Fethi Denizmen yazdı: Kurtlar kaynıyor mu?
Bazen nedensiz de olsa birdenbire canlanır yaşadığın bir anı, biraz derinlemesine dalarsan düşüncelere, o canlanan anı giderek berraklaşır, bir film şeridi gibi gelir geçer gözlerinin önünden, mutlu bir hüzün de takip eder anını.
İşte böyle bir an, gidiverdi bin yıl öncesine, kavak yellerinin
esintilerinin henüz bitmemiş olduğu günlere. Sesini dinlemeyi
sevdiğim rüzgarlar bir gün beni aldı götürdü yabancı diyarlara,
tanımadığım kültürlere, aşina olmadığım yaşam tarzlarına.
Aileden, özellikle de babamdan gelen yaşanmışlıklardan severdim
vapurları, gemileri ve yolculuklarına. İşte bu sevgimin farkında
olan rüzgarlar beni değişik dünyaların gemileri ile tanışayım diye
götürüverdi kuzey denizlerinin bir büyük
limanına.
Stajyer olarak bulunduğum firmada daha ilk günden tembih etmiştim öncesinden, acenteliğini yaptığınız hangi gemi gelirse limana, giriş için giderken bana da haber verin diye, yedi gün yirmi dört saat bazında. Merak ediyordum farklı yaşam tarzlarını, kültürlerini gemilerdeki yaşamlardan bana yansıyacak olanları.
Neler mi gördüm? İşte aklımda kalanlardan birkaçı; İngiliz gemisinde kaptan her daim harici resmi kıyafeti ile olurdu. Arjantinli kaptanın en az üç adet kadın sekreteri yardımcısı ( !) bulunurdu. Çin gemilerinde Mao’yu hissederdiniz. Rus gemilerinde votka-havyar ve Na Zdarovye (sonrasında pilot olmak!). Pakistan gemilerinde ise istihdamı arttırabilmek için benzer büyüklükte gemilerde 22 kişi çalışıyorsa, onlarda 55 kişi. Fransız gemilerinde öğle yemekleri yaklaşık iki saat sürer masadaki yemek şarapları eşliğinde, duşlarını alır harici kıyafetlerle otururlardı masalara zabitan.
Mensubu bulunmuş olduğum TCL (Turkish Cargo Lines) gemilerine gitmeyi hiç aksatmazdım zaten. Atladım mı bisikletime, nehir alt geçidinden geminin bulunduğu rıhtıma. Hala daha arkadaşlığımız devam eden denizcilerle böylece tanışmış oluyordum.
İlk zamanlarımda, TCL filosundan “Namık Kemal” isimli gemi güverte zabitleri ile daha geminin Rotterdam Limanı’na ilk uğramasında çok iyi ahbap olmuştuk. Sonrasında bir ömür boyu devam edecek harika dostluklar yaşadığım ve yaşamakta olduğum, o günün gemideki ikinci ve üçüncü kaptanları Özder Tuncay (Ruhu şad olsun) ve Çakmak Turgay denizcilik yaşamının, dostlukların, renkliliğin, belleğimde unutulmaz dolu dolu anılar bırakan isimleri olmuştu. O devirde kaptan (süvari) olmak için çok yıllar beklenirdi. Şimdilerde okuldan mezun ol birkaç sene sonra kaptanlığa çıkabiliyorlar.
Kuzey ülkelerinde yazları, beyaz geceler misali, güneş çok erken doğar ve geç batar. Bazen gece yarısı olmuştur hafif karanlık çöker, açık havada iseniz zamanın ilerlediğini fark etmezsiniz bile.
