Sağlık

İnsani Yaklaşım, Şefkat, Anlayış ve Doktorlar

Tolstoy, "İnsan Neyle Yaşar” öyküsünde insan yaşamına dair iyilik-kötülük benzeri karşıtları ahlaki çerçevede ele alarak yanıtlarken kendisinin bu soruya nihai cevabı, “İnsan sevgi ile yaşar" olmuştur.

Sevgi içimizdeki en güzel duygulardan. İçinde sevgi yaşıyorsa, insanlara, hayvanlara ve doğaya sevgi ile bakıyorsan ne mutlu sana! Sevilme duygusu da çok önemli. Özellikle çocukluk çağının sevgi dolu geçmesi kişinin yaşamına ileriki yaşlarda da güzellikler getirecektir. Sevgi senin bildiğin ve yaşadığın duygu. Hele ki aşıksan, nabzın yükselip sevgin dolup taşıyorsa sevgilini gördüğünde -ki aşka düşmek hayatın akışında yaşanası harika zamanlar. Sevilme ise beklentin, umduğun, inanmak istediğindir, bir bakıma, sevdiğinden yansıyan.

Tolstoy, "İnsan Neyle Yaşar” öyküsünde insan yaşamına dair iyilik-kötülük benzeri karşıtları ahlaki çerçevede ele alarak yanıtlarken kendisinin bu soruya nihai cevabı, “İnsan sevgi ile yaşar" olmuştur. 



İçindeki sevgi bir de şefkat duygusuyla taçlanmışsa hayat sana güzellikleri, iyilikleri ile cevap verir, sen de içinde kendini iyi ve huzurlu hissedersin. Olumlu bir duygu ve davranış biçimi olarak da tanımlanan şefkat kökeninde sevgi, merhamet ve yardım duyguları barındırır.

Değerli hocam sevgili Yavuz Dizdar bir söyleşisi esnasında, “Doktor nasıl olmalıdır?” konusuna girince yıllar yılı onlarca doktorla muhatap olmuşluğumuzla dikkat kesilip dinlemeye başladık. Hocam bir ara, “Doktor şefkat göstermeli, dinlemeli, arandığında erişilebilir olmalı” dediği anda eşim Gönül, “İşte, doktorluk bu!” dedi, ben de bunu hocama ilettim.

Kendisinden bir tıp insanı olarak daha önce de insani yaklaşım konusunda bir şeyler yazmasını istemiştim. Bu söylem ve konuşmasının ardından bu sefer kendisinden söyleşiyi de içeren yazısını göndermesini rica ettim. Yazısından bölümleri sizlerle paylaşıyorum.

***

Doç Dr. Yavuz Dizdar Radyasyon Onkolojisi Uzmanı

"Toplumun hayalindeki doktor neden şefkatli ve anlayışlıdır?

Bu hafta, bir sevgili dostumuz ve okurumuzun ricasına binaen, “Doktor nasıl olmalıdır?” sorusuna yanıt aramaya başlayacağız. Dostumuzun kıymetli eşi, olasılıkla bir programda dile getirdiğimiz “...şefkat göstermeli, dinlemeli, erişilebilir olmalı...” tanımlamamızdan büyük mutluluk duymuş. Çok haklı, zira günümüzde bu tanımlama sadece doktorlar için değil, herkes için geçerli bir arayışı betimliyor, doktordan öte “insanı” çağrıştırıyor, lakin en çok da doktorlar için geçerli oldu. Üstelik bu arayış yakın zamanın ortaya çıkardığı bir sorun.

Nüfus başına düşen doktor sayısı -Avrupa standardına uydurmak amacıyla, hızla artarken sistem de benim on küsur yıl önce bizatihi görüştüğüm bir yabancı uzmanın 'bir yerden başlamak gerek' sözlerinin yansıması olarak hekimliğe dönüştü.

