Milo Venüsü'nün Osmanlı Topraklarında Başlayan Tesadüfi Yolculuğu
"Çok geçmeden Paros'un en güzel mermerinin sayısız parçasıyla karşılaştım. Mimarlık, heykeltıraşlık, kafası birkaç kez değiştirilmiş bir büst, özenle işlenmiş bir ayak, en mükemmel tarzda yontulmuş ve kafası, elleri ve ayakları olmayan drapeli iki heykel."
Sene 1820. Bir bahar günü Yunanistan’ın Güney Ege bölgesinde
bulunan Milos Adası’na demirleyen Fransız donanmasından Antik
Yunan'a ilgili genç subay Olivier Voutier, adadaki tiyatro
kalıntıları arasında dolaşırken gördüklerini işte böyle
anlatmaktaydı.
"Çok geçmeden Paros'un en güzel
mermerinin sayısız parçasıyla karşılaştım. Mimarlık,
heykeltıraşlık, kafası birkaç kez değiştirilmiş bir büst, özenle
işlenmiş bir ayak, en mükemmel tarzda yontulmuş ve kafası, elleri
ve ayakları olmayan drapeli iki heykel."
Olivier Voutier (1796-1877)
Fransız donanma subayı Voutier gördüklerini anlatmaya şöyle devam eder,
“Yakınlarda, ismini sonradan öğrendiğim köylü Yorgos Kentrotas, tarlasının etrafındaki duvarı güçlendirmek için taş aramaktaydı. Yirmi adım ötemizdeki bu adam, yükselen zeminin altına gömülmüş küçük bir şapelin kalıntılarından taş çekiyordu. Durup deliğin dibine dikkatle baktığını görünce kendisine yaklaştım. Az önce kötü durumdaki bir heykelin üst kısmını ortaya çıkarmıştı ve bu parçayı inşaatta kullanamayacağı için üzerini tekrar molozla kapatacaktı.
Birkaç kuruşluk bahşişle onu
dışarı çıkarmasını sağladım. Heykelin kolları yoktu. Burnu ve
saçının topuzu kırılmış, fena halde de kirlenmişti. Yine de ilk
bakışta dikkat çekici bir eser olduğu fark ediliyordu. Adamıma
diğer kısmı aramasını söyledim, kısa süre sonra onu da bulduk.
Heykelin parçalarını birleştirdim. Milo Venüsü'nü gören herkes o an
hissettiğim heyecanı tahmin edecektir."
Yorgos, heykelin üst kısmını Fransız subayların görmeye geldiği ahıra taşıdı. Böylece Venus de Milo'nun ilk sergisi bir ahırda gerçekleşmiş oldu. Heykeli seyreden subaylardan bazıları burun kıvırırken bazıları da tam tersine, bunun çok özel bir eser olduğunu söylemekteydi.
Sonuç olarak bunun hayranlık uyandıran bir heykel olduğu fikri ağır bastı ve sonrasında yapılan aramalarda bu oyuktan nice oyma sütunlar ve sayısız mermer parçaları çıkartıldı.”
Hikâyenin geri kalanı, satın alma işlemleri için devreye giren bir düzine insanla birlikte karmaşıklaşmaya başlar. Köylü Yorgos, akıcı biçimde Yunanca konuşan Fransız konsolosuna heykeli satın almasını teklif eder. Pazarlıklar sonunda anlaşma üzerinde mutabakata varılır, ancak adadaki Fransız yetkililerin hiçbirinin satın alma işlemini tamamlamak için yeterli parası veya yetkisi yoktur. Onlar üstlerine başvururken kendi duvarı için taşa ihtiyacı olan Yorgos da ödülünü beklemektedir.
Sultan II. Mahmud devreye giriyor
Ada o dönemlerde Osmanlı İmparatorluğu’nun bir parçasıydı. Fransız donanma subayları heykeli satın almak için para ve yetki beklerken Yorgos'un endişesi artmıştı. Bu karışıklık içinde Yorgos’a bir teklif daha gelir. Teklif, adanın hükümranı Osmanlı yönetiminden gelmekteydi.
Osmanlı ile Fransa arasındaki heykele sahip olma mücadelesi gizliden gizliye, ama son hızla devam etmekteydi. Heykeli bulan donanma subayı Voutrier, Milos'taki Fransız konsolos yardımcısı Louis Brest'i, birkaç denizci ve deniz subayıyla birlikte heykelin olduğu yere götürür. Görmeye gelenlerden biri Jules Dumont d'Urville adında bir deniz subayıdır. Bir klasikçi olan d'Urville, heykelin kimliğini ve keşfin önemini fark eder ve ne kadar yetkili varsa her birini durumdan haberdar ederek uğraşıları sonunda onları heykelin satın alınması gerektiğine ikna eder.
