Kültür-Sanat

Beşik Kertmesi

Hacer ile Kenan şirin mi şirin, tatlı mı tatlı iki Karadeniz bebeği olarak birbiri ardınca dünyaya geldiler.

(Bilâl)

[...]

Aileleri kapı bir komşuydu, hatta bebelerin ana-babaları çocukluk arkadaşıydılar. Çok şükür, bu güne kadar sevgi ve muhabbetlerinden bir şey eksilmemişti. Aksine, son doğum olayından sonra muhabbetleri daha da arttı. Birlikte sevindiler, birlikte coştular, hatta 'bu işte bir keramet vardır' diyerek, iki aile bebeler için beşik kertmesi¹ bile yaptılar. Artık Hacer Kenan’ın, Kenan ise Hacer’in olacaktı, ömür boyu!

Bebeklerin her ikisi de sarı saçlı ve mavi gözlülerdi. Gören bir anda kardeş olduklarına hükmederdi. Sarı saçlar lüle lüle, gözler deniz mavisiydi. Her ikisi de güzel, sağlıklı ve çok sevimlierdi.  Ailelerin başka bebekleri de vardı, ama bunlar ilk bebekler olarak ayrıcalıklarını hep korudular. Sırf bu bebekler yüzünden aileler birbirlerini akraba sayıyorlardı. Bebeler çay ve fındık bahçelerinde birlikte büyüdüler, birlikte oynadılar ve birlikte okula gittiler. İlkokulu bitirdiklerinde ise her ikisinin de kalbi birbiri için tutuşur hale çoktan gelmişti!

Ancak güzel şeyler çabuk biterdi. Kenan’ın ailesi ekonomik nedenlerle İstanbul’a göçe karar vermişti. Aile rençperdi; İstanbul yıkılıp yeni baştan yapılıyordu! Bu hengâmede aileye hayli iş ve kazanç yolu gözüküyordu. Köyde insan eşeğin kuyruğu gibiydi, ne kısalıyor ne uzuyordu. Kenan’ın ailesi bir gecede kalktı ve İstanbul’a göç eyledi. Önce ailecek gecekonduculuktan başladılar işe. sonra iş al-sat'a sonrasında da yap-sat’a dönüştü ve aile İstanbul’da kök salarak güçlendi. Kenan erken yaşta hayata atıldığı için ortaokuldan sonra tahsilini bıraktı, kendisini gittikçe gelişen ve büyüyen işlerine verdi. 

Kenan bütün bu dönemi Hacer’in özlemiyle geçirdi. Onu çok seviyordu ve unutamıyordu. Kenan’ın bu aşkı karşılıksız değildi. Hacer de bulunduğu topraklarda Kenan’ın aşkı ve özlemiyle kavruluyordu. Ailenin ekonomik çarkları buralarda daha iyi dönüyordu. Aile zahire toptancılığı yanında araba ve beyaz eşya işi de yapıyordu. Hacer de tahsil hayatından fazla nasip alamadı. Esasen aile muhafazakâr bir aileydi, kız çocukları fazla okusun istemiyordu. Bu yüzden Hacer ortaokuldan sonra eve kapatıldı. Zaten o sözlüydü, bir sahibi vardı.

Daha sonraki yıllarda çocukların evlenme yaşı çoktan gelip çatmıştı.  Aileler beşik kertmesi nedeniyle bir araya geldiler. Önce doğdukları topraklarda Hacer’in kınası yakıldı ve Kenan’ın tıraşı yapıldı. Sonrasında İstanbul’da dağlar boyu bir düğünle ikisi dünya evine girdiler.

Kenan, işleri gittikçe gelişen bir yüklenici (müteahhit ) olmuştu. Aile şirketleşmişti ve Kenan işlerin başına geçmişti. Evlendikten sonra yeni evliler İstanbul’da güzel bir apartmanda mükellef bir daireye taşınmışlardı.