Aile sağlık biriminden doktora şiddete uzanan yol

Aile hekimi gerçekten çok önemlidir, ama iyi doktor yetiştirip iyi maaş verebiliyorsanız işlevli hale gelir. Donanımlı aile hekimi sağlık sorunlarının çoğunu birinci basamakta çözer.

Doktor ve sağlık çalışanlarının şiddete maruz kalmalarının kabul edilebilecek bir yanı yoktur, ama durumu irdelemeden reddederseniz de başınızı kuma gömmüş olursunuz. Vatandaşın hiddetinin nedeni doktorun bilgisizliği, yetersizliği değildir, vatandaş bundan zaten anlamaz. Şiddetin nedeni, doktorun olasılıkla yetersizliğini bilmesinden kaynaklanan iletişimsizliğidir. İletişimsizlik kısmen cehaletten, ama en çok da konuşma becerilerinin zayıflamasından kaynaklanır. Bu iletişim seviyesinde empati, sempati gibi süslemeler bile yoktur, doktor iki kelimeyi bir araya getirip açıklama yapmamaktadır, sorun budur!

Bir algı aygıtı olarak sinema

Yurtdışını benden daha iyi bilenler orada da durumun çok farklı olmadığını söylerler. Bizde doktorların konuşma becerisine sahip olanlarının neredeyse hepsi özel hastanelere toplanmış görünür. Özel hastaneye giriş bir yere kadar mesleki beceriye tabidir, oysa sözel ifade bu becerinin aktarılabilmesi için zorunludur. Bu nedenle özel hastanede doktor sizi karşısına alıp en azından makul bir süre konuşur, bir şey anlatmasa bile dil döker, bu da sizi memnun eder. İş yükü devlete göre daha makuldür. İnsanlar, koşulsuz hasta memnuniyeti esasını bilirler. Dolayısıyla doğal seçilim söz konusu olur, “konuşarak anlatma ve ikna” becerisi olan bir doktorun özel hastanede olma olasılığı devletten yüksektir.

O halde bizim doktor algımızın “şefkatli, sabırlı, erişime açık” olarak özetlenmesinin başka bir gerekçesi olmalıdır, nitekim vardır da. Ortalama doktor ziyaretinin yılda bir bile olmadığı yerde vatandaşın doktor algısını belirleyen başlıca unsur göründüğü kadarıyla sinemadır. İnsicam Dergi yazarı Kemal Özden’in betimlemesiyle, "Yeşilçam sinemasında hekimler 60’lı yıllardan 80’lere kadar âdeta aileden biridir. Babacan tavırlı, şefkatli, anlayışlı, saygı duyulan, bazen de halktan biri olarak sunulur. Doktorlar bu dönemde sıklıkla konsültasyon için evlere gelirler…”

Benim çocukluğum olarak adlandırabileceğim yaklaşık elli yıl öncesindeki popüler filmlerde genellikle zengin-fakir aşkı işlenir. Bu senaryolarda doktor ya Nubar Terziyan’ın canlandırdığı, "evlere de gelen, hatta hastaları fakirse ücret almayan" babacan karakterdir. Daha yakın zamana gelindiğinde "pahalı bir ameliyatı başarıyla üstlenen cerrah" algıya girer, "mesele paranın toplanmasındadır”. Cüneyt Arkın’ın üstlendiği doktor karakteri ise başrol oyuncusudur.

Bundan sonraki aşamada Yeşilçam sineması tamamlanır. Yeni dönem filmlerinde doktor rolü çok azdır ya da yoktur, olduğunda da özellik göstermez. Bu dönem aynı zamanda televizyon dizilerinin başladığı dönemdir, doktor artık doğrudan dizi konusudur. Seyircinin doktor dizisi seyretme arzusu devam eder, Doktorlar, Mucize Doktor gibi dizilerde haset içinde karakterler...

