Babakamu ve Andonia
Otelin asansörüne binip, 11. kat düğmesine bastığı anda içini tatlı bir heyecan kaplamıştı. Heyecanı boşuna değildi. Daha üç hafta önce Atina’da bir davette aynı masada oturuyorlardı.
Otelin asansörüne binip, 11. kat düğmesine bastığı anda içini
tatlı bir heyecan kaplamıştı. Heyecanı boşuna değildi. Daha üç
hafta önce Atina’da bir davette aynı masada oturuyorlardı. Sadece
kendisine hitap ettiğinde akıcı ve net anlaşılır İngilizce
konuşuyordu, zira masada konuşulan lisan Rumcaydı. Kırklı
yaşlarında, konuşması gibi kendisi de etkili ve göz alıcıydı.
Masadaki tek kadın olmasına karşın liderliği çok kısa zamanda ele
geçirmişti bile. Tüm bakışlar ona çevrilmiş, masada sanki gizli bir
yarış vardı ismi konmamış, ciddi ve şık giyimli beyler daha fazla
vakit alma çabasındaydılar.
Andonia, daha yirmili yaşların sonlarındaki genç adama bir ara
sorular sormaya başlamıştı. Ne de olsa masadaki tek yabancı oydu.
Nerelisin, hangi şehirde, kariyerinden memnun musun gibi sıradan
sorular... Bire bir sohbet biraz uzayınca genç adamda mutluluk
hormonları tavan yapmış olmalı ki birdenbire kadına: “Bir gün
İstanbul’a gelirseniz, haber verin görüşelim…” deyiverdi.
Söz bir kere ağızdan çıkmıştı, havada asılı kalamazdı. Kadın bunu davet almış edası ile cevapladı: “Tabii memnuniyetle, gelirsem kesinlikle arayacağım, söz!”
Bu, genç adamın beklemediği ancak çok sevindiği cevaptı. Kalbinin atışları hızlanmış, gecenin devamında masadaki konuşmaları dinlemektense kendi iç dünyasında kurduğu hayallerle baş başa kalmayı tercih etmişti.
Çocukluğundan beri severdi hayal kurmayı, yastığa başını koydu mu bir güzel hayal canlandırmadan uykuya daldığı pek görülmemişti. Hayallerin çoğu sevgi üzerineydi. Daha o yaşlarda sevginin gücüne çok inanıyordu, ne de olsa geniş ailesinde hemen herkes onu seviyor, sevgilerini ziyadesi ile gösteriyorlardı. Okuduğu Rus klasikleri, özellikle Tolstoy ve Dostoyevski onu çok etkilemişti. Tolstoy’un “insan ne ile yaşar’’ öyküsünü okuduktan sonra onun yaşadığı ve eserlerini yazdığı Tula kentini, Yasnaya Polyana’yı gezip görmeyi hayallerinin ötesinde bir yere koymuştu.
Oda numarasını ezberinde tutmuş, asansördeyken heyecanından unutmamak için tekrar edip duruyordu. Kapısını çaldı, kısa bir süre sonra kapı açıldığında genç adamın karşısında hayallerinin ötesinde büyüleyici güzellikte bir kadın duruyordu. Seneler sonra dün gibi hatırlıyorum derdi o anını, kadının çarpıcı güzelliğini ve kıyafetini.
Birkaç dakikalık hoş sohbet hâl hatır sormadan sonra Andonia; “Sanırım bu akşam beni Bosphorus Fish Restaurant’a götürüyorsun genç adam? Özlemişim! İyi olur, çıkalım mı?” diyerek çıkışa doğru yöneldiğinde genç adam bir dakika, size bir şey danışacağım dedi.
Aslında onun da kafasında Tarabya’daki balık restoranlarından biri geçiyordu. Bir dakika sorusunun arkasında yatan derin bir konu vardı. Denizcilik camiasından farklı kariyerler ve yaşlarda altı yakın arkadaş akşamları her defasında aynı balık lokantasında bir araya gelirler, gecenin geç saatlerine kadar yer içer sohbet ederlerdi. Zaman içerisinde bir ikisinin mazereti nedeniyle gelmeyişi gelen arkadaşların içinde eksiklik hissedilmeye başlandığında bir gece konu masaya yatırıldı tam kadro bir arada olduğunda. İçlerinden biri adına bankada hesap açtırılacak gelmeyen olursa ceza olarak belirli bir meblağı masaya ödeyecek, para bankada birikecekti. Tabii biriken paralar bir gecenin hesabını ödemeye gidecekti.
Derinlerde yatan konu buluşacakları zaman mutlaka hep bir arada olmak idi. Oluşmuş olan yakın dostlukları ve birinin o gece eksikliği arzu edilmiyordu. Her birinin değişik özelliği vardı, güldüren, neşeli fıkralar anlatan, ciddi mevzular ortaya koyan, kendisi ile dalga geçilmesinden rahatsız olmayan, saygı sevgi dolu frene basmadan herkesin bir birine inandığı bir topluluk husule getirmek kolay bulunacak nimet değildi.
