Etik ve Dilemma
"Gıda ve sağlık. Bunlar birbirleriyle doğrudan bağlantılı. Bunlar ekseninde son zamanlardaki en ciddi sorun nedir sizce?" dediler. "Beyaz gömlekliler," dedim. "Anne bloggerlar. Bir de iyilik hareketleri."
İçleri tamamen boşaltılmış, dejenere olmuş, gördüğünüz anda
"Eyvah, şimdi dolandırılacağım!" duygusunu uyandıran şeyler bunlar
artık. Hayır, doktorlar değil, annelik değil, insanların iyilik
duygusu da değil. Bahsettiğim şey bunların temalarını,
kostümlerini, insanlar üzerinde uyandırdığı güzel duyguları arsızca
istismar edenler. Bunları, diplomasını, anneliğini, toplumdaki
sorunları kendilerine, bence tamamen haksız bir kazanç kapısına
çevirenler.
Beyaz gömlekliler şu: Kırgızistan filan, herhangi bir isimsiz
üniversiteden, muhtemelen de bir kez bile gitmeden aldığın uyduruk
bir akademik ünvan ile üzerine giyebiliyorsun bunu, malum. Sen
giymezsin tabii, utanırsın da, işte, arsızı
utandıramazsın.
Bu beyaz önlük üzerinde iken, istersen ünvan aldığın bölüm kalorifer tesisatçılığı olsun, kameranın karşısına geçip, "Ben doktor bilmem kim, elimde gördüğünüz şu ot karışımı midenizdeki yanmalar için birebirdir," diyebiliyorsun. Bir başka iksiri ise tezgah altından, en ciddi hastalıklara gizli bir şifa diyerek binlerce dolara satabiliyorsun. Bunu gören bir diğeri, (meslekten olan lütfen alınmasın, neyi anlattığımı bildiğinizi biliyorum) diyelim ki bir makine mühendisi, o da giyiyor üzerine beyaz gömleğini ve bir de bakmışsınız ki tarım konusunda, hayvancılık konusunda, kanun hükmünde konuşmalar yapıyor. Tabii bir de link! Fason ürettirdiği zeytinyağını, veya uyduruk bir makarnayı, veya beş para etmez atıklardan üretilmiş 'juice'larını satmaya koyuluyor.
Buna bir de 'anne' ünvanını ekleyebiliyor isen artık önünde durabilen kalmıyor. @koşananne, @coşananne... @'meslek' + 'anne'. Böyle olunca otomatik bir güven oluşuyor malum. Çünkü anne bu kişi ve anneler çocukları için kötü bir şey yapmazlar. Peki sizin için yaparlar mı? Neden yapmasınlar? Sizin çocuklarınızı umursarlar mı? Neden umursasınlar? Öyle de oluyor zaten. Bunlar önce bir dalga şeklinde, sosyal medya takipçi sayılarını CV'ye, o CV'yi de işe çeviriyorlar. Reklam alıyorlar, tanıtım yapıyorlar, 'Aaa... Tesadüfen dolaşırken dükkana giriyorlar, karşılarına öyle bir pekmez çıkıyor ki...' Şans işte. Reklamını yaptığı ürünü gerçekten kullanan var mıdır, ben hiç görmedim, ama business is business. Buradaki itirazım sıfatın sömürülmesidir. Anneliğin sömürülmesidir.
(Bir adım ileriye geçenler "... anne" şeklindeki markalar ile gıda ürünleri çıkarıyorlar ki imaj ve içerik arasındaki uçurumun karşılığını Allah'tan bulmalarını dilerim.)
