Sen hiç aşık oldun mu?
“Ne mutlu onlara ki hayatları boyunca birkaç kez aşık olmuş ve paha biçilmez heyecanlı zamanları ve dahi aşk acısını yaşamış” demek geldi yazıma başladığım anda binlerce yıl geriye giden anılarım ve hayallerimle…
Aşık olmaktan daha güzel, daha haz verici başka ne olabilir ki
hayatımızın akışında… Aşk kelimesi bile heyecan verici. O nasıl bir
yüksek duygudur, ne heyecandır, düşündüğün anda sevdiğini yüreğin
başlar küt küt çarpmaya, zor nefes aldığını fark edersin ama aynı
zamanda müthiş bir mutluluk da vardır içinde... Hele hele aşka
düşmüşsen, sen yanarken sevdiğin kıza henüz bunu söyleyememişsen,
vereceği reaksiyondan korkmuşsan ya da uzun zamandır arkadaş isen
ya söyler de arkadaşlığım bozulursa diye içinden geçirirsen…
Her yaştaki gençler! Hiç hesap yapmayın, içindeki yanardağ
patlamak üzere ise açıkla aşkını, ‘’1-0 geride başlarsın’’ diyen
arkadaşlarına kulak asma, sevdiğini yüreğinden fışkırdığı anda bir
yanardağ gibi söyle “Seni seviyorum “ diye taa en
derinlerinden…
Seni seviyorum diyebilmeyi kaç kez yaşar ki bir insan ömür boyu, gelmişse bu duygular içine, taşıyorsa yüreğinden seni seviyorum demenin ötesinde ne olabilir ki?
Posta kutusunu günde birkaç kez sevgilimden mektup var mı diye heyecanla açmak, postacının yolunu gözlemek, gelen mektubun zarfını hızla açıp bakalım sevgilim neler yazmış diye soluksuz okumak… Sonra içindeki duygularını, o günler içinde yaşadıklarını kağıda dökmen, öylesine tatlı öylesine ruh besleyicidir ki, bunları yaşamadan bilemezsin. (Bugünkü dijital teknoloji devrinde kaç kişi vardır ki kağıda yazsın postalasın?)
İlkokul sıralarındaki aşklarını (!) bile büyüyünce anımsayacaksın. Sarıyer Pertevniyal İlkokulu’nda Kevser Öğretmenim beni iki kızın arasına oturtmuştu, ‘Çok uslu çocuksun’ derdi, severdi beni. O kızlarla aynı sıra okuduk beş yıl. Hala daha onlara olan aşkımı (!) unutamam. Evde benle hep şakalaşırlardı annem, babam, ağabeyim. “N’aber Alev ile aran nasıl, Filiz mi Alev mi?“ gibisinden sözcüklerle…
Sarıyer Ortaokulu birinci sınıfında ise, Emirgan’dan çok genç bir kız öğretmen geliyordu geliyordu ingilizce derslerine. Yeni öğretmen olmuştu, o devirde pek alışık olmadığımız devrim niteliğinde kıyafetler giyiniyordu. Yalnız ben değil hemen hemen bütün erkek çocuklar, ne anlıyorsak, ingilizce derslerini iple çeker, hocamız sınıfa girmeden heyecanlar tavan yapardı, kızlar bile belli ederdi kıskançlıklarını! Sınıfa gelir, iskemlesine oturur, uzun bacaklarını üst üste atar ve rengarenk kat kat kıyafetleri içerisinde bize sevdirirdi ingilizceyi (!) ya da unutur kendimizden geçerdik…
Devir öyle bir devir ki, kızlarla birlikte zamanı, mekanı paylaşmak çok zordu, erkekler de kızlar da buna uyardı, ‘Gelenek ve görenekler böyle’ der, arzularımıza gem vururduk. Düşün bak lise çağlarımızda bir kızın elini tutmak için her yıl baharı beklerdik, okul çayları tertiplense ve davet edilsek kızlarla dans etsek diye… Tabii devir böyle olunca aşkları içinde yaşardı genelde kızlar da erkekler de, bir nevi platonik aşklar. Şimdi öyle mi, bilemiyorum ve sanmıyorum, sanki biraz yozlaşmış mı acaba?
Son zamanlarda medyada okuyup duyduğumuz bir deyim var “Aşk yaşıyorlar” diye. İnsan hayatının en güzel şansı, heyecanı, yüksek değeri ancak bu kadar basite indirilebilir... Aşık olmak, hele hele aynı zamanda sana da aşık olunduğunu öğrenmek..Dağları delecek güce sahip olur nirvanayı yaşarsın o zaman.