Ne var ki doktor sayısı artıp sık başvuru dönemi başlayınca beyaz perdede gösterilenin gerçekle uyuşmadığı anlaşılmaya başlar.

Doktor sayısı neden arttı?

Bu dönemde gerçek yaşamda dahi doktora rastlamak olasılığı zayıf. Anadolu’nun küçük kasabalarında ise imkânsız. Durmadan yeni tıp fakülteleri açılınca sonunda bugüne gelinir. Doktor artık bulunmaz Hint kumaşı olmadığı gibi çağın genel sorunu olan hızlı zenginleşmek tutkusunu yaşamaya başlar.

Toplumun doktoru eski konumunda, yani merhametli, koruyucu, gerekirse ücret dahi almayan biri olarak algılaması ve çaresiz dertlere onun deva olabileceğini düşünmesi arka planda devam eder. Oysa doktorların sayısal artışına rağmen eski dertler artık kolayca çözülememektedir, çünkü gerçekte yeniçağın dertleri eskilerinden farklıdır.

Zorlaşan ekonomik koşulların beklenen götürüsü

Böylelikle sağlık ocakları aile sağlığı merkezlerine dönüştürülür, sağlık ocağı yapılanmasında Dr. Nusret Fişek’in koyduğu koruyucu hekimlik yerini erken tanı doktorluğuna terk eder. Aile hekimliği bir zamanlar Tıpta Uzmanlık Sınavı ile girilen üç yıllık dal olmaktan çıkartılarak doğrudan verilen bir konuma dönüşür. Elbette iyi doktorlar hâlâ vardır, lakin sayıca azalırlar...

Yeni başlayan meslektaşlar ekonomik koşulların zorlaşması nedeniyle artık zordalardır. Büyük kısmı olanla yetinir, ama eskisi gibi şefkatli olmaları beklenemez. Küçük bir kısım ise esas mesleği uygulamak yerine yakın zamanların getirisi olan kozmetik uygulamalara yönelir.

Doktor hastadan ne bekler?

Her ne kadar hastaların doktorlardan beklentileri üzerine odaklansak da elbette doktorların da hastalardan beklentileri vardır. Mesleğini gerçekten seven, hastası için iyisini yapmaya çalışır, ama iyisi denen kavram her zaman hastanın ya da yakınlarının beklentisini karşılamayabilir. Örneğin hastaneye yatırılmak isteyen herkese benim verdiğim yanıt, tavsiye etmediğimdir, zira hastaneye yatmak fazladan bir fayda yaratmayacağı gibi hastanın düzeninin bozulmasından hastane enfeksiyonuna varabilecek riskleri de ciddi biçimde artırır.

Oysa hastanın beklentisi, tıpkı arabanın servise bırakılması gibi, bir şekilde "hastanın toplanacağı"dır. Bu düşünce tamamen yanlıştır! O halde doktor, hasta ve yakınlarından akla uygun sınırlarda kalmalarını bekler.

Aynı şey hastanın iyileşme sürecindeki aceleciliği için de geçerlidir. Onlarca yılda gelişmiş hastalığın üç gün içinde düzelmesinin mantığı yoktur. Bu beklentinin daha uç noktası elbette doktoru bir şey bilmemekle ya da beceriksizlikle suçlamak olacaktır, oysa tıbbın hastalıklar karşısındaki konumu bellidir. Hastalık doktorun yardımıyla daha kolay iyileşir, ama iyileşme hali hastaya ait bir yetidir. Doktor kötü durumda olan, yani rezervi bulunmayan hastayı iyileştiremez, bilakis daha çok çekmesine neden olabilir. O halde doktor iyileşmek için bir yardımcıdır, bir zaman mühendisi değil. Zaman kavramını bugüne dek aşabilen kimse olmamıştır.

