Beyaz Geceler (Dostoyevski, Hermitage, Puşkin)
St. Petersburg’a ilk gidişimde belleğimde kalan geniş caddeler, harika bir şehir mimarisi, çok geniş caddeler, köprüler ve tamamı buz tutmuş nehirler. Aylardan Aralık sonu, hava karanlık, ısı eksi otuzlarda ama taze ve diri ve de müzeler, saraylar, bale ve buzda danslar...
1986 yılının sonuydu, Sovyetler Birliği'nin katı rejimi hüküm
sürmekteydi. Rejim propagandaya çok büyük önem verdiğinden gezi
programı da bayağı yüklüydü. Türkçe bilen bir Rus mihmandar kız
sabahın erken saatlerinden gece geç saatlere kadar eline verilmiş
programı uyguluyordu biz turist grubuna. Grande Çar Petro’nun 1703
yılında kurduğu bu şehirde heykeller dahil her şeylerini göstermek
ve belletmek istiyorlardı. Tabii şehrin adı Bolşevik ihtilali
lideri Lenin’in adını taşıyordu ki bu birliğin dağılımına kadar
sürmüştü. (Leningrad 1917-1991)
St. Petersburg- Nevski caddesi / aynı zamanda kitap satışı yapılan popüler bir kafenin içinden caddenin görünümü. Dostoyevski, Tolstoy, Çehov, Puşkin, Gogol da ilk akla gelenlerden. kitaplar Rusça olmasına rağmen, sayfalarını bile karıştırmak büyük bir haz vermişti bana...
Haziran - 2011
Yıllar öncesinin tamamen bembeyaz kar ve buzla kaplı olduğu bu güzelim kente bu sefer 'beyaz geceleri' yaşamak için haziran ayının ikinci yarısında gittik. Kabataş Erkek Lisesi’nden sınıf arkadaşım asırlık güzel ve can dostum Metin Bener ve eşlerimizle...
Dostoyevski
42 Ada üzerinde 350 köprüsü ile 1703 yılında Çar Petro tarafından kurulmaya başlanan bu kentte beni en heyecanlandıran Dostoyevski’nin “Suç ve Ceza” romanını yazdığı sokaklardan geçmekti. Rehber bir ara işte burada diyordu parası olduğu zaman yaşadığı evin olduğu yer, kumarda kaybettiği zamanlarda da çok daha ucuz bir semtte konakladığını ilave ederekten.
Denizci yazar kaptan Oktay Sönmez “Kazancakis’e Mektuplar“ kitabında şöyle diyordu;
“Durup durup St. Petersburg’da geçirdiğim günleri anlatmak istiyorum. Kısaca söylemek gerekirse Niko, St. Petersburg benim için Dostoyevski, Tolstoy, Çehov ve Gogol’u okumak ya da yıllar önce okuduklarım üzerinde yeniden düşünmek demek oluyor.
Rehberim iri kıyım –hani benim at gibi dediklerimden- bir Rus kadını idi. O da benim favorim olan bu yazarları benim gibi çok eski yıllarda okumuş. Yemekte Dostoyevski’den söz ederken bana “Ben sizde, bir Raskolnikof kişiliği görüyorum” dedi. Şaşırmıştım. Sevinçten mi, negatif bir tepkiden mi hala bilmiyorum. Malum Raskolnikof ihtiyar yalnız bir kadını parası için öldürür. Ama ne anlatımdır o. İnsanın adeta hemen ihtiyar yapayalnız bir kadını öldüreceği tutar. Her neyse rehber hanım nerden anladı ya da hissetti bunu bilmiyorum. “-Siz Suç ve Ceza’daki Raskolnikof’sunuz” deyiverdi pat diye. Ölür müsün öldürür müsün?
Bir süre daha konuştuktan sonra “-E peki Karamozov Kardeşler’i bu masada şuracıkta yazdı. Beni orada o kitapta nereye koyacaksınız” diye soracak oldum iş olsun diye. Hiç düşünmeden “-Dimitri!..” demez mi? Biliyorsun oradaki üç kardeşten, biri Alyoşa olan bir genç papaz, diğeri Ivan tanrı tanımaz apayrı bir tip, öbürü de Dimitri. Tanrının varlığına daha doğrusu var olması gerektiğine adeta bir mecburiyet duygusu ile inanır.“
***
Fyodor Dostoyevski, Beyaz Geceler:
Asuman Kafaoğlu Radikal Gazetesi, kitap eki yazısından alıntıdır. 13.02.2009
Bir Hayalperestin Anıları adlı uzun öyküsünü yazarken, yazar kişiliğini belirleyen olayların bir kısmını henüz yaşamamıştı. Ne hapse girmiş, ne idam edilmeyi beklerken önündeki tutuklunun ölümünü izlemişti; ne de “canlı canlı tabuta konma” olarak adlandırdığı Sibirya’ya sürgüne gitmişti. Başyapıtlarını yazmaya başladığı 1866 yılına daha neredeyse yirmi yıl vardı.
Beyaz Geceler, Dostoyevski’nin dev romanlarının iddiasını taşımaz ama kişiliğini açıkça ortaya koyan sevimli bir eserdir. Daha sonraki yıllarda yazarın üzerinde düşünmeyi sürdüreceği pek çok tema burada yer alır: insanın toplumdaki yeri, üzerindeki baskı, yalnızlık ve hepsinden önemlisi aşk.