Ebette Boğaza gidebiliriz dedi genç adam, yalnız bu gece bizim denizcilik camiasından arkadaşların buluşma gecesi, ne dersiniz, bir çiçek altı böcekle aynı masayı paylaşmaya? Soruyu biraz da çekinerek yöneltmişti ancak hiç beklemediği şekilde coşkulu bir evet döküldü Andonia’dan.
Müdavimleri oldukları balık restoranını işleten de yıllarını uzak denizlerde geçirmiş çarkçıbaşıydı (gemi makineleri işletme mühendisi) ve altılı grup ile son derece samimi bir yakınlık tesis etmişti. En taze günlük balıklar, deniz ürünleri, mezeler ve hoş sohbeti ile aranan kişilik olması nedeniyle lokantası boş kalmazdı. Her gelen biliyordu ki balık günlüktür zira ertesi güne kalan balıklar bir şekilde lokantadan çıkar ertesi günü asla servis edilmezdi. Fiyatları da günün şartlarında son derece makul seviyedeydi.
Genç adam içinde büyük bir coşku duyuyor. Arkadaşlarına yapacağı sürpriz nedeniyle yol boyunca içi içine sığmıyor. Öyle ki neredeyse kendisine hitap edilmedikçe Andonia ile arabada tek kelime bile etmemişti. Arkadaşlarının tepkisini davranışlarını merak ediyor, hatta kurguluyordu.
Restorandan içeri girdiklerinde masalardaki bakışlar Andonia’nın üzerine odaklanmış gibiydi, ta ki arkadaşlarının masasına gelip, tanıştırma faslına kadar. Andonia’yı aralarındaki en kıdemli aynı zamanda neşe saçan, konuşkan, esprili kaptanın karşısına oturttular.
Isınma konuşmalarını müteakip masadaki herkes bildiği dilde, bazıları yarı Türkçe birkaç kelime İngilizce ve Rumca ile karışık Andonia diye lafa başlayıp bir şeyler söylemeye kendisini öne çıkarmaya çalışıyordu.
Zaman hızla akıyordu, sohbet derinleşmiş, espriler fıkralar anlatılmaya başlanmıştı bile. Andonia da sanki yıllardır bu denizci grubu ile aynı masada bulunmuşçasına son derece rahat esprili, herkese laf yetiştiren hatta fıkralar anlatan konuma gelmişti.
Her hareketi, kendine olan öz güveninin yansımasıydı. Eşsiz sunumlarda bulunuyordu masanın denizcilerine, ikramım olsun dercesine. Kahkahaları, yassu vire diyerek kadeh kaldırışı, anlamlı bakışlarıyla, masadaki denizcilerle keyifli bir gün geçiriyordu.
Bir vesile ile ayağa kalkıp yürümeye başladığında ipek pantolonu, uzun saçları, bir mankenden daha edalı podyumda yürür gibi hareketleri, sadece masadakileri değil, restoran sakinlerini de etkiliyordu.
Grubun en genç olanı kaptana, birlikte çalıştıkları zamanlardan kalma, hep baba diye hitap ederdi. Bu hitap Andonia’nın da dikkatini çekmiş olmalı ki uzayan gecenin sonlarına doğru tam karşısında oturan kaptana en tatlı gülümsemesi, ses tonu ile ‘’babaaakamuuuuu’’ diye seslenmeye başladı. Bu hitabının masanın çok hoşuna gitmiş olduğunu görünce “babakamu” sözcüğü bitmez tükenmez şekilde tekrar edilmeye başlanmış, masanın neşesi nirvana yapmıştı. Dışardan izleyen yedi denizci coşku ile eğleniyor diye düşünürdü, öylesine kaynaşmış uyum sağlamıştı Andonia.
Aradan uzun yıllar geçmiş, balık lokantası masası çoktan noktalanmış olmasına rağmen bugün hala “babakamu” hitabının anısı en tatlı şekilde devam etmekte. Öylesine ki bazen birbirlerine hitap ederlerken isimlerinin sonuna kafiyeli bir “umu, imu, amu, emu” eklerler.
Genç adam bu davranışından, yani tek başına Andonia ile Boğazda birlikte bir yemek yerine, sonrasında asırlarca devam edecek dostları ile o geceyi paylaşmış olmanın hazzını her zaman tüm benliğinde hissetmiş, ne zaman hatırlasa içinde güzel duygular belirmiştir. Aynı tatlı güzel duygular o geceyi paylaşan denizci dostları da yaşadıklarını her fırsattı ifade etmişlerdir.
Genç adam o gecenin ertesinde Londra’da bir kart postalda okuduğu ifadeyi anımsadı; “No road is too long when shared with someone you love” (sevdiğin biriyle paylaşıldığında hiçbir yol çok uzun değildir) diye.
Bir zamanların genç adamı, paylaşmanın yaşamımızın duygu verici, kendini iyi hissettiren güzelliklerinden biri olduğunu paylaştığınızda daha iyi algılayacaksınız diye gençlere hala nasihat vermeye devam etmekte…
27 Eylül 2021
Heybeliada