Aşka dair o kadar çok şey okuyacak duyacaksın ki bunlardan benim söz etmeme hiç gerek yok. Ben burada sana sadece aşık olmanın hatta ömür boyu birkaç kez bunu yaşamanın ne yüce bir duygu olduğunu, sevdiğine sözlerinde cömert davranmanı, hissettiğinde seni seviyorum demeni ve yine sevdiğine saygı, sevgi ve şefkatini esirgememeni vurgulamaya çalışıyorum. Sana güç verecek, sana kendini iyi hissettirecek olan içinde yaşattığın sevgidir, sevginin gücüdür.
Sahip olduğun değerler anlatılamaz, onlar sana yaşamından kalan yüce tortulardır, büyüklerinden öğrendiklerin, yaşamından olgunlaştırdığın felsefendir. Değerleri olan kişi her zaman toplumda saygı görür. İçinde sevgiyi hiç eksik etmeyen huzuru ve mutluluğu yaşar her zaman ve de aşkı yaşayan güzelliğinin tadını varır hayatın...
Aşka düşmek der ingilizler, fall in love, kaç kere gelir başına bilemem ama geldiği zaman var ya, o zaman yaşadığını, hayatın güzelliğini bütün hücrelerinde hissettiğin o anlar bitmesin dediğin, beni arar mı, arayacak mı, işte geldi bir mesaj, ne diyor acaba, öleceğim heyecandan, geliyor mu buluşmaya, çıkacak mı benle bu akşam, evet mi, bazen northbound (kuzey) rüzgarı gibi sert ve soğuk bazen southbound (güney) rüzgarları gibi sıcak ve dalgalı…
Çektiğin aşk ızdırapları bile güzeldir, hatta belki bir gün el ele de görebilirsin uzaktan sevdiğini bir başkası ile, için yanmış, yıkılmışsındır, takip eden günlerde ağzını bıçak açmaz, yemek içmekten de kesilirsin, sevgilini tanıyan dostlar ararsın sırf ondan konu açabilmek rahatlayabilmek için… İşte o zamanlar en iyisi dalga ile kayanın hikayesini aklına getirip teselli bulmaya çalışırsın, hani engin denizlerin birinde dalga kayaya aşık olur, ayrılmaz yanından, giderek kuvvetle çarpar kayaya bol köpükler yaratarak ve günün birinde kaya kopar uçsuz bucaksız derinliklerde kaybolur, dalga boş boş acı içinde deli gibi kayanın bulunduğu yerde çaresizlik içinde döner durur, yapacağı bir şey olmadığını anlayınca yoluna devam eder yavaş yavaş. Bir müddet yol aldıktan sonra ileride bir karaltı fark eder, yaklaştıkça onun da yeni bir kaya olduğunu görür. Yepyeni umutlar içerisinde o kayaya doğru süzülür.
Aşklar da biter zamanla, bazen sonu ayrılık olur, bazen sevgiye dönüşür, evlilikle devam edebilir. Ama ne olursa olsun, acısıyla, tatlısıyla, hüznü ile hep belleklerde en güzel anılar olarak kalır. Sonu içini acıtan ayrılıklarda bitse, hep ‘İyi ki yaşamışım bunları’ diyeceksin ilerleyen zamanlarında. Yaşanmış aşklar hep ve her daim çok güzeldir.
Evvel zaman içinde Antalyalı bir teğmen arkadaşım vardı, hep dertlenirdi ‘Bir sevgilim yok hala, bizim oralarda da zor bu işler’ der yakınırdı. Hatta platonik bir aşk bile yaşayamadığı için hüzünlenirdi.
Ağzından hiç düşürmediği dizeleri kendince değiştirip söyler dururdu aşkı arar iken;
Gökyüzünün başka rengi de varmış!
Geç fark ettim taşın sert olduğunu.
Su insanı boğar, ateş yakarmış!
Her doğan günün bir dert olduğunu,
insan aşık olmayınca anlarmış
Aslında Cahit Sıtkı Tarancı’nın meşhur Otuz beş yaş şiirindeki bu kıtanın son mısrası ‘İnsan bu yaşa gelince anlarmış’ olarak yazılmıştır ama bu arkadaş aşkı ararken, ne olduğunu öğrenmek için yanıp tutuşurken hep böyle değiştirerek okurdu şiiri.
Hadi gel bir şiir daha patlatalım tam da burada:
Ne hasta bekler sabahı,
Ne taze ölüyü mezar,
Ne de şeytan, bir günahı,
Seni beklediğim kadar.
Geçti, istemem gelmeni,
Yokluğunda buldum seni;
Bırak vehmimde gölgeni,
Gelme, artık neye yarar?
(NECİP FAZIL KISAKÜREK 1937 )
Aşk gerçekten çok güzel bir şey, hele karşılıklı da olursa, bütün dünyalar senindir, dilerim bol bol yaşarsın aşkı, aşık olmayı, o tarifi mümkün olmayan heyecanları…
He he heyt dünya! Yaşam ne güzel bir şey, aşığım aşık…
Fethi Denizmen
Heybeliada, Ağustos 2020