Sırlarımız kutsalımızdır, aşklarımız da öyle!
Razi Bey iki türlü yanıyordu; hem aşkından, hem de aşkının bilinmemesinden…
Razî Bey bir öğretmendi. Razîye
Hanım da öyle. İkisi de uzun yıllar çalışmış, emekli
olmuşlardı. Yaşamlarının son çeyreğinde her ikisinin de yolu,
şehrin uzak bir banliyösünde, ulu bir bahçenin içinde, güzel bir
huzurevinde kesişmişti. İlk dostlukları isimleri dolayısıyla
başlamıştı. Birbirlerinin adlarını öğrendiklerinde gülüşerek
tokalaşmışlardı.
Adın ne? “Razî” “Benim ki de Razîye” diyerek
tanışmışlar, dost olmuşlardı. Ortak yanları çoktu. Her ikisi
de adları gibi hayata boyun eğen, onun karşısında rıza gösteren,
tevekkül içinde iki insandı. Kimi kimseleri yoktu. Her ikisi de
evlenmemişti. Razîye Hanım ‘armudun sapı, üzümün çöpü’ derken evde
kalmıştı. Razî Bey’in ise ilişkileri, hatta aşkları olmuştu ama
hiçbiriyle sonuca gitmemişti. Nedense kadınları ve aşkı sevmiş ama
evlilik denince hep geri durmuştu. Aşk kendinin, ama evlilik
başkalarının olmaktı. Her ikisi de birbirinin can dostuydu. Gelen
yeni yılda dostluklarının üçüncü yılını dolduruyor olacaklardı. Bu
süre içinde birbirlerinin hep dostu ve yoldaşı olmuşlardı.
Ancak son bir yıldır büyük bir değişim yaşıyordu Razî Bey. Âşık olmuştu. Ona, ilk gördüğü gün, vurulmuştu. İçine anlam veremediği bir yangı düşmüştü. Bu yangı her geçen gün giderek büyümüş, onu esir almıştı. O günden sonra, yemeden içmeden kesilmiş, yaşamı bir işkenceye dönüşmüştü. Kendi haline acır hale gelmişti. Bu yaşta bu işkence çekilecek şey değildi ama aşkın yaşı olmuyordu. Aşkın böylesi de güzeldi; kendinden başka hiç kimse bilmiyordu. Kendi kendine içten içe yanıp duruyordu. Bu gizli bir sevdaydı. Razi Bey iki türlü yanıyordu; hem aşkından, hem de aşkının bilinmemesinden…
‘O’, aralarına geçen yıl katılmıştı. Neredeyse bir yıl olacaktı. Hariciyeden emekliydi. Aristokrat bir hali vardı. Kolejlerde okumuştu. İnsanlar ona ‘Saraylı’ diyordu. İnsanlarla kaynaşmayı, oturup uzun uzun konuşmayı pek sevmiyordu. En fazla görüştüğü, dostluk kurduğu kişiyse Razîye Hanımdı. Razî Bey böylesi zamanlarda fırsatı kaçırmıyor hemen yanlarında bitiveriyordu. Oluşan bu dostluk ortamından yararlanıp onunla ilişkisini pekiştirmek istiyordu. Zamanlı zamansız onlara küçük hediyeler sunuyor, ikramlar yapıyordu. Ama onun bu taraklarda hiç bezi olmuyordu. Razî Bey ona açılmaya birkaç kez yeltenmişti ancak, o buna fırsat vermemişti. O ulaşılmaz, fethedilmez bir kale gibiydi ve yaşamının içine gelip lök gibi oturmuştu.
Razî Bey, bir volkan gibiydi. Artık dayanamıyordu; patlamak, açılıp saçılmak istiyordu. Çektiklerini bir tek kendisi biliyordu. Durumunu kimselerle paylaşamamıştı. Hatta Razîye Hanıma dahi açılamamıştı. Bir sabah iç ezikliği ile uyandı. Gözü duvardaki takvime takıldı. Yılın sonu gelmişti. Üç gün sonra yeni yıla girilecekti. Saraylı ruhunda koca bir yılın bakiyesi gibiydi. Yeni yılda da böyle mi olacaktı? Yatağında doğruldu. “Razîye” dedi kendi kendine. “Neden olmasın?” İçinde bulunduğu durumu ona anlatmalıydı. O bir çaresini bulabilir, belki de aracı olabilirdi. Paylaşacaktı onunla. Ne de olsa buradaki tek dostuydu. Kalkıp aceleyle giyindi ve soluğu Razîye Hanımın yanında aldı.
Birlikte kahvaltıya indiler. Sonrasında bir köşeye çekilip konuşmaya başladılar. Razî Bey söze; “Sana bir sırrımı açmak istiyorum,” diyerek başladı. Razîye Hanım heyecanlanarak yerinde doğrulup, Öyle mi? dedi. Razi Bey sözlerine devam eder;
- Evet, bunu çok düşündüm. Sırlar bir insanın emanetidir.
- Evet, belki de bir hayatın teslimiyetidir.
- Evet, aynen böyle. Bunun idrakinde olan insan çok azdır. İşte sen bunlardan birisin Raziye Hanım.
Razîye Hanımın heyecanı doruğa ulaşmıştı. Yutkunmada zorluk çekerek,
- Beni çok yüceltmiyor musun?
- İnsanı yüce kılan öncelikle kendi yüksek ruhudur. Bana göreyse, sen daha fazlasına layıksın.
Razî bey doğru yoldaydı, gerginliğini atmış, oldukça rahatlamıştı. Konuşmaya devam eder,
“ Biliyor musun? Sır sahibine de yüktür. Artık taşımak istemiyorum.”
Bu sözler, Raziye Hanımın içinde yıllardır küllenmiş bulunan ateşi tutuşturmaya yetmişti. Yine de duygularına gem vurarak, derin bir soluklanmanın ardından, Razî Beyi, “Ahh bilmez miyim?” Diyerek yanıtladı.
Razî bey, bu andan sonra, bütün cesaretini topladı ve Raziye Hanımın gözlerinden içeri bakarak, “Aşığım!” Dedi.
Raziye Hanımın kalbi yerinden fırlayacakmış gibi oldu. Gözleri nemlendi. Sonrasında bir volkan gibi boşaldı. Sesi titriyordu. Razi Beyin elerini avuçlarının arasına alarak,
“ Ben de sana aşığım, hem de başından beri…”
Razî Bey’in nutku tutulmuştu. “Sana değil, ‘Saraylıya’ aşığım” diyemedi.
Aralık 2020 – Marmaris
Hayatın Anlamı Aranızda kendisine ya da yanındakine soran var mı acaba hayatın anlamı nedir diye. Ben cevabını bilemiyorum, bileniniz var mı?