Fransız subayların bu uğraşıları sürerken, Yorgos, Osmanlı'dan aldığı teklif üzerine heykeli Sultan II. Mahmud’un Orta Doğu’daki donanmasının tercümanlığını ve rehberliğini yapan Nicholas Mourousi’ye satmaya karar verir, ancak Fransız Büyükelçisinin kendisi olmasa da temsilcisi Vicomte de Marcellus bir şekilde hızır gibi yetişir ve heykel tam İstanbul’a doğru yola çıkmak üzereyken satış işlemi durdurulur. Sultan II. Mahmud bu olaya o kadar sinirlenir ki Nicholas Mourousi’yi donanmanın önünde idam ettirir.
Osmanlı ve Fransız ilgililerinin aralarında yaptıkları tartışma ve görüşmelerin ardından durum çözülür, Yorgos da ödemesini nihayet cebine koyar. Zaten onun için Fransızmış Osmanlıymış, parayı kimin verdiğinden çok parayı alabilmektir önemli olan.
1821’de heykeli Güney Fransa’da bir liman kenti olan Toulon’a götürmek için bir gemi gönderilir. Heykel, Fransa Kralı XVIII. Louis’ye sunulur, o da heykeli Louvre Müzesi'ne bağışlar.
Milo Venüsü'nün gövdesi bacakları üzerine oturtularak Louvre Müzesi'nde eski eserlerin korunduğu ve teşhir edildiği salona yerleştirilir ki heykel bugün de aynı yerdedir. Avrupa müzelerini süsleyen birçok değerli eser gibi Venüs heykeli de Osmanlı Devleti'nin sınırları dahilinde bulunmuş olmasına rağmen yabancı bir ülkeye kaçırılmıştır.
Heykelin 19. yüzyılda kazandığı eşsiz ünde Fransız hükümetinin payı da önemlidir, zira 1815 yılında Fransa, Napoléon Bonaparte tarafından ganimet olarak ele geçirilen Mediciler'in ünlü Venüs heykelini İtalya’ya geri vermek zorunda kalınca, onun yarattığı boşluğu Milo Venüsü'üyle doldurmak istemiştir. O dönemden beri pek çok sanatçı Milo heykelini kadın güzelliğinin ideal örneği olarak yorumlamıştır.
Milo Venüsü heykeli neden çok meşhur?
İki nedenden dolayı. Birincisi, Yunan heykellerinin çoğunun müze etiketinde 'Kayıp Yunan orijinalinin Roma kopyası' ibaresi yer alır. Orijinal Yunan heykelleri o kadar nadirdir ki müzelerde bunların yerine Roma kopyaları sergilenir. Romalılar şehirlerini ve evlerini Yunan şaheserleriyle süslemeye pek istekli olduklarından binlerce mermer kopya üretmişlerdir. Ancak burada kopya, sahte anlamına gelmez, kaliteli kopya anlamına gelir.
Mermerin ne kadar kırılgan olduğu göz önünde bulundurulduğunda bunun rastgele imal edilip kırılmış bir heykel olmadığını anlıyoruz. Milo Venüsü, farklı kalite derecelerinde yapılmış Roma kopyalarından biri değil. O, Antik Yunan heykel sanatının en önemli örneklerinden. M.Ö. 100 civarında yaratılmış bir Yunan şaheseri. Vénus de Milo, var olan en iyi korunmuş Yunan heykellerinden biri.
İkinci neden ise şöhretinin kasıtlı olarak üretilmiş olmasıdır. 1821'de Fransa, Napolyon savaşları sırasında el konulan devasa sanat ganimetlerini iade etmek zorunda kalınca Louvre Müzesi boş kalmıştır. Semadirek Kanatlı Zaferi henüz bulunmamıştı ve Mona Lisa, binlerce tablo arasında Louvre'da bulunan beş Leonardo da Vinci tablosundan biriydi.
Yunan başyapıtları söz konusu olduğunda British Museum eski bir Yunan harikası olan Parthenon veya Elgin Mermerleri'ni sergilemekle övünebilir. Louvre'un ise rekabet edebileceği neredeyse hiçbir şeyi yoktu, ta ki Vénus de Milo gelene kadar.
Dip Not: Milos Adası'nda bulunan tapınaklar ve heykellerin asırlardır yavaş yavaş ortadan kaybolmasının nedeni bu antik harikaların sökülüp ev veya duvar yapımında kullanılmasıdır. Özellikle heykellerde kullanılan ince mermer pişirilerek en iyi kireç elde edilir. Çeşitli mermer parçaları mağara benzeri nişlerde yüzyıllarca kalmış, unutulmuş, muhtemelen kireç ocakları için ayrılmıştır.
Prof. Dr. Erdem Denk'in Louvre Müzesi'ndeki 1 dakikalık Milo Venüsü videosu
Louvre Müzesi'ne 1.5 dakikalık kısa bir bakış
Ayhan Sicimoğlu'ndan Milos Adası (anlaşılan onun tercihi Afrodit)
5 Eylül 2024
Heybeliada