Mutlu günler birbiri ardınca geçiyor, çift birbirini duyumsayarak yaşıyordu. Ancak evliliklerinin üstünden beş yıl geçmesine rağmen birlikteliklerinin meyvesini alamamışlardı. Aileler içinde homurtular, homurdanmalar başlamıştı. Kabahat kimdeydi, suçlu kimdi, kimin çocuğu olmuyordu? Oysa her ikisi de çok çocuk yapmayı, hatta Kenan bütün çocuklarının erkek olmasını istemişti. Ancak beş yıllık beraberliklerinde bu mümkün olamamıştı. Dünyalık olarak hiçbir eksiklikleri yoktu. Ancak bunca mal ve servet kimin içindi, kime kalacaktı? Arkalarından bir Fatiha okuyup onları hayır ve dualarla anacak tek bir çocukları olmayacak mıydı?

Bu nedenle her ikisinin de keyfi kaçmış, yuvalarındaki saadet ve mutluluk kuş olup uçacak hale gelmişti. Her şey önemini ve heyecanını yitirmiş, aile buruk bir yeknesaklığın içine girmişti. Gece olunca her biri bir köşeye çekilip arpacı kumruları gibi düşünüyor, uykuları gelince de birbirlerine sırtlarını dönüp yatıyorlardı.

Hacer gitmedik hoca bırakmamıştı. Bu hocalara sağını solunu yazdırıp çizdirtiyor, okutup üfletiyor, hocaların verdikleri olur olmaz karışımları içiyor, otları çiğniyor, muska koleksiyonu yapıyordu, ancak sonuç alamıyordu. Sonunda Hacer esas acı gerçeği doktorlardan öğrendi. Hacer’in hiçbir zaman çocuğu olmayacaktı, çünkü rahminin polikistik bir yapısı vardı. Hacer bu gerçeği öğrenince yıkıldı! Kocasını çok seviyordu. Ondan ayrılması mümkün değildi. Kendisiyle birlikte ona bu acı kaderi yaşatmamalıydı, çünkü kendinden çok kocasının üzülmesine ve yalnızlaşmasına üzülüyordu. Hacer buna bir çare bulmalıydı.

Buldu da. Bir gece Kenan’ı karşısına alarak kafasındakileri onunla paylaştı:

-Kenan ne kadar üzgünüm, bilemezsin. Sana beş yıldır bir çocuk veremedim!

-Nasip böyleymiş Hacer. Üzme kendini!

-Kendimden çok sana üzülüyorum, çünkü seni çok seviyorum. Ama sanıyorum ki bir çözüm buldum. Uygun görürsen bu sorunumuzu halledebiliriz.

-Nasıl yani?

-İbrahim Peygamber'in hayatını bilirsin. Karısı, ona çocuk veremediği için onu kendi eliyle cariye Hacer’le evlendirdi. Ben de böyle yapmak istiyorum. Seni paylaşabilirim, ama yokluğuna katlanamam!

-Hacer ne diyorsun sen? Nasıl olur bu iş?

-Sen bana bırak, ben her şeyi hallederim. Sen 'he' de yeter!

Kenan’ın kafası allak bullak olmuştu. Ne diyeceğini bilemedi, ama Hacer bu konuda neler düşündüğünü Kenan’a uzun uzun anlattı ve sonunda onu ikna etti.

Hacer bu iş için uzun zaman önce Safiye’yi gözüne kestirmişti. Safiye çocukluk arkadaşlarıydı. Kenan’a yanıklığını da biliyordu. Sağlıklı bir kadındı. Bu saate kadar, nedense, bir kısmeti çıkıp evlenmemişti, ‘kız-oğlan–kız'dı. O, bu iş için biçilmiş kaftandı.

Her hafta Cuma günleri kadınlar sırasıyla birbirlerinin evinde toplanıyor, mukabele yapılıp hatim indiriliyor, dini sohbetler sırasında da yenip içiliyordu. Bu haftaki toplantı Hacer’in evinde olacaktı. Safiye de bu toplantıların müdavimlerindendi. Hacer toplantı sonrası Safiye’nin evde kalmasını önceden ayarlamıştı. Toplantı sonrasında birer kahve yapıp karşılıklı geçip oturdular. Safiye Hacer’in ağzının içine bakıyor, ama sabırsızlandığını da belli etmiyordu.