Allah'tan bulmalarını dilediğim üçüncü grup, bir soruna odaklandığını kendine imaj seçerek, "Haydi sen de destek ol bize!" bağışlarını toplayanlardır. Bu bağışların bir bölümü ile vitrin düzenlemesi yapıp büyük bölümü ile kendilerine ve çevrelerine servet yapanlar. Bataklığı kurutmak için tek bir sahici adım bile atmayıp bataklıktan beslenmeyi kendilerine iş yapanlar. Ben bugüne kadar bir tanesinin bile çıkıp, diyelim ki sağlık konusunda, "Ey toplum, market raflarındaki çöpleri yiyip içmeyin, semt pazarlarına gidin, basit üreticilere gidin... Temiz havada vakit geçirmeye gayret edin, sigara vesaire, ne olursunuz hayatınızdan çıkarın. Meşrubat içmeyin, buz gibi su için, evde yaptığınız ayranı için. Bu işler öyle çok komplike değil hasta olmazsınız..." dediğini görmedim.
Bataklık kurursa bağışlar kesilir, bağışlar kesilince taş mı yesinler?
Tabii ondan sonra konuşma, "Bizlik değil bu işler. Bizi alsınlar, yönetsinler, öğretsinler..." yörüngesine girdi ki hem çok üzüldüm hem de hayır, çare filan değil böyle şeyler. Bilakis 1940'lardan, 1950'lerden beri Türkiye'nin tarımsal üretiminin parça parça çökmesinde, hayvancılığın çökmesinde, gıda kalitesinin seviye seviye aşağı düşmesinde temel sebeplerdir dışarıdan gelenler. Ve biz 'ilkel' toplumu, çağ dışı kalmış sistemlerimizi sözümona düzeltmek için olmayacak yolları çizenler. Dünya Bankası gelip adam etmeyecek bizi. Hayır. Hiçbir zaman etmedi. Avrupa Birliği? Hayır. Bu kurumsal yapının derdi, "Bunlar kendilerine çeki düzen versinler, ileriye gitsinler, hepimiz kardeş olalım..." filan değil ki. Kendi çıkarını korumak, kendi menfaati için çalışmak. Başka ne beklersin ki?
Tabii kaçınılmaz olarak bu memleket nasıl kurtulur konusu var. Bilmiyorum, dedim, nasıl kurtulur. :) Ama tarım alanında yapılabilecek şeyler var. Tarım gibi çok temel, en temel sahanın birazcık bile olsun düzelmesi ile de eminim ki düzelecek çok şey var.
Planlama,fakat ciddisinden. Her şeyden önce herkesin anlayabileceği, üzerinde mutabık kalabileceği şekilde yapılmalı.
Çalışan, ama aslında çalışmayan, veya zaten hiç çalışmamış olan yüz binlerin potansiyeli var ortada. Devletin de elinde milyonlarca dönüm ekilebilir arazi, bomboş tarla... Bunlar bir araya getirilmeli. Lisedeki her genç, mesela, bir yaz, bir sömestr bile olsa tarımsal üretimin içine dahil edilmeli. Hem hayatta kalma temel becerisi de olur. Tarımdaki en büyük sorun sosyal haklar sorunudur, bu hakların yokluğudur. Kimseye tarlada sigorta yapılmazsa tarım kimse için cazip olmaz, insanlar fabrikada işçi olmayı bin kez tercih ederler. Buna çözüm bulunmalı.
Kooperatiflerin önünde ne kadar engel varsa kaldırılmalı. Kooperatif kurmak bir WhatsApp grubu kurmak kadar kolay olmalı, ancak bu kooperatiflerin ekim-dikim dışındaki saçma sapan işleri yapması ciddi biçimde yasaklanmalı. Cezalandırılmalı. Hem de ağır ve can yakıcı şekilde... Şehrin halinden vişne alıp vişne reçeli yapmak ve bunu da 'bilmemne kadın kooperatifi' diye pazarlamak olmamalı kooperatifçilik. Tarımsız alanlara vişne ağacı dikmek mesela, buradan başlatılmalı.
Lafta değil özde sevmek lazım ülkeyi, milleti, toprağı... Belki de en büyük eksiğimiz buradadır dedim.
Bize bizden fayda var, bunu da bilin.
Böyle. :)
30 Ağustos Zafer Bayramı kutlu olsun.
***
Pınar Kaftancıoğlu