Hasta kuşkusuz doktora kolay erişebilmek ister. Daha doğrusu hasta bir doktor bellemeyi ve onunla devam etmeyi isterken görev yeri değişiklikleri, rotasyonlar gibi nedenlerle aynı doktora rastlaması genellikle mümkün olmaz. Oysa her insani ilişkide söz konusu olacağı üzere doktor ve hasta bağı bir süre sonra kendiliğinden kurulur. Mesleğini seven ve hastasını kollamaya çalışan doktor kendisine telefonla erişim hakkını da tereddüt etmeden hastaya teslim eder, ama bir şartla, hasta bunu kötüye kullanmamalıdır. Gecenin bir saatinde aslında günlerdir olan bir şey için aramaya kalkan, akşamın on birinde 'Hasta ne yesin?' gibi afaki sorular soran hasta ve yakınları doktor için dayanılmaz derecede iticidir. Gerçek sorun baş üstünedir, ama doktor başkalarına da hizmet verebilmek adına kendini ağlama duvarına çevirenlerden uzak durmak zorundadır.

Bizim özel piyasayla, muayenehane hekimliği denen alanlarla ilişkimiz çok sınırlıdır, ama doktor, “parasını verdik nasıl olsa” düşüncesindeki hastaları ciddi tehdit olarak görür. Doktor en hatırlı hastasıyla bile ona kendisini satın aldığı düşüncesini hissettirdiği anda bağını koparır. Bu nedenle muayenehane hekimliği kamuda ya da üniversitede çalışmaktan çok daha meşakkatlidir; sınır bilmeyen hasta olasılığı hep bir kenarda durur.

Diğer doktorları bilmem, ama benim için geçerli bir diğer kural da hastanın doktorlara değer vermesidir. Telefonunuzu verip erişim kolaylığı sağladığınız, her ihtiyaç duyanı 'yarın sabah gelebilirsiniz' şeklinde yanıtladığınız ya da habersiz geleni 'randevunuz yok' diye geri çevirmediğinizde, ben içten içe hastadan jest beklentisine girerim. “Ay size nasıl ulaşacağımızı bilemiyorduk, mailimize hemen cevap verdiniz, hemen ertesi gün sabah çağırdınız” demeyi bilen, yani şükrana boğulmuş hasta ya da yakınının, ”bu iki simidi de size aldık, açsınızdır diye düşündük” ya da daha iyisi, “Bu mamaları da kedilerinize aldık” jestini gösterebilmesi de benim saplantımdır. “Dün geldik sizi bulamadık” sözü ise dünyanın bin bir türlü hali dikkate alındığında çok kırıcıdır.

Hasta doktoruna inanmayı ne kadar istiyorsa samimi bir doktor da hastasına güvenebileceğini o kadar hissetmelidir.

İyi bir doktorun özellikleri nelerdir?

Bizim yaşımızdakilerde doktor algısı daha çok Yeşilçam sineması ile çerçevelenmiştir, o nedenle şefkatli, gerekirse eve gelen, imkânlar kısıtlıysa para da almayan bir Nubar Terziyan hayal ederiz. Sonraki nesil ise televizyon dizileriyle formatlanmıştır: İşe odaklı, zaman zaman mucizeler de yaratabilen bir doktor algısı ortaya çıkar. Gerçek dünyada ise doktor söz konusu olduğunda genellikle unvanına bakılır ve doçent ya da profesör olması aranır, oysa gerçekten iyi bir doktorun bu unvanlarla alakası yoktur. Unvanlar kişilere mesleki başarılarından ötürü değil, konuyla uzaktan alakalı belli kriterleri sağlamaları durumunda ders verme yetkisine sahip olmaları için atfedilir. Zaten ikilem de burada çıkar. Kendini bütünüyle öğrencilerine ve derslere veren bir doktorun mesleki deneyimi kısıtlanacaktır ya da tam tersine mesleğini uygulamak için çok çalışan bir doktorun ders verecek zamanı kalmayacaktır. O nedenle unvan iyi doktorluk için ikinci dereceden önemlidir, esas olan mesleki becerisidir.