Hacer, “Biliyorsun Safiye” diyerek söze başladı ve devam etti:

"Kenan’la beş yıldır evliyiz. Ona bir çocuk bile veremedim, vermem de mümkün değil. Gitmediğim hoca, içmediğim ilaç, kaynatmadığım ot kalmadı. Okutup üfletmesinden tut muskasına kadar, ne yaptımsa kâr etmedi. En son fencilere gittim, gerçeği onlar söyledi. Onlar bu işi daha iyi biliyorlar galiba. Rahmim urla doluymuş, tutmuyormuş bu yüzden. Bu urlar büyürse belki rahmim alınacak. Kenan’ı ne kadar çok sevdiğimi bilirsin. Kendimden çok onun kafası aşağıda gezmesine üzülüyorum. Bir arada büyüdük, birbirimizi iyi tanırız. Çok şükür, bu güne kadar da bir kırıklığımız olmadı. Ona bolca çocuk yapmanı istiyorum senden! Çocuklarını kendi çocuklarım gibi benimseyip seveceğimden emin ol, çünkü böyle olmasını ben istiyorum.

Safiye bir şeyler sezinlemişti, ama böyle bir şey beklemiyordu. Hacer’in söyledikleri karşısında dondu kaldı. Ne diyeceğini bilemedi, ancak kendini toparlayarak,

"Peki, Kenan ne diyor bu işe?" diye sormadan edemedi. Hacer Safiye’yi, “Onu bu işe hazır ettim, senin kararını bekliyor,” diye yanıtladı.

Safiye Kenan’ı çocukluğundan beri tanıyordu, hatta içten içe ona yanıktı, ama o daha doğuştan Hacer’in olmuştu. Geç de olsa Kenan onun olacak, hatta ondan çocukları olacaktı. İçi ürperdi Safiye’nin, ama kendisini gemlemeyi bildi. Safiye devamla,

-Peki, üçümüz bir arada nasıl olacağız, yoksa bırakacak mısın Kenan’ı?

Hacer,

-Ben her şeyi düşündüm! Kenan’ı bırakmam söz konusu değil. O benim bebeklik aşkım, onsuz yapamam! Ancak onun benim yüzümden çocuksuz kalmasını ve bu yüzden mutsuz olmasını da istemiyorum. O da bensiz yapamaz, bunu da biliyorum. Bak, şimdi beni iyi dinle, diyerek Safiye'nin gözlerinden içeri baktı ve devam etti:

-Kenan haftanın dört günü seninle, üç günü de benimle olacak. Çocuklarınız benim de çocuklarım olacak, onları birlikte büyüteceğiz, birlikte mutlu olacağız. Biliyorsun, İbrahim Peygamber örneği var önümüzde!

-Güzel, ancak yine de düşünmeliyim...

Safiye bu kadarını beklemiyordu, ama Hacer açık ve akıllıca davranıyordu. Belki de ilerleyen yıllarda Kenan’ın bir oldubittisiyle karşılaşmak istemiyordu. Suyun akacağı yeri o şimdiden hazırlıyor, iplerin elinde kalmasını istiyordu. Kendi ise bu saate kadar evlenememişti, birazdan kız kurusu olarak bir köşede kalacaktı. Oysa kadınlığını ve dişiliğini sonuna kadar yaşamayı arzuluyor, etrafında çocukları olsun istiyordu.

Geçen günlerle birlikte üçü bir arada oldu. Kenan daha önceden Erenköy'de satın aldığı bahçe içindeki eski köşkü restore etti, buraya geçtiler. Köşkte yedi oda, iki salon vardı. Her şeyiyle mükellef, sıcak bir yuva olmuştu burası. Birlikte yiyip birlikte içiyorlardı. Herkes saatini, zamanını ve odasını biliyordu… Üçü de mutlu sayılırdı, birbirlerine saygılı ve sevgili oldular.

