İç huzuru ve zarafet
Güzel bir nisan günü idi, açık hava bir kafede oturuyordum. Dört yaşlarında bir çocuk yanımdaki havuzun etrafında kendi başına bir şeyler yapıyor, huzurlu bir şekilde kendi yaptıklarınla eğleniyordu.
Dört yaşında bir çocuk ne yapar, etrafını gezinir, gördüklerini
merak eder, istekleri bitmez, yaramazlık yapar, yani kısaca anneye
pek keyifle oturma müsaadesi vermez. Uzun uzun izledim çocuğu, bir
talebi olduğunu da görmedim, bana kendi çocukluğumu anımsattı, ben
de genelde o yaşlarda tek başına oynardım, ilerleyen yaşlarımda
benim çocukluğumu bilenler bana hep sen çok mutlu çok huzurlu bir
çocuktun derlerdi.
Bazen mahalledeki arkadaşlarla mevsimsel oyunlar oynardık. Benim
çocukluğumda her mevsimin hatta aylara göre gelen zamanın çeşitli
oyunları vardı; çember çevirme, topaç çevirme, dekmancılık, seksek,
dokuz taş, ortada sıçan, birdirbir uzun eşek, mendil kapmaca, yağ
satarım bal satarım, saklambaç, ip çekmece, körebe gibi oyunlar ilk
aklıma gelenler. Tabii o devirde ne televizyon ne de internet
vardı, ama arkadaşlık, sosyalleşme doruklardaydı.
Çocuğu kendi kendine yeter bir şekilde oynarken gözlemlediğimde, yaşamın güzelliği adına, en güzel şeyin, insanın kendi iç dünyasındaki huzura sahip olması diye düşündüm. Genelde insanlar ne yaparlarsa yapsınlar, onlara ne sunulursa sunulsun, bir türlü huzura kavuşamazlar, içlerinde hep bir tedirginlik, huzursuzluk, sıkıntı vardır, hatta kendi içinde kendi ile kavgalıdır. Hayat çok zordur bu kişiliklerde olanlar için... Yalnız kalamazlar, beraberliklerde de illa ve devamlı yeni bir şeyler yapması lazımdır. Halbuki içindeki dinginlik ve duyumsadığın huzur seni keyifli ve keyif veren, huzurlu ve huzur veren, aranan bir kişilik yapar.
Hepimizin hayatta en çok istediği şey, mutlu ve huzurlu bir yaşam sürmek değil midir. Benim hayattan, çevremden ve kendimden damıttığıma göre mutluluğa, kendini iyi hissettirmeye giden yol içinde yaşattığın umut, güzel hayaller, dinginlik ve huzurdan geçmektedir. Kafanda taşıdığın kin, nefret, endişe senaryoları, vesvese, alınganlık, takıntılar olmadıkça içindeki huzuru yakalamak uzakta değildir.
İç huzurumuzun yerini hayattaki başka hiçbir şey dolduramaz. Büyük başarılara imzamızı atabiliriz, çok zengin ve varlıklı olabiliriz ama gerekli iç huzura sahip değilsek gerçek manada mutluluğu tadamayız Hayatımızdaki mutluluğu hep dışarıda bir yerlerde, başka insanlarda ararız Kimilerimiz çok çalışıp servet edindiğinde, kimilerimiz karşı cinsten doğru insanı bulduğunda mutlu olacağına inanır.
Bir de zannedilir ki çok para kazanmak, zengin olmak mutlu yaşamanın olmazsa olmazıdır. Ama, her şeye sahipmiş gibi görünmelerine rağmen bir türlü mutluluk ve iç huzuru yakalayamamışlardır nedense bazıları. Zenginleştikçe dertleri ve huzursuzlukları azalacağına, aksine artmıştır.
En yüksek değerlerimiz ve en derindeki inançlarımızla uyum içinde yaşadığımızda, yani kendimizle ve hayatla mükemmel bir uyum içinde olduğumuzda, içimiz huzurla dolar ve bu bizi mutlu eder. İçimizde huzur ne denli güçlüyse, çevremize o denli huzur yayarız. Aynı şekilde içimizdeki huzursuzluk ne denli güçlüyse çevremize huzursuzluk saçarız.
Huzuru yakalamanın bir yolu da bol bol eser okumaktan, müze gezmekten, konser ve tiyatrolara gitmekten geçer. Hele hele bunların ötesinde bir de zarif bir kişiliksen değme keyfine gitsin, yaşamak ne güzel şey demek gelir içinden...
Bugünün dünyasında zarafet giderek yok olmuş, insan ilişkileri
yozlaşmaya, kabalaşmaya, acımasızlığa dönüşmüştür.Kelimeler de,
davranışlar da nazik olmaktan çok uzaklaşmıştır maalesef. “Kendine
hakim olmak ve nezaketli olmak.” derken Konfüçyüs bir bakıma
zarafeti tanımlamıştır.
Gönüllerdeki zarafet dışa yansıdıkça hayat güzelleşir ve kalite
kazanır.
Bir yerde okumuştum, yanılmıyorsam İskender Pala’dan “sözün
zarafeti şiir, rengin zarafeti resim, taşın zarafeti mimari, sesin
zarafeti beste olarak dışa yansıdığı vakit eşya da zarafet kazanır
ve sanat olur. O halde sanatın kullandığı yöntem, baştan başa bir
zarafetten ibarettir” diyordu. Harika bir tanımlama...
İnsanın iç dünyası kesinlikle yüzüne yansır, ruhunun güzelliği, vicdanlı oluşu, eksilmeyen bitmeyen sevgisi, zarafeti yüzüne aydınlık verir, konuşmasında bir incelik, davranışında nezaket vardır. Güzel gözlerle bakar, iyiyi ve güzeli görür, bakışlarındaki temizlik, kelimelerindeki incelik ve yapıcılık, kıyafetinin ve kendisinin bizatihi temizliği zarif kişiliğin yansımalarıdır.
Sabah arabanla işe gidiyorsun, bir başka arabaya öncelikli yol vermişsin, aldığın bir teşekkür işareti gününün iyi geçmesini bile sağlayabilir, ya da asansörde duyduğun günaydın, bir yanlışta özür dilenmesi, kendinle ilgili güzel sözler duymak, takdir edilmek ve daha nice benzerleri, bize kendimizi iyi hissettirir, yaşam sevinci yükler içimize, öyle değil mi, eminim sizler de aynı fikirdesiniz.
Zarif ve nazik kişiliğinizle huzurlu bir ömür dileği ile...
Fethi Denizmen
Heybeliada
Ekim 2020