Biz eğer öğrenciye ne yapacağını değil de neyi yapamayacağını öğretmişsek bu başarıdır, önemli olan sınırını bilmektir. Nasıl peynir bir olgunlaşma aşamasına giriyorsa mezun olmuş öğrenci de deneye yanıla bir olgunlaşma sürecine girer. Rahmetli Prof. Dr. Kaya Çilingiroğlu’nun,

“Uzmanlar bana bir şeyler sormazlar, nasıl olsa sorumluluk bende, ama doçent olduklarında sormaya başlarlar, çünkü soruna hakim olamadıklarını anlarlar” saptaması geçerlidir.

Günümüz dünyasında kimin gerçekten hasta olduğu kimin hastalandırılmaya çalışıldığı bilinmez, tetkik fazlalığı tabloyu iyice bulandırır. İyi bir doktor da kimin ciddi sorunu olup olmadığını çok kısa sürede anlamak durumundadır. Rahmetli Prof. Dr. Ercüment Özdoğan’ın saptamasıdır, “hasta odaya girip de önünüzdeki sandalyeye oturana kadar durumu anlamadıysanız bir daha anlamanız çok zordur” der. Mezuniyet aşamasına gelmiş doktor adayından ikinci beklentimiz de sadece bunu becerebilmesidir.

Doktorluktan hekimliğe

Tıp uzaktan çok karmaşık görünür. Yüzlerce hastalık vardır, dizilerde de çok nadir görülenleri işlenir. Oysa ortalama bir doktorun bilmesi gereken hastalık sayısı bonkör bir tahminle otuzu geçmez. Üstelik bu otuz hastalığın en az yarısı zamanla kendiliğinden iyileşir ya da diğer bir deyişle remisyona girer. Dolayısıyla doktor bu otuzu dışlayıp hâlâ bir şeylerin doğru olmadığını fark edebiliyorsa iyi bir doktordur ve hastayı bir üst basamak sağlık kuruluşuna yönlendirir. Kötü bir doktorsa ya hepsini üst basamağa gönderir ya da hatalı tanıda ısrar ederek hastaya bedel ödetir.

Şefkatli olmak, iletişim yollarını açık tutmak, imkânı olmayanlar için de elinden geleni yapmak ise doktorluk değil kişilik özellikleridir. Doktor bunlara da sahipse o zaman hekim unvanına erişmiş olur."

***

Bir yerde okumuştum, “Ameliyatların gelişmiş bilgisayarlar tarafından yapılıp doktorun sistemden çıkartılmasına ne diyorsunuz?” diye. Soruyu Yavuz Hocam'a yönelttim. Cevabında bana “Bu robotik vb. konuların aslında tıpla alakası yok, bunlar teknik gelişmeler. Uzaktan da ameliyatın mümkün olacağı iddiaları geçersiz, mutlaka bir ekip mevcut olmak zorunda. Komplikasyon çıkarsa kim müdahale edecek? Doktorlar hastalarla insani ilişki kurmayı zayıflattıktan sonra kendi prestijlerini de yitirdiler. Ha bu arada bir robotun dikiş atması da uzaktan kumandalı bildiğimiz dikişmiş, çok güldüm, overlok geçmesini beklerdim halbuki.”

İnsani yaklaşımların, sevgi, şefkat ve karşılıklı anlayışın, yapacağımız empatinin toplum olarak yaşamı çok daha uygarca, barış ve huzur ortamında geçirmemizi sağlayacağı aşikârdır.

Noktayı Hintli mistik guru Osho'nun sözü ile koyalım, "Sadece şefkat iyileştiricidir, çünkü insanın içindeki tüm hastalıklar sevginin eksikliğinden kaynaklanır."

Bu güzel duygularla, sağlıklı, huzurlu, güzel günler dileğiyle.

16 Ekim 2024

Heybeliada