Geçen yıllarla birlikte hızla çoğaldılar. Çocuklar birken iki, ikiyken dört oldu ve Safiye beşincisine hamileydi. Çocukların anası Safiye evde el üstünde tutuluyor, elini soğuk sudan sıcak suya sokmuyordu. Bebekler yukarıdaki katta, Safiye’nin odasında üretiliyor, alt kattaki Hacer marifetiyle de büyütülüyordu. ‘Doğuran anası değil büyüten anası ol!’ anlayışı içinde olan Hacer çocukların cici annesi olmuştu ve bu işi çok büyük bir keyifle yapıyordu.

Bebeklerin hepsi nedense kız olmuştu. Allah böyle takdir etmişti, ama ailedeki herkes de bu gelecek bebeğin erkek olmasını arzuluyordu. Hele ki Kenan! Aile içinde ve dost çevresinde başını dikeltecek (dik tutturacak) ve işinin varisi olacak bir erkek çocuğuna olan özlemi yıllar geçtikçe katlanmıştı. Aile adeta erkek çocuk için seferber olmuştu. Bunun için hocalara gidiliyor, yatırlar ziyaret ediliyor, çeşitli adaklarda bulunuluyordu. Fallar açılıyor, falcılara gidiliyor, sık sık bir yüzük bir ipe geçirilerek Safiye’nin gittikçe büyüyen karnında sallandırılıp çeşitli yorumlar yapılıyordu.

Çocukların sayısı arttıkça bakım işi giderek zorlaşmıştı. Yeni bebek gelince çocukların sayısı beşe çıkacaktı ve çocuklar arasında yaş farkı da yoktu. Ailede hemen hemen her yıl doğum heyecanı yaşanıyordu. Bir yardımcı mutlaka gerekiyordu.

Hacer bu işe de bir çözüm buldu! Toplantılardan tanıdığı Nazik Ana, Hakk'ın rahmetine kavuşmuştu. Onunla birlikte yaşayan beslemesi Behice ortalık yerde kalmıştı. Behice genç irisi, akça pakça, güçlü-kuvvetli bir kızdı. Üstelik tuttuğunu koparan, hamarat mı hamarat bir tazecikti. Hacer, Kenan ve Safiye’yle de görüşerek Behice’yi de aileye kattı. Köşkün alt katınd ona da bir odacık verdiler. O da kısa sürede aileyle ve çocuklarıyla kaynaştı, hatta yeni gelecek bebeğin heyecanı onu da sarmıştı.

Safiye’nin karnı Ketu Dağı² gibi olmuştu. Karnı burnuna varmış, kendini zor taşıyordu. Bir gece kuvvetli doğum sancılarının ardından Safiye'nin suyu gelmeye başladı. Bu, ailenin erkek çocuk beklentisine göre biraz erkendi. Kenan gece yarısı Melek Ebe'nin kapısını heyecanla çalarak onu gecelikle eve taşıdı. O gece sabaha karşı Safiye dokuz aylık bu cendereden bir avazda kurtuldu. Şükür ve dua sesleri, sevinç gözyaşları ve bağrışmalar ile bebeklerin çığlıkları birbirine karışmıştı. Bebekler diyorum, çünkü Safiye ikiz dünyaya getirmişti ve bebeklerin ikisi de kızdı!

Safiye dahil tüm aile hüsran yaşıyordu! Yeni bebeklerle birlikte kız çocuğu sayısı altı olmuştu. Safiye, "Bir erkek çocuğu dünyaya getiremedim! Bu son ikizler yerine tek bir erkek çocuğu doğurabilseydim, Kenan’ın ve ailesinin nezdinde durumum çok daha iyi olacaktı!” diye düşünmeden edemedi. Yine de hemen arkasından istiğfar ve şükretti. Bu bir Allah vergisiydi, isyan etmek olmazdı. Yeni bebelerini sevgi ve şefkatle bağrına bastı.

