.

“Nafile Bey,” diyorum kendisine; “Nafile yere üzülme; İnsanlar doludizgin hüsranlarına koşuyor, bir gün isteseler de bizleri etraflarında bulamayacaklar!”

Cemal Çalımer

Mart 2018- Acıbadem

Beşinci Hikâye Uzun süren bir seyahatten döner dönmez ayağımın tozuyla bilgisayarımın başına geçtim. Postalar birikmiş, işler bir hayli yığılmıştı. Edebiyat Grubumuzdaki arkadaşlar durmadan yazmışlar ve bu yolda hayli mesafe kat etmişlerdi. Yazmalıyım ama soluksuz!