Nafile, aradık mutluluğu: Hedonik Adaptasyon
İnsan mutlu olmak istiyor. Para kazanıyor, alışveriş yapıyor, diğer insanlardan beğeniler topluyor, seyahat ediyor… Yine de o tatmin tam anlamıyla hiç gelmiyor. Peki neden?
Yaşamı sürdürmenin ilk kuralı adaptasyondur. Bitkilerden
hayvanlara ve insanlara, tüm canlılık yaşadığı ortama uyum sağlamak
zorundadır. Bu yüzden okyanusun ışık almayan derinliklerindeki
canlılarda görme organı yoktur veya Amazon ormanlarındaki ağaçların
boyu güneşe ulaşmak için 90 metreyi bulabilir.
İnsan da benzer bir içsel mekanizmayla işler: Yeni hayat
koşullarına, farklı durumlara, rutinlere alışırız ve bunlar yeni
normalimiz haline gelir, bir sonraki değişikliğe kadar. Bu
değişiklik arzusu da insanın bitmeyen mutlu olma isteğidir, bu, onu
hareket ettiren güçtür. Daha çok para, iyi bir eğitim, sevdiğimiz
bir eş ve aklınıza gelebilecek her şey bizi daha mutlu olma yolunda
bir şeyler yapmaya iter.
Peki bunlara sahip olduğumuzda mutlu olur muyuz? Senelerce
hayalini kurduktan sonra en nihayetinde satın aldığımız arabanın
verdiği tatmin ne kadar sürer? Veya ağzımızın suyunu akıtan
iskenderden birkaç lokma aldıktan sonra tatlı ne yesem diye
düşünmez miyiz?
Kanadalı psikolog Philip Brickman ve Amerikalı psikolog Donald
Campbell, 1971’de birlikte yazdıkları “Hedonik Görelilik ve İyi
Toplumu Planlamak” adlı makalelerinde hedonik adaptasyon teorisini
öne sürmüşlerdir.
Hedonik adaptasyon olarak da bilinen hedonik uyum, olumlu yahut olumsuz olaylar karşısında tepki olarak yükselen ya da azalan mutluluk düzeyinin yeniden bu olaylardan önceki hâline dönmesi eğilimidir.
Brickman, çalışmalarında, piyango kazanan insanları
kazanmayanlarla karşılaştırmış ve bu koşulun kazanan kimselere
sadece çok kısıtlı bir süre mutluluk verdiğini ortaya koymuştur.
Ayrıca insanların “mutlu eden” olaylar yaşasalar dahi kısa bir süre
sonra eski mutluluk seviyelerine geri döndüklerini belirtmiştir.
Aynı şey kayıp veya hastalık gibi olumsuz deneyimler yaşayan
insanlar için de geçerli. Bir süre sonra bu kişiler de koşullara
adapte olmuş, onların mutluluk seviyeleri de bu olaylardan öncekine
benzer bir seviyeye gelmiştir.
Bu çalışmalarıyla Brickman insanın duygusal sisteminin mevcut
duruma adapte olmaya programlı olduğunu, mutluluk ve mutsuzluk
dediğimiz şeylerin hayat koşullarına kısa süreli tepkilerimiz
olduğunu, dolayısıyla ve en önemlisi de mutluluk arayışında olmanın
nafile bir çaba olduğunu öne sürmüştür.
Hedonik adaptasyon (veya uyum) terimi için koşu bandı veya çark
benzetmesi de kullanılır. Bir nevi bizler duygu durumumuzu bu
bandın veya çarkın hızına uyumluyoruz.
Brickman ve Campbell’in bu teorisi, ilerleyen senelerde de başka
uzmanlar tarafından araştırıldı. 1980’lerde gerçekleştirilen
çalışmalar, gelir seviyesi, fiziksel güzellik, eğitim seviyesi,
sağlık durumu gibi dış koşulların mutluluk seviyemizi çok az
etkilediğini gösterdi. Evli çiftlerle gerçekleştirilen deneylerde
evlendikten bir sene sonra kişilerin evlenmeden önceki mutluluk
seviyelerine geri döndüklerini gösterdi ki bu da hedonik adaptasyon
teorisini doğruluyor.
California Üniversitesi’nden Sonja Lyubomirsky, mutluluğun ortalama % 50’sinin (her insana göre değişiyor) genetik olduğunu, dolayısıyla mutluluğumuz üstünde tamamen kontrolümüzün olmadığını söylüyor. Dış etkenler yüzde 10 civarında etki sahibiyken geri kalan yüzde 40’lık alanı düşüncelerimiz ve eylemlerimiz kaplıyor.
Kişilik özellikleri de mutluluğu etkileyen faktörlerden. Dışa dönük insanların daha sosyal, pozitif, kısacası daha mutlu oldukları kaydedilmiştir. Duygusal dengesizlik deneyimleyen kişilerde ise mutsuzluk daha yaygın.
Sosyal varlıklar olarak görüyoruz ki diğer insanlarla ilişkilenme şekillerimiz ve kurduğumuz bağlar mutluluğumuz üzerinde büyük rol oynuyor.
Peki para saadet getiriyor mu? Maddi refah direkt mutluluktan ziyade bize güven, özgürlük gibi hisleri deneyimleme şansı sunuyor. Bu iyi hal de mutluluğumuza katkıda bulunuyor. Unutmamalı ki çok zengin kimselerin en mutlu kişiler olduğunu söylemek doğru olmaz.
Brickman ve Campbell şöyle diyor: “Dış dünyada mutluluk ve haz arayışına çıktığımız her zaman aslında hamster çarkına girmiş oluyoruz. Sahip olduğumuz bir şeyden, örneğin para ya da makam, daha fazlasını elde ettiğimiz zaman, önce kendimizi mutlu hissediyoruz. Ancak çok kısa süre sonra, elde ettiğimize alışmaya başlıyoruz. Önceden ‘talih’ olarak gördüğümüz şimdiki seviyemiz yeniden ‘yetersiz’ gelmeye başlıyor. Ve tattığımız mutluluk hissini sürdürebilmek veya yeniden kazanabilmek için yeniden bu kez daha fazlasının peşine düşüyoruz. Alıştığımız için, artık mutluluk için çok daha fazla şeye ihtiyaç duyar hale geliyoruz.”
Peki daha sürdürülebilir bir mutluluk hali için ne yapabiliriz?
Olumsuz diye adlandırdığımız öfke, kıskançlık, üzüntü gibi duyguların, tıpkı olumlu duygular gibi dış etkenlere bağlı ve geçici haller olduğunu kabul etmek gelişimin ilk adımı.“Hep” mutlu olmak gerçekçi değildir.
Hangi değişikliklerin ve eylemlerin mutluluğumuzu etkilediğinin farkına varmak kendimizi daha iyi tanımamıza sebep olur. Bu şekilde mutluluğun elimizde olan kısmında daha çok kontrol sahibi olabiliriz.
Hedonik adaptasyonun varlığını bilmek, insan doğasını daha iyi anlamamıza yardımcı olacağı gibi aşırı mutluluk arayışlarında veya ütopik mutluluk reçetelerinde kendimizi kaybetmemize de engel olur.