Bir Zamanlar Atina
Bazen dalarsın, eski günlere gider, bakmak istersin fotoğraflara. Karıştırırsın albümleri, gördüğün bir fotoğraf birdenbire alır götürür seni yaşadığın o günlere, düşündürür...
Bir de bakmışsın hipokampusun derinliklerinden,
flashback sahneleri gibi yağmaya başlar anılar. Görseller
gözünün önünden geçer bir bir. Zaman nasıl da rüzgâr gibi uçmuş
gitmiş dersin kendine. (Albümler eskilerde kaldı, şimdi
telefonlarda fotoğraflar. Google fotoğraflar da gönderir ara ara
geçmiş gün anılarını.)
Bir Yemek ve Bir
kadın
Eylül 1981, cebimde devletin verdiği gri pasaport, Piraeus (Pire) Limanı'nda özel bir yemek davetindeyim. Tam da genel seçim arifesinde, sokaklar seçim propagandası coşkusuyla dolu. Masamızda güzelliği ve zarif duruşu ile hepimizi büyüleyen genç bir kadın: Parti liderlerinden Papandreu’nun seçim kampanyasını yürütüyor. Yemek sonrasında kendisine “Bir gün yolunuz İstanbul’a düşerse bekleriz, belki Boğaz’da bir balık lokantasında şereflendirirsiniz bizi” mealinde bir şeyler dedim.
Masamızdaki bu hanım söz aldığında hepimiz susup onu dinliyorduk. Konuşması da kendisi gibi etkili ve göz alıcıydı. Masadaki tek kadındı ve liderliği çoktan ele geçirmişti bile. Tüm bakışlar ondaydı. Masada gizli bir yarış vardı adetâ, ismi konmamış. Ciddi ve şık giyimli beylerin hepsi daha fazla vakit alma çabasındalardı.
Ayrılık yaklaşırken söylediğim “İstanbul’a gelirseniz bekleriz" sözüm havada kalmamış, cevap olarak "Tabii, memnuniyetle. Gelirsem kesinlikle sizi arayacağım” demişti.
Birkaç hafta geçmişti ki çalan telefonda bu hanımın sesi: Gelmiş İstanbul’a, "Akşam birlikte yemek yiyebiliriz" diyordu. "Elbette" dedim, heyecanlı bir ses tonu ile, “Yalnız bu gece bizim denizcilik camiasından arkadaşlarla buluşma gecesi. Ne dersiniz, bir çiçek altı böcekle aynı masayı paylaşmaya?" Soruyu biraz da çekinerek yöneltmiştim, ancak hiç beklemediğim şekilde coşkulu bir evet döküldü ağzından.
O gece çiçekli böcekli masamızda zaman hızla akmış, sohbet derinleşmiş, espriler fıkralar anlatılmaya başlanmıştı bile. Atina’da seçim kampanyası yürüten bu kadın o gece kahkahaları, yassu vire diyerek kadeh kaldırışı, anlamlı bakışları, anlattığı fıkraları ile masadaki denizcilerle keyifli bir gece geçiriyordu.
Bana gelince, Boğaz'da bir balık lokantasında bire bir yemek yerine, asırlık arkadaşlarımla yaşamış olduğum o gece benim unutulmaz anılarımda kaldı, tüm güzellikleri ile. Bugün bile iyi ki derim o yaşadığımız geceye.
İstanbullu Rum Dostlarla Bir Gün
Boğaz çocuğu idik biz. Rum dostlar, özellikle uzun yaz günlerinde dolarlardı Sarıyer, Büyükdere, Tarabya sahillerine. Çok güzel dostluklar yaşamıştık o güzelim insanlarla. Kültürleri, yaşam tarzları da hoşumuza gider, meyhanelerinde, balık restoranlarında keyifli zamanlar geçirirdik.
Zamanla eksildiler. 1955, 64 ve 74 yıllarında yaşanan olaylardan sonra iki yüz binden bugünlerde tahminen sayıları iki binlere düştü. Engin Aktel’in Burgazadalı Rumlardan anlarında kalanları yansıttığı, duyguları dile getiren “Yine Depreşti Eylüllerim” adlı şiirinden bir bölümü paylaşmak isterim:
Yine Depreşti Eylüllerim
Çocukluk yıllarımı anıyorum bir
pencerenin ardından.
Eylül`ü hatırlıyorum.
Kayıkların limanda sevinç içinde dans ettiklerini.
Mavromatı`nin evinden gelen kısık sesli bir Rumca şarkıyı. “Anapse
to cigaro, dose mu fotia”
Madam Levi`nin bahçesinden yükselen “hava nagila”yı
Bekçi Halit amcanın oğlu Çetin`in kısık sesle söylediği
şarkıyı,
“gezdiğim dikenli aşk yollarında.
elimden bir kırık saz geldi geçti”
Bakkal Niko`yu, kasap Kiryako`yu .
Hele Aret`in Hohler marka akerdeonundan çıkan bir comparsita,
ayaklarımıza hırsla dolanırdı.
Gençtik, kıpır kıpırdık, toyduk.
Bir kızın elinden tutacağız diye ne uğraşır drurduk.
Şarabın ayrı bir lezzeti vardı.
Rakı desen kadehlerimizde ağlardı.
Hava atardık ama beceremezdik içmesini.