Hacer için ise durum pek fark etmedi. O yine çocukların büyüten anası olacaktı. Asıl Kenan için üzülüyordu ve Kenan’ı hala çok seviyordu. Bu sevgi zaman zaman koruyan ve gözeten bir ana sevgisine de dönüşüyordu. Evde ana kadın hala oydu.

Kenan ise bu olaya hiç sevinemedi. Başı yine aşağıdaydı ve son bebeklerle birlikte başı sanki daha da eğilmişti. Ailede üç kadın, altı bebek vardı ve hepsi dişiydi! 'Bu işin ilerisi ne olur' diye kara kara düşünmekten de kendini alamıyordu, ama Allah vergisiydi, isyana gerek yoktu. Tevekkül içinde kaderine razı olacaktı.

Kenan’ın işleri gayet güzeldi ve gittikçe gelişiyordu. Siyasete bile atılmıştı! Aldığı ihalelerle hem ekonomik hem de nüfuz olarak güçleniyordu. Bu yüzden çok koşuşturuyor, çok yoruluyordu. Bunca uğraşa rağmen bir erkek evlat sahibi olamamıştı. Tekrar kız çocuğu olur diyerekten Safiye’yle birleşmekten korkuyor ve hatta korunuyordu. Evdeki hayatı tekdüze hale gelmişti. Hacer Kenan’ın bu durumunu anlıyor, beraber oldukları geceler onu teselli etmeye çalışıyordu.

Hacer buna da bir çözüm bulmalı, Kenan’ı hayata döndürmeliydi. Bu iş için Behice biçilmiş kaftandı. Genç ve tazeydi, Kenan’a bir erkek çocuk verebilirdi, ancak ortada altı çocuğuyla birlikte bir Safiye duruyordu.

Geçen günlerle birlikte Hacer bu olayı hem Kenan’ın hem de Behice’nin kafasına soktu. İlerleyen günlerle birlikte Kenan’ın ve Behice’nin birbirlerine bakış ve davranışları değişmeye başladı. Eve geç gelip erken giden Kenan, şimdi erken gelip geç gitmeye başlamıştı. Kenan’ın gözü evde Behice’den başkasını görmez olmuştu. Bu kızın tazeliği ve gençliği yanında işvesi, cilvesi de onu yiyip bitiriyordu. Ancak Kenan’la Behice arasındaki bu anlamsız yakınlaşmalar Safiye’nin gözünden kaçmıyordu. Safiye işin vahametinden korkuyordu, ancak yapacak bir şeyi de yoktu. Altı çocukla nereye sığacaktı?

Behice ile Hacer’in aralarından su sızmaz olmuştu. Ana kız gibilerdi adeta. Hacer kendine ait geceleri gizliden Behice’ye devreder olmuştu ve bundan Safiye’nin haberi olmuyordu. Kadınlar arasında her şey değişmişti. Artık Behice’nin sümsüklüğü ve ezikliği kalmamıştı, gerektiğinde Safiye’nin karşısında dikilebiliyordu.

Geçen günlerle birlikte Behice’nin karnı ortaya çıkınca her şey gün gibi açığa çıktı. Kenan ve Hacer Behice’yi sahiplendiler, ancak Safiye’nin ağzı burnu yamuldu.Yapacak bir şeyi yoktu.

Evde kadınlar şurası toplandı! Bir oldubittiyle oluşan bu yeni durum karşısında Kenan’ı paylaşma durumu yeniden ele alındı. Hacer bütün otoritesi ve ana kadınlığı ile ortaya çıktı. Kenan haftanın üç gecesi yeni ve taze gelin Behice ile birlikte olacak, geri kalan dört gecenin ikisi Safiye’nin, ikisi de kendinin olacaktı. Evde düzen yeniden kurulmuş, asayiş temin edilmişti. Artık herkes yerini ve durumunu biliyordu. En üstteki çatı katı dairesi güzelce tefriş edilerek yeni gelin Behice’ye tahsis edilmişti.