Yıl 1972, güzel bir Temmuz günü, M/V Namık Kemal yine Rotterdam’a gelmişti, kaptanı (süvari) Nuri Yılmaz, bizi akşam yemeğine davet etmişti. Gemiye gittiğimizde bir de ne görelim, masalar birleştirilmiş, zabitanla karışık başka davetlilerle beraber yaklaşık yirmi kişilik grup bizi bekliyor…
Bugün pek hatırlamıyorum kimler vardı ama kesin olarak bildiğim bir şey var, iki yaşlarındaki kızım Özlem o gece dur durak bilmedi. Tatlı yaramazlıkları, söze girmeleri, konuşmaları masadakileri kendine hayran bırakmıştı.
Benim asıl aklımdan çıkmayan tonton gemi kaptanının iki yaşındaki çocuğa karşı gösterdiği alaka, sevgi ve hoşgörü idi. “Bırakın çocuğu istediği gibi oynasın, kurtlar kaynıyor içinde.’’ der, sonra kızıma döner, tatlı bir ifadeyle sorardı “Kurtlar kaynıyor mu? Ya da “Hala kurtlar kaynıyor”, o bazen evet diye cevaplar bazen de sevinç nidaları çıkararak masanın üstünde gezinmeye başlardı.
https://www.shipspotting.com/photos/877914
Bugün kızım hala aynıdır. Kurtların kaynaması hiç bitmedi, bitmesin de zaten. Ne demişler hareket berekettir, üretmektir, o zaman harekete üretime devam!
İki yaşında ne ise kırkında da o olduğunu en çarpıcı şekilde yaşamıştım bir başka zaman ve mekanda. Güney Afrika’da Dünya Kupası futbol organizasyonun olduğu günler…
Ulus’taki evden yola çıkalı tam 17 saat geçmişti ki, bunun 12 saati uçakta uçuş halinde, gece 12 kalkış, öğlen 12 varış. Ne düşlersin uçağın tekerleklere yere değince elbette otele gidiyorsun bir duş alıp biraz dinlenmeyi! Benden bir gün önce Güney Afrika başkenti Cape Town’a varmış olan kızım, ben daha hayalini kurduğum otel odasının kapısını göremeden otel ana girişten 30 saniye sonra el çantamı benden alıp nereye bıraktı ise, kendimi kızımla limanda dünya kupası için gelmiş rengarenk insanların içinde bulmuştum. Sahip olduğu bu hız bana dönüşümde içimde yepyeni bir ruh aşılamış, devamlı hareket halinde olma duygumu bir kez daha perçinlemişti...
İlgi duyarsanız bu linkten maceramızı okuyabilirsiniz;
Futbol, Vuvuzela ve I Love You On iki saatlik uçak yolculuğundan sonra otele geldiğinde ilk düşlediğin ne olabilir ki… En azından biraz dinlenmek, ferahlamak değil mi? Ama çocukluğundan beri yerinde duramayan devamlı hareket halinde olan kızın seni otel kapısında karşılarsa, o zaman düşlediğini unut derim!
Her hareketlilik hiperaktivite değildir
Kısa bir not düşmek istedim, zira ebeveynler ya da çevredekiler çok hareketli çocuklara hemen aaa bu çocuk hiperaktif yaftasını yapıştırırlar.
Çocuklarınız hareketli ise, dur durak bilmiyorsa, hatta çok dağınıksa dert etmeyin memnun olun, ileriki yaşlarda da tüm bu hareketlilik, canlılık kendisi ve ailesi için güzellikler getirebilecektir.
Sadece bir şeye dikkatinizi çekmek isterim, hareketliliği gözlemleyin ve bunun hiperaktivite olup olmadığını anlamaya çalışınız.
Nelere mi mesela? Davranışlarındaki uyumluluk ve süreklilik varsa. Hareketleri bir amaca yönelikse sorun yok, devam.
Davranışlarında uyumsuzluk ve değişkenlik varsa, kontrolsüz ve hedefsiz ise ve sessiz bir ortamda hareketliliği daha da artıyor ve stresli durumlarda azalıyorsa, psikolojik sorunlar, bilinmeyen nedenler de olabilir. Bu durumlarda bir uzmana danışmanızda yarar olabilir.
13 Nisan 2022
Suadiye