Söz Yerinde Kullanıldığında…
Söz kelimesinin Türk Dil Kurumu’nda birbirine yakın çeşitli anlamları var. Burada anlatacağım öyküde kast ettiğim anlam ise ‘Bir düşünceyi eksiksiz olarak anlatan kelime dizisi’ olacak.
Bir sözü karşınızdakine ya da muayyen toplumlara söylerken
yüzünün samimi görüntüsü, sesinin tonu ve hatta tınısı, ifade
şeklin etkinliğini belirleyecektir.
Anlatacağım öykünün geçtiği yer olan Landskrona, İsveç’in
güneybatısında bulunan Baltık Denizi kıyısında parkları, doğası,
turistik yerleri ve neredeyse ufuk çizgisine kadar derinliğe
uzanan çok miktarda irili ufaklı ve de çoğunlukla yelkenli
tekneleri ile şirin bir kasaba.
İlk ziyaretim 1975 yılına rastlar. Bir gün Kopenhag’a giderseniz belki feribot ile geçmek istersiniz… Belki de önce karşısındaki Malmö sonra trenle sahil kasabaları arasında Landskrona tercih edersiniz… Her tercih ayrı bir keyifle yolculuk demektir.
Ve öykümün kahramanları Sarıyerli yirmili yaşlarda iki genç, sabah git akşam gel iş tercih etmedikleri için çeşitli yöntemlerle ya da bugünkü tanımı ile girişimci olarak para kazanma peşindelerdir.
O yıllarda çok moda olan popüler bir giysi vardı, yaşı müsait olanlar hatırlayacaktır, içi dışı koyun kürkü (yünü tabii ki ) ve derisi ‘sheepskin’ dedikleri, kabanlar, ceketler, mantolar. Bu galiba dünyanın bir çok yerinden de talep edilen üründü.
Sheepskin moda ya, herkes birbirine soruyor, ‘Sen de aldın mı, nereden aldın, kaça aldın?’ bu kadar konuşulan şey gençlerin de kulağına gitmesi ve bir ışık çakması doğaldı diyebiliriz. Ne yapmış bu iki girişimci(!) genç, önce çeşitli mağazalardan buzdolabı, çamaşır makinesi gibi taksitle beyaz eşya satın alıp yarı fiyatına toptan satarak ellerine geçen parayı sermaye yapmışlar. İşbu sermaye ile adi bir ortaklık kurup İstanbul Ticaret Odasından dünya üzerinde, özellikle Avrupa’da ne kadar tekstil ve benzeri ithalatçı varsa isim ve adres listesini almışlar.
O devirde tek haberleşme mektup… Bugün ise hazırla bir takdim yazısı, resimleri koy, bas tuşa hoop gitsin göndermek istediğin adreslere…
Kurdukları firmanın bir tekstil ve özellikle sheepskin (koyun deri ve kürkü manto kaban) ihracatçısı olduklarını ballandırarak anlatan bir yazı hazırlar, yazıyı çoğaltırlar ve yüzlerce zarfa tek tek elle adresler yazılır, postaneye gidilir, gerekli pullar her zarfa birer birer yapıştırılır. Sonra oturup beklerler, postacının yolunu kollarlar, zaten postacı herkesi tanır o devirde, her gün sorarlar bize mektup var mı diye…
Nihayet bekledikleri o an gelmiş, postacı gülerek zarf elinde havada ‘Müjde!’ diye seslenir. Zarf heyecanla açılır, İsveç’in Landskrona kasabasından gelen mektup sevindiricidir, almak istiyoruz gelin görüşelim talebi ile noktalanmıştır zira...
İşte ben o hikayeyi bu safhada öğreniyorum, gençler bana gelip Landskrona’ya gitmemi istedikleri zaman. Görüşmeleri ben yapacağım yanıma da bu işin uzmanı birini vereceklerini söyleyerek…
Uzatmayalım, cebimde “Umut Export-Sales manager (Satış müdürü)” kartvizitim ile yanıma verdikleri bu ürünün piyasasını ve hesaplarını bilen bir Kapalıçarşı uzmanını katarak yola revan oluyorum.
İki gün süren sıkı müzakere ve pazarlıklar sonunda tüm detaylarda mutabık kaldığımız anda önümüze bir madde daha koyuyorlar.
İthal edecekleri ürünün yanımızda getirip teslim ettiğimiz ‘numuneye uygunluğu için’ açılacak akreditif bedelinin yüzde 5’i kadar performance bond’un (teminat mektubu) ihracatçı firma bankası tarafından bankalarına sunulması talebi... Kısaca ihracatçı gönderdiği ürünler numuneye uygun değilse yüzde 5 cezayı keser ve kesin teminatı bankalar arası kanalı ile ister.
Tüm müzakere ve pazarlıklar sona ermiş gibi duruyordu ve iki tarafta da sessizlik hakim olmuştu ki işte tam da o anda karşımızda oturan heyete ilaveten açılan bir kapıdan, bastonu ile sürterek yürüyen ve duruşundan patron benim edası yansıyan zat-ı muhterem tam karşıma oturdu. Bir iki nezaket konuşması sonrası bir harita istedim. Bakın dedim haritayı işaret ederekten Landskrona nere İstanbul nere... Kalktık geldik, numune de elinizde, iki gün yaptığınız pazarlıklarla neredeyse hiçbir kar payı bile bırakmadınız. Bir de ilaveten son anda yüklü banka masrafını da içeren teminat istiyorsunuz…
Adam sessizce durdu, o anda içimde bir sızı vardı, tüm bu seyahat, masarif, yorgunluk, uğraşı heba olmak üzereydi zira, düşünürken göz göze geldik, gözlerimi gözlerinden ayırmadan içimden gelen samimi, biraz da, kim bilir, içimden yansıyan yüz ifadem ve etkili ses tonumla; “Listen, there is a saying that, trust! If you want to be trusted’’ dedim. (Güven, güvenilmek istiyorsan diye bir deyiş vardır- yani güvenilmek istiyorsan güveneceksin anlamında. Bir değişik versiyonu da var “If you want to be trusted, be honest, yani güvenilmek istiyorsan, dürüst ol)
Bingo!
Patron edalı adam sözümün etkisinde de kalarak, olur işareti verdi ve teminat mektup şartı olmaksızın imzalar atıldı. Birkaç gün sonra sheepskin, Kapalıçarşı ve imalatçı firmalar piyasasında irrovocable (vazgeçilemez, geri dönülmez) ve görüldüğünde ödeme koşullu yüklü meblağdaki açılan akreditiften konuşulur olmuştu.
Birkaç yıl çok güzel ilişkiler götürdü bu iki genç İsveçlilerle. Akreditif karşılığı aldıkları banka kredisi, kurulan atölye, fason imalatçı takviyeleri ile…
O gün içimden gelen doğaçlama söz yepyeni bir başlangıç getirmişti o ilginç girişimci gençlerin yaşamlarına…
Konu ile pek ilişkisi olmasa da toplum önünde olanların diksiyon ve etkili güzel söz söyleme eğitimi almasını öneririm.
Kullandığınız sözlerin her daim güzel olması dileği ile…
Fethi Denizmen
Temmuz 2020, Heybeliada