Kenan hayli rahatlamıştı, ancak gelişen durumlarla birlikte evdeki mesaisi de artmıştı. Köşkte katlar ve kadınlar arasında bütün bir hafta mekik dokuyor, hafta sonundaki iki geceyi ise Hacer’in şefkatli sinesi ve kolları arasında dinlenerek geçiriyordu.

Behice’nin karnı gün geçtikçe büyürken Safiye de altı bebesini ve kendine yapılanı unutarak, Kenan’a erkek çocuk vermek için kendini seferber ediyordu. Kadınlar arası rekabet Kenan’a verilen hizmetin kalitesini ve verimliliğini artırıyordu. Kenan durumdan çok memnundu, ancak bütün umudunu Behice’den gelecek bebeğe bağlamıştı. Ah, bir erkek olursa dünyalar onun olacaktı! Aile yine erkek çocuk için hazırlanıyordu: Hırkalar, patikler, kundak ve bebe takımları, hep erkek çocuk için hazır ediliyordu. Ayrıca hocalar, türbeler geziliyor, adaklar adanıyordu.

Kenan bir gece sabaha karşı Melek Ebe'yi yine gecelikle eve taşıdı, ama ne yazık ki Behice’den bir kızı daha olmuştu. İşin ilginç yanı, olayın hemen ertesinde Safiye de hamile olduğunu ilan ediyordu.

Çocukların sayısı yedi olmuştu. Bir de yolda geliyordu ki o da mutlaka kız olurdu. Bu karılar mart kedileri gibi doğuruyor, ama bir erkek çocuk peyda (peydah) edemiyorlardı. Yuf olsundu onlara! 

Kenan’ın tahmin ettiği gibi Safiye’den son gelen bebek de ne yazık ki kız olmuştu. Kenan artık ipin ucunu bırakmıştı. Bu sekiz kız çocuğunu ne yapacak, kara kara onu düşünüyordu. Dostları ve arkadaşları, “Kenan artık işin iş, başlık parasından köşe olacaksın!” diye takılmadan edemiyorlardı. Hacer de bu işe şaşıp kalmış, bu işten hiçbir şey anlamamıştı.

Safiye ile Behice yorgun savaşçı gibilerdi ve savaşta mağlup olmuşlardı. Birbirlerine bakıp inceden inceye gülüyorlardı. Safiye artık havlu atmıştı. Doğurduğu yedi çocuğun yedisi de kız olur muydu? Sanki içinde kız çocuğu ağacı vardı!

Behice daha yolun başında sayılırdı ve ne olursa olsun Kenan’a bir erkek çocuğu armağan edecekti. Bir yerlerden duymuştu, çocukların cinsiyetini erkekler belirliyordu. Diğer yandan fenciler de bu işi erkeğin belirlediğini söylüyordu, ancak bunu Kenan’a anlatmak mümkün değildi!

Behice kendine ait gecelerde dişiliğinin inceliklerini kullanarak Kenan’ı kendine bende etmeye çalışırken gündüzleri de hocalara, türbelere gidiyor, yatırları ziyaret ederek adaklarda bulunuyordu. Behice yeni bir hoca edinmişti. Adam Habeşi Hoca diye nam salmıştı. Çok iyi muska yazıyor, soluğu mucizeler yaratıyordu. Eşleri barıştırıyor, karşı tarafa büyü yapıyor, çocuksuzlara çocuk yaptırıyordu. Behice son zamanlarda bu Habeşi Hoca’nın müdavimi olmuştu.

Behice, son doğum olayının senesine kalmadan hamileliğini duyurdu, ama Kenan dahil hiç kimse oralı olmadı. İşin heyecanı kaybolmuş, aile artık çocuğa doymuştu ve ortaya kızdan başka bir şey de çıkmıyordu. Bebek için hazırlık bile yapılmadı.

Doğum hayli gecikmişti, galiba erkek gelecekti. Akşam saatleriydi ve Kenan evde yoktu, iş seyahatine çıkmıştı. Melek Ebe'yi bu kez Safiye getirdi. Melek Ebe duruma el koyar koymaz, tecrübeleri ışığında, nihayet erkek geliyor diye heyecanlandı. Safiye ile Hacer birbirlerine, sonrasında da Behice’nin bacaklarının arasına heyecanlı gözlerle baktılar. Bebeğin başı görünüyordu. Melek Ebe mahir elleriyle bebeğin başını kavramaya çalışıyor, Behice’ye derin nefes alıp ıkınmasını söylüyordu. Birkaç ıkınmadan sonra nihayet bebek Melek Ebe'nin elleri arasında oldu.

Hacer ve Safiye'nin ikisi birden aynı anda çığlığı bastılar: Oğlan! Behice bu çığlığı duyunca yüreği hopladı, tarifsiz duygular içindeydi ve acılarını unutmuştu. Yattığı yerden başını kaldırıp bebeğini görmenin telaşını yaşıyordu. Behice’nin sevinci ve mutluluğu tarif edilemezdi ve bunu göz pınarlarından süzülüp gelen ve yanaklarından dökülen gözyaşlarından okumak pek mümkündü.

Evde bayram sevinci ve telaşı yaşanıyordu. Durumu kavrayan kavrayamayan bütün kardeşler oğlan deyip duruyor ve bebeği görmek için kuyruğa giriyorlardı.

Kenan iş yerinde, ‘oğlun oldu’ haberini alır almaz işi gücü bırakmış, bir kuş olup uçaraktan eve gelmişti. Evden içeri girerek soluğu Behice’nin yanında aldı. Hacer de odadaydı, ama Safiye kendi katındaydı.

Çok şükür bir oğlu olmuştu! Kenan Behice’nin hatrını sorarak ona teşekkür etti ve oğlunu kucağına aldı. Çocuk kara kırmızı bir et parçası halindeydi ve siyah saçları vardı. Kenan’ın hiçbir çocuğuna benzemiyordu, ama bu oğlandı, tabii ki kızlardan farklı olacaktı.

Daha sonraki günlerde bebek kendini bulup serpilmeye başladığında bu benzeme benzememe olayı insanların kafasında daha da yoğun yaşanmaya başlamıştı. Çocuğun teni oldukça esmer, dudak ve burun yapısı hayli farklıydı. Hele ki uzun siyah kirpikleri kıvrık, saçları da kapkara ve kıvırcıktı. Ailede herkes birbirine sorgulayan gözlerle bakıyor, ama hiç kimse, hiç kimseye bir şey söyleyemiyor ve soramıyordu.

Hacer içine kapanmış, hiç kimseyle konuşmuyordu. Etraf vıcık vıcık çocuk kaynıyordu ve hiçbiri kendi çocuğu değildi. Bir çocuk davasına başına ne haller açmıştı.

Safiye ortağını kutlarken Behice’ye delen gözlerle bakmış, bıyık altından da gülmüştü. Behice de aynı şekilde Safiye’ye bakıp “Becerdim ya!” dercesine o da ona bıyık altından gülmüştü.

Çocuğun kırk mevlidinde ismi kulağına okunarak isim duası yapıldı, çaylar, şerbetler içildi, börekler, baklavalar yendi…

Çocuğun adı Bilal konmuştu ve eşe dosta Behice’nin soyunun Hicaz Emirliği’ne kadar dayandığı söyleniyordu...

¹ Beşik Kertmesi: Erkek ve kızın daha beşikte bebekken gelecekte evlenmesine dair verilen karar. Dede Korkut Kitabı'nda geçer.

²Ketu Dağı: Karakurum Dağları'nın Pakistan-Çin sınırı üzerinde bulunan K2 Dağı, 8.611 metreye ulaşan yüksekliğiyle Everest'ten sonra dünyanın en yüksek ikinci dağıdır.

Ağustos 2024

Burhaniye-Ören