Ahlak hakkında birkaç söz
Ahlak, belki de insan olmanın sırtımıza yüklediği en büyük sorumluluklardan biridir. Ahlak, bu sorumluluğun yanında doğadaki ve insan yaşamındaki her türlü doğruluk, iyilik ve güzelliğin algılanması ve eylem alanına sokulması olgularını da bünyesinde barındırır.
Bu noktadan bakıldığında ahlak insan yaşamının ve onun evrensel
değerlerinin temel yapı taşlarını oluşturur. Bu nedenle ahlak,
insanlığın gerek tikel gerekse toplumsal yaşamının nirengi
noktasıdır. Özce; insan ahlak ve ahlaklılık demektir.
Esasen ahlaki eylem, her şeyden önce kişinin iradesi ve
vicdanıyla ilgilidir, bu nedenle öncelikle tikel ve özneldir. Ancak
insan aynı zamanda toplumsal bir varlıktır. Bu yönüyle de insan
tümel ve toplumsal bir vetirenin içinde olur. İnsan bireyselliğini
toplumsallığı içinde yaşar ve bu şekildeki varlığının farkındadır.
Bu farkındalık (şuur-idrak-bilinç) insanı önce kendine, sonrasında
dışındakilere (toplum, doğa ve diğer canlılar) karşı sorumlu kılar.
Özce; insan budur!
Esasen insanoğlu; iyiye, güzele, ahlaklı ve vicdanlı olmaya (‘yatkın’) bir öze sahiptir. Yani özce olumludur. Daha doğumunun ilk günlerinde insanın içine işleyen o sevecen bakışları ve gülüşleri özündeki olumluluğu yansıtır. Doğar doğmaz etrafına dehşet saçan, cani ruhlu bir bebek ise hiç görülmemiştir. Evrimi iki buçuk milyon yılı aşan ‘genetik’ kodlarıyla dünyaya gelen bu bebek boş bir sayfa gibidir; üzeri toplum ve kendisi tarafından yazılır. İnsan kendi kaderini yazan ve yaşayan tek canlı örneğidir. Bu durumda; İnsanoğlu iyiyi de, kötüyü de, dürüst ve ahlaklı olmayı da toplum içinde öğrenir. İyilik, güzellik, ahlaklılık, dürüstlük hatta vicdanlılık toplumsallaşmamızın ürünleridir.
Ancak günlük yaşamda bir yanda ahlaki eylemlerin, diğer yanda da ahlaki olmayan davranışların varlığını görürüz. Bu davranışlar, ahlaklılık karşısında ahlak dışı davranışlardır ve bize sosyalleşmenin doğal eğilimleri içinde toplum tarafından verilirler. Ahlaklı (Etik ) davranışlar ile ahlak dışı davranışlar özce birbirinden farklı hareketlerdir. İlki insan özünün ve vicdanının dışa vurumudur, diğeri ise insanın sosyalleşme zeminindeki sapma ve kaykılmalarıdır. Ancak bazı görüşler vardır ki; genelde din kaynaklı olup aşkınlığı içerirler. Örneğin, “Vicdan, doğruluğu ve eğriliği ayırt etsin diye Tanrı tarafından insanın içine ‘ekilmiş’ bir akıldır”; Yine aynı anlayışta; “vicdanın Tanrısal iradenin bir organı olduğu” söylenir. Dinler bu öğretilere bir kutsiyet ve aşkınlık kazandırırlar. Oysa felsefenin bir alt dalı olan Etik (Ahlak Felsefesi), dinlerin dışında bir ahlak ve erdem anlayışının da geliştirilebileceğini bize göstermiştir. Yunan filozofları Platon ve Aristoteles, buna dair en önemli örnekler arasındadır.
Ahlak ve erdem ile din arasında zorunlu bir bağlantı yoktur. Dindar olsunlar veya olmasınlar, felsefe tarihinde, bir ahlak ve erdem anlayışı geliştiren birçok filozof vardır. Kaldı ki, dinlerin güzel ahlak öğretisi konusunda, söylendiği ve zannedildiği gibi, bir yetkinliği, bir evrenselliği de yoktur. Dinlerdeki ‘mağfiret’ ve ‘kefaret’ anlayış ve saptırımları ahlakın ayakları üzerinde dikelmesinin önünde engel teşkil ederler. (Örneğin; kefaretin, mağfiret özelliği vardır; kefaret, türlü erdemsizlikler ve günahların üzerini örter. Kefaretini ödersen…)
Esasen, inancı olmayan herhangi bir kimse temelde güzel bir ahlakın sahibi olabilir. İnsan olarak geçirmiş olduğumuz evrimin bizi getirdiği yerde, oluşan farkında-lığımızdır ki, toplum halinde yaşamamızın bir gereği olarak, bazı hasletlerimizi ortaya çıkarmıştır. Bu hasletlerimiz insan kafasında biçimlenerek çeşitli erdem biçimlerine dönüşmüştür. Belli başlı erdemler arasında adalet, cesaret, dostluk, özveri ve ölçülülük insanı insan yapan erdemler olmaktadır. Ahlak da bunlardan biridir. Platon bu erdemlerin özünün salt akıl yoluyla, Aristoteles ise hem akıl hem de deneyim yoluyla kavranabileceğini savunmuştur. Din ise bütün bunlara bir aşkınlık ve tanrısal bir içkinlik kazandırmıştır. İskoçyalı filozof David Hume, ahlakın ve erdemin dinin tekelinde olmadığını bu erdemlerin iyi bir eğitimle daha da geliştirilebileceğini söyler. Alman filozof Immanuel Kant, ise evrensel bir ilkeye göre eylemde bulunan kişinin, ahlaklı ve erdemli olabileceğini ileri sürer.
Ancak Ahlakın kaynağı konusunda süregelen tartışmalar vardır; gerçekten toplumdan bağımsız bir ahlak mümkün müdür? Sorusuna Freud olumsuz yaklaşmaktadır. Freud, ahlakı, toplumun emirlerinin super ego tarafından içselleştirilmesi sonucu ortaya çıktığını iddia eder. Bu anlamda Freud, ahlakı toplumdan, bireyden bağımsız bir varoluşa sahip bir eylem olarak gören Platon gibi filozofların karşısında yer alır.
Diğer yandan ahlakın nasıl edinildiği de ayrı bir tartışma konusudur:
- Sübjektif (Öznel) Ahlak anlayışına göre; ahlakın doğuştan edinildiği, kişinin yaratılışından kaynaklandığı öne sürülür.
- Objektif (Nesnel) Ahlak anlayışına göre ise; ahlakın sonradan edinildiği, aile, okul, çevre, din gibi kurumlar aracılığıyla toplum tarafından bireye aktarıldığı kabul edilir.
Bu konuda yukarıda da ortaya koyduğumuz gibi; insanoğlunun ahlakı da, vicdanı da toplumsallaşmasının bir ürünüdür. İyilik, güzellik, erdemlilik de böyledir. Toplum, bütün için yarar sağlayan eylemlere erdem adını verir. İyi ve güzel olmak hem bireysel hem toplumsal açıdan ahlaklı olmayı gerektirir.
Sonuç olarak ahlak, gökler ardında değil, toplum içinde ve onun yasalarına göre oluşur ve tüm yaşantımız boyunca da biçimlenir. Sağlam ve güzel bir eğitimle ahlaklı ve duyarlı insanlar yetiştirmek her zaman mümkün olur. Jhon Lock, insanların zihni doğuştan boş bir levha (Tabula Rasa) gibidir der; sonradan toplumsal etkileşimle doldurulur. Ahlaklı insanlardan oluşan bir toplum yaratmak da her zaman mümkün olabilir. Adam Smith, “İnsanlar toplumun düşüncelerine karşı o kadar duyarlıdır ki, iyi davranmak için ihtiyacımız olan tek şey duvara yapıştırılmış bir çift gözdür.” der.
Nihayet, tartışılan bir başka konu da; evrensel ahlak yasasının olup olmadığıdır. Bazı düşünürler böyle bir ahlak yasasının olmadığını söylerken, bazı düşünürler de böyle bir ahlak yasasının olduğunu söylerler. Nietzsche, J.P.Satre, j. Proudhon böyle bir evrensel ahlak yasasının olmadığını söylerken, Platon, Farabi, Spinoza, Kant, Bentham, Mill, Bergson gibi filozoflar evrensel bir ahlak yasasının olduğunu söylerler. Bu filozoflara göre bu ahlak yasası insanın dışındadır ve insanın karşısına bazen zorlayıcı, bazen de buyruk olarak çıkar.
Kanaatimiz odur ki, insanın dışında apriori-öncesel bir ahlak yasası yoktur. Ayrıca ahlak dini ilkelere dayandırılarak temellendirilemez. Öyle ki, “Çalmayacaksın! Çalarsan cennete giremezsin, ateşte yanarsın!” Bunun için çalmayan kişi ahlaklı olamaz. Aksine bu bir ahlaksızlıktır. Özgür düşünce ve iradeyle çalmanın doğru ve ahlaki olmadığını deneyimlemek ahlaklılıktır. Böylesi bir ahlak anlayışı insanı kendini aşmaya ve özgürleştirmeye götürür. Ancak bu şekilde oluşacak olan ahlaklılık tüm insanlığı kucaklayan ‘evrensel’ bir ahlaklılık olacaktır.
Nisan 2022 – Marmaris -İçmeler
Cemal Çalımer