Bir anı olarak asıldı duvarlara
Biliyorum kalbin hala burada atıyor
Hayallerinle yaşıyorsun
Yine depreşti Eylüllerim
Engin Aktel
Atina’ya dönersek, Bebek’te doğmuş büyümüş Kosta, DBCargo gemilerinin Yunanistan limanları genel acenteliğini yapıyordu. Orada bulunduğum anları değerlendirme adına ondan beni İstanbullu Rumların bulunduğu mahalleye götürmesini istedim. Ertesi günü birlikte eski İstanbul günlerimizi, birlikteliklerimizi yad ettiğimiz, yassu vre eşliğinde tatlı sohbetler ettiğimiz, İstanbullu Rum dostlarla vaktin nasıl geçtiğini fark etmediğim unutulmaz bir gün olmuştu. Yassu, haydi pame derken bile gözlerindeki hasret, hüzün, yaşadıkları travmalar yüzlerine yansımaktaydı.
Bulundukları semt yine Boğaz’ı anımsatan Palaio Faliro adlı semtte idi. Ayrıca Nea Symirni, Nea İyonya, Nea Poli gibi ülkemizi anımsatan trafik tabelalarına da rastlamıştım. Her ne kadar İstanbul ve kültüründen kopmamışlarsa da gittikleri her yerde kendi küçük İstanbullarını kuruyorlardı, yemeklerini, mezelerini, müziği, samimi dostluklarını devam ettirerek.
Müziği severim, her çeşidini. Fasıl heyetinden, Fransızca şarkılara, tangodan rock and roll’e kadar, ancak Karadeniz melodileri gibi insanı coşturan ve neşelendirirken aynı zamanda duygulandıran Rum müziğinin yeri de bende ayrıdır. (Yazı sonunda beni havalara sokan melodilerin videosunu bulabilirsiniz.)
Turko Limani
"Atina’ya gelip de Turko Limani’de bir lunch yapmadan İstanbul’a dönülmez" diyen Kosta bana yine harika bir zaman dilimi sunmuştu, İstanbullu birkaç yakın Rum dostla. İç içe koylarla bezenmiş Pire Limanı'nın en mutena yerlerinde, pitoresk kesimde yer alan ve Mikrolimano olarak da anılan limanda, taze balıkları ve deniz mahsullerinin uzo eşliğinde doyulmaz sohbetlerle yendiği, zihnimde iz bırakan bir gün yaşamıştım.
Kosta, Turko (Mikro) Limani’nin özellikle 60’lı yıllarda çok popüler olduğunu, ünlü armatörler ve iş adamlarının, dünyaca tanınan insanların muhteşem yemeklerin ve manzaranın keyfini doyasıya çıkardıklarını söylemişti. Onasis, Sophia Loren, Anthony Queen, Maria Callas ve niceleri... (Haluk Bilginer ve Angelina Jolie'nin Onasis ve Maria Callas rollerinde oldukları “Maria” adlı film Ağustos 2024’de vizyona girdi.)
Her daim insanların ilgisini çektiğini düşündüğüm favori restoranım Zorbas. Denize bitişik, taze balık ve deniz ürünlerini güvenle tüketebileceğiniz, harika manzaralı ve ambiyanslı bir ortam.
Yolunuz Atina’dan Geçerse
Zaman geçirmek isteyeceğiniz birkaç yer ile yazıyı noktalamak isterim:
Plaka: Trafiğe kapalı bu bölge meyhanelerle dolu. Özellikle deniz ürünlerine ve keyfe meraklılar için kalabalıklar arasında bir kere de olsa zaman geçirmeye değer.
Akropolis: Tam tepeye çıkmasanız bile görülmeye, tarihi hissetmeye değer bir yer.
Eteklerinde gezerken
Akropolis yüksek bir kayalık üzerinde bulunan ve büyük mimari ve
tarihi öneme sahip birçok antik yapı kalıntılarını içermekte. Atina
Akropolisi, tüm akropolislerin en bilineni olduğu için
genellikle Akropolis denince tüm dünyada
akla gelen ilk yer. (Akropolisler büyük şehirlerin en önemli
bölgeleriydi. Dini işlevi de bulunan akropolislerde
tapınaklar, hazinedarlıklar ve çeşitli kurumlar da yer
alırdı.)
Tepeye vardığınızda görünen antik yapı kalıntıları
(Torunum İnan, annesi ile bunu başarmıştı. Kasım 2011)
Arkeoloji Müzesi: Antik Yunan sanatına adanmış etkileyici ve çok güzel organize edilmiş, görülesi bir müze. Mitolojik kahramanlar, deniz tanrısı Poseidon gibi Yunan ve Mısır tarihi objeleri ve niceleri...
Lycabettus Tepesi: 300 metre yükseklikte, Atina’nın 360 derecelik manzarasını ufuklara hatta denize kadar görebileceğiniz bir tepe. Teleferikle çıkılıyor, ancak yürümek isteyenler için yol da mevcut. Popüler, turistik bir yer. Bunu yapmak güzel, ama bana göre Atina görülecek, gezilecek, yiyip içip müziğini dinleyeceğiniz tavernaları ile bu tepeden görünen manzaradan daha güzel.
Beni Duygulandırıp
Havalandıran Parçalar
- Leylim Ley
Yunanca bu versiyonu harika!
- Palyaci (O paliacis)
- Taksicis (O taxitzis)
4 Ocak 2025
Suadiye