Beyaz Geceler, altı bölümden oluşur ve dört gece süren bir aşk hikâyesini anlatır. İlk gece adını asla öğrenmediğimiz yirmi sekiz yaşındaki kahramanın -Dostoyevski’nin yaşı- Petersburg sokaklarında kendi başına gezmesiyle başlar.
Birden karşısına nehir kenarındaki korkuluklara dayanmış, ağlayan bir kız çıkar. Kıza saldıran bir başka adamdan kurtardığı için, birkaç dakika içinde kızın güvenini kazanır ve konuşmaya başlarlar. İlk dikkatini çeken şey kızın sevimli ve güzel olduğudur; hemen ardından kız onu, “güzelliğin yanında hiç bulunmayan bir şey” olarak tanımladığı aklıyla etkiler. Aslında ilk başta onları yakınlaştıran şey, her ikisinin de korkusudur. Bir sonraki bölümde adının Nastenska olduğunu öğrendiği genç kız saldırgan adamdan korktuğu için, genç ise kadınlardan korktuğu için, kol kola girerler, her ikisi de titriyordur. Ertesi gün tekrar buluşmaya karar verirler, kız yalnız ondan bir söz ister: “Ama bakın, bir şartla gelin (...) bana âşık olmayın” der.
Hermitage
Önünde uzun kuyruklar göreceğiniz, giriş bileti bulmanın kolay olmadığı, günlerce, haftalarca gezseniz bitiremeyeceğiniz, sadece gruplar halinde bölüm bölüm gezmenize birkaç saatliğine izin verildiği muhteşem ötesi bir müze.
Çariçe Katerina tarafından 1754'te yapılan 1852'de halka açılan dünyanın en büyük resim koleksiyonunun da bulunduğu üç milyondan fazla eserin sergilendiği müze, saray ve çarların kışları konakladığı yapılar dahil çok büyük bir kompleks.
Müzeye girişten bir kısım…
Gez gez gez bitmez tükenmez aylarca gezsen müzelerin sarayların içini yetmez...
Bir başka görüntü
Bir ara dinlenme anı
Sayısız salonlardan biri
Katerina Sarayı, Puşkin Kasabası
18. yüzyılda Katerina tarafından inşa ettirilen park, saray ve binalar. Aristokrasinin çarlık ailesi ile buluştuğu bu kasabada ünlü şair Alexandr Sergeyeviç Puşkin’in eğitim gördüğü okul da sarayın yanındadır.
Puşkin Kasabasındaki Katerina Sarayı. Deniz kenarındaki yazlık saray. Sarayın içi tam bir müze. Bahçede gezinti süper.
Katerina Sarayı, turistler için devrin kıyafetleri ile fotoğraf çektirme.
Katerina Sarayı, deniz kenarından bir görüntü
Puşkin
St. Petersburg seyahatinden uzun yıllar sonra 2019 kışında gittiğimiz Kars’ta beni bir sürpriz bekliyordu. Meğer Puşkin Kars’a gelmiş!
Puşkin Restaurant giriş kapısında yazılanı okuyunca şaşkınlığım daha da arttı.
Bilinmeyen Ülke. Ey uzak güzel ülke. Ey bilmediğim ülke! Ne kendi isteğimle geldim sana ne de soylu bir atın sırtında, beni, bu yiğit delikanlıyı, Gençliğin ateşi getirdi buraya, Bir de başımdaki taverna dumanları. Alexandr Sergeyevich Pushkin
Çok tatlı anılarla dönmüştük bu güzelim şehirden...
Türkiye’ye göç etmiş Kalipso Polihroni isimli bir Rum kızından çok sayıda Türkçe şarkı ve şiir öğrenen Puşkin baskılı rejimden bir bakıma kaçmak için 1829 yılında Osmanlı-Rus savaşı nedeni ile cepheye gitme izni almıştır.
İşte bu savaş sırasında Kars ve Erzurum’a yolu düşmüş olup 1839 yılında “A Journey To Arzrum “ (Erzurum Yolculuğu) kitabı yayınlanmıştır. Türkçe basımı ilgi duyanlar için; https://www.iskultur.com.tr/erzurum-yolculugu.aspx
Gözlemlerini aynen yansıtan, savaş alanında gördüklerinin kendinde yarattığı üzüntüleri, insani bakışları, yolda yatan bir Türk gencini anlatırken kullandığı “18 yaşlarında bir delikanlı, tazeliğini henüz yitirmemiş bir kızınkini andıran solgun yüzü, tozlar içinde sarığı, traşlı ensesinde kurşun yarası” gibi sözcükleri ile büyük şairi çok güzel betimlemektedir.
”Büyük bir yazarın insancıl bakışını yansıtan bu gerçekçi betim, bir savaş alanı görüntüsünü bütün tarih kitaplarından çok daha belirgin ve elle tutulurcasına gözler önünde canlandırmaktadır.” Ataol Behramoğlu
1831 yılında çok büyük aşkla evlendiği eşi Natalya Gonçarova’nın adının Charles d'Anthès isimli bir Fransız ile flört dedikodulara karışması nedeni ile Ocak 1837 de girdiği düelloda 38 yaşında hayatını kaybeder.
Fethi Denizmen
Heybeliada
